11 Mart 2017 22:36

Meclis raporundaki Koçgiri İsyanı

Şerif Karataş, Koçgiri İsyanı’nın 96. yılında, isyana dair dair resmi belgelere de dayanan önemli bir kitap yazan Dilek Kızıldağ Soileau ile konuştu.

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Dilek Kızıldağ Soileau’nun Koçgiri İsyanı: Sosyo-tarihsel Bir Analiz adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Gerek resmi tarihin gerek Kürt milliyetçi tarih yazımının önemli duraklarından biri olan Koçgiri İsyanı’nı birçok boyutuyla, kapsamlı bir biçimde ele alan yazar, bunu yaparken, tarihsel, sosyal ve kültürel arka plana olduğu kadar resmi belgelere de bakıyor. Kitap bu yönüyle önemli bir arşiv niteliği taşıyor. Dilek Kızıldağ Soileau İletişim Yayınlarından çıkan kitapla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Koçgiri şimdiye kadar bazı kitap çalışmalarına konu oldu. Sizin kitap çalışmanızda diğer kitap çalışmalarında görmediğimiz, Meclis Arşivi’ndeki ‘Koçgiri Hadisesine Dair Heyet-i Tahkikiye Raporu’nu görüyoruz....

Evet, Koçgiri konusunda az da olsa kitap çalışmaları mevcut. Aslında bahsi geçen bu rapora dair bilgiye ilk defa 1993 yılında, Rozarin Doğan’ın Aydınlık gazetesinde yazdığı “Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden Gizlenen Belgelerle Koçgiri İsyanı” adlı bir yazı dizisinde rastlıyoruz. Doğan, burada Cumhurbaşkanlığı Arşivinden edindiği rapordan bahsederken; belgenin eksik ve karışık olduğunu, başı ve sonunun bulunmadığını, hatta “Genelkurmay tarafından görevlendirilerek Atatürk Arşivinde çalışma yapan bir kişinin belgeleri mikrofilme alarak sattığı” iddiasında dahi bulunmaktadır. Tabii bu iddiaların doğruluk payı nedir bilemem fakat bu yazı dizisinden sonra, bu referansla bazı araştırmacıların çalışmalarında az ve kısmi de olsa raporda yer alan bazı bilgileri kullandıklarını görüyoruz. Örneğin Baki Öz’ün Belgelerle Koçgiri Olayı kitabı gibi. Yine daha yakın bir zamanda Mustafa Balcıoğlu’nun İki İsyan Bir Paşa adlı kitap çalışmasında rapordan bahsediliyor ve küçük bir örnek veriliyor. Dolayısıyla böyle bir raporun varlığı biliniyordu ve ben çalışmama başlarken bu iz üzerinden gittim. Ancak Cumhurbaşkanlığı Arşivinden sözü edilen dosyayı istememe rağmen bana diğer başka belgeleri içeren bir dosya gönderildi fakat bahsi geçen rapor yoktu o dosyada. Bunun üzerine TBMM Arşivine yöneldim ve yazılı olarak müracaat ettim; rapor oradaydı fakat resmi dilekçelerle başvurmama rağmen gerekçesiz olarak tarafıma verilmesi uygun görülmedi. Nihayetinde uzun uğraşlar sonucu aracı olan dostlar vesilesiyle raporu edindim ve ilk olarak tamamını, bu kitabın da alt yapısını oluşturan, 2014 yılında bitirdiğim doktora tez çalışmamda kullandım. Bu süreçten sonra, yeni yeni başka çalışmalarda da kullanılmaya başlandı bu rapor.

Dilek Kızıldağ SoileauÖNEMLİ BİR RAPOR

Peki neydi bu rapor ve neden bu kadar önemliydi?

Kısa da olsa biraz açmak gerekecek sanırım. 1921 yılının Mart ayında Sivas’ın Koçgiri bölgesinde meydana gelen birtakım olaylar sonucu o dönem, defacto yönetimde olan Ankara Hükümeti bazı tedbirler almış; Nurettin Paşa olağanüstü yetkilerle donatılarak Merkez Ordusu kumandanlığına getirilmiş, bölgede 11 Mart’ta İdare-i Örfiye (bir çeşit sıkıyönetim) ilan edilmiş ve Sivas’ta bir Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi kurulmasına karar vermişti. Nurettin Paşa komutasındaki ordu, bölgeye gönderilerek olayların bastırılması ve büyümesi engellenmek istenmişti. Daha sonra Giresun’dan Topal Osman kumandasındaki 47. Alayın da katılımıyla bölgede muazzam bir bastırma, tedip tenkil harekâtı başlamış; harekât sırasında suçlu suçsuz binlerce kişi yoğun şiddet içeren uygulamalarla karşı karşıya kalmış, binlerce ev yakılmış, resmi rakamlara göre bine yakın kişi hayatını kaybetmiş, insanların eşya, mal ve hayvanlarına el konulmuş, bölge halkı büyük bir sefalet ve mağduriyet içine düşmüştü. Yaşanan tüm bu mağduriyet, çeşitli şikâyetler sonucu TBMM gündemine alınmış ve gizli oturumlarla konu görüşmeye açılmış, bu görüşmeler sonucu Meclis; beş mebustan oluşan bir heyet görevlendirerek olaylarda ve ortaya çıkan vahim tabloda sorumlulukları olanları tespit etmek, araştırma ve inceleme yapmak amacıyla bölgeye göndermişti. İşte bu rapor; bu heyetin bölgeye giderek yerinde yaptığı incelemeleri, yaptığı görüşme ve mülakatlarla, birçok yönüyle ve resmi ve askeri belgelerle birlikte dönemin olaylarını içeren ve değerlendiren, 50 sayfa uzunluğunda, Koçgiri Tahkikat Heyetinin kaleme almış olduğu raporudur. Rapor birçok açıdan oldukça önemli. Özellikle dönemin olaylarını ve buna dair bilgi ve belgeleri derli toplu bir arada barındırıyor.

Her ne kadar resmi bir rapor ise de “tarafsızlık” şiarıyla görevlerini yerine getirdikleri, heyet üyeleri tarafından beyan edilmiştir ve bu doğrultuda bir görüş bildirildiği belirtilmiştir. Bölge halkının ve özellikle birinci derece mağdurların görüş ve şikâyetleri rapora yansıtılmıştır. Dönemin gerek Meclis yapısını, gerek hükümet işleyiş sistemini ve gerekse askeri ve bürokratik geleneğinin bir örneğini göstermesi açısından da ayrıca önemli.

‘KÜRT İSYANI OLARAK DEĞERLENDİRİLMİŞ’

Koçgiri’de yaşanan olayları isyan olarak gören iki farklı kaynağı  karşılaştırıyorsunuz Bu iki farklı görüşü karşılaştırdığınızda Koçgiri’deki yaşananlara dair neler diyeceksiniz? Bu durum Meclis raporuna nasıl yansımış?

Aslında “isyan” kavramı, başka birçok yerde olduğu gibi burada da kilit ve araçsallaştırılan bir kavram. Bir taraftan resmi tarih yazımı, diğer taraftan Kürt ulusçu tarih yazımı, Koçgiri’de yaşananları “isyan” olarak değerlendiriyor. Şöyle ki resmi tarih, o dönem yaşananları; Milli Mücadeleye, Ankara Hükümetine ya da Mustafa Kemal Hükümetine karşı yapılmış bir isyan, bir başkaldırma olarak değerlendiriyor. Zira yaşanan olaylar, Kurtuluş Savaşı döneminde milli birlik ve bütünlüğü bozan, devletin güvenliğini tehdit eden ve bir an önce bastırılması gereken önemli bir iç tehdit olarak görülüyor. Dolayısıyla “isyan” kavramıyla bu bastırma harekâtı sırasında uygulanan yoğun şiddet ve sonuçları bir anlamda meşrulaştırılıyor. Diğer taraftan alternatif olarak da adlandırabileceğimiz, Kürt ulusçu tarih yazımında da yine “isyan” araçsallaştırılan bir kavram. Zira Kürt bağımsızlığının, Kürt halk hareketinin, bir Kürt devleti kurulması için yapılan dönemsel tarihselleştirmenin başlangıcı olarak da kabul edilen bir söylem aynı zamanda. Dolayısıyla “isyan” kavramı, burada kişi, taraf veya kurumlar arasında paylaşılan ortak bir kavram ve literatüre de bu şekilde geçmesinin nedenlerinden birisi. Ben çalışmamda bu durumu sergilerken, bir taraftan da acaba tek başına “Kürt ulusçu boyutu” yeterli mi, bu söylemle topluluğun sosyo-tarihsel yapısı ne kadar uyumlu, gerçekten de yaşananları bir isyan olarak niteleyebilir miyiz gibi sorular üzerinde odaklandım ve bu doğrultuda diğer farklı ve önemli boyutlarını da sergilemeye çalıştım ve buna göre bir çıkarsama yapılması konusunu tartışmaya açtım.

Tahkikat Heyeti Raporunda da, Koçgiri’de yaşanan olaylar; siyasi bir maksatla, Kürt devleti ya da belirli bir muhtariyet elde etmek için yapılmış bir Kürt isyanı olarak değerlendirilmiş.

ALEVİ İSYANI MI?

Kitabınızda dikkat çeken bir diğer konu, Koçgiri’nin bir Alevi isyanı olduğuna dair değerlendirmeler. Koçgiri dışında Kürtlerin tarihinde önemli gelişmelerde de benzer durumların yaşandığına atıfta bulunuyorsunuz.

Koçgiri İsyanı’nı dediğiniz şekliyle, bir “Alevi isyan” olarak niteleyen kişi, bizde Ağa Şeyh Devlet çalışmasıyla da yakından tanınan antropolog ya da Kürdolog olarak da bilinen Martin van Bruinessen’dir. Ona göre Koçgiri İsyanı bir Kürt isyanı olduğu kadar bir Alevi isyanıdır da. İsyanın önderlerinin ve geçtiği bölge halkının Alevi inancına mensup olmaları, onları diğer Sünni Kürt desteğinden yoksun bırakmış ve bundan dolayı bir “Alevi isyanı” olarak algılanmasına sebebiyet vermiştir. Olaylarda her ne kadar Aleviliğe dair herhangi bir isteme, söyleme rastlamıyorsak da Alevilikten kaynaklı hassasiyetlerin seferber edildiğini görüyoruz. Gerçekten de Alevi ve Sünniler arasında yaşanan birtakım tarihsel kırılmalar ve buna bağlı olarak gelişen ön yargılar, yaşanan diğer olaylarda ya da gelişmelerde da karşılıklı duyarsız kalmalarına neden olmuş görünmektedir. Bundan dolayıdır ki ne Koçgiri’de Sünni Kürtleri, ne de Sünni Kürtlerin yer aldığı Şeyh Sait gibi isyanlarda Alevileri görüyoruz.

NURETTİN PAŞA VE TOPAL OSMAN!

Ankara Hükümetinin görevlendirdiği Nurettin Paşa ve Topal Osman’ın yöre halkına yaptığı kanunsuz baskı politikaları Meclis gündemine taşınmış. Özellikle Nurettin Paşa’nın sorumluluğuna işaret edilmiş raporlarda. Bu iki isim yaptıkları haksızlıklar için bir cezalandırmaya tabi tutuldular mı?

Nurettin Paşa, Mecliste yapılan gizli oturumlarda dönemin özellikle Doğu mebusları tarafından çok sert şekilde eleştirilmiş, görevden çekilmesi, mahkeme edilmesi ve hatta idamı talep edilmiştir. Tahkikat Heyeti raporunda da Nurettin Paşa’nın bölgede yaptığı kanunsuz ve yoğun şiddet uygulamalarına yer verilmiştir. Örneğin kendisine verilen olağanüstü yetkileri uygunsuz kullandığı, yayınladığı bazı beyannamelerin Meclis tarafından onaylanmamasına rağmen öyleymiş gibi göstermesi gibi bazı usulsüzlükleri dile getirilmiştir. Yetkisi olmadığı halde Topal Osman kuvvetlerine milleti kırdırttığı için yine mesuliyet atfedilmiştir. Tüm bu suçlamalar sonucu Merkez Ordu kumandanlığından azledilmiş ve mahkeme edilmesi kararlaştırılmıştır. Hakkında yapılan bu suçlamalar sonucu Meclise bir izahname/savunma vermiştir. Ancak mahkeme edilmesi Mustafa Kemal’in girişimleriyle önlenmiş ve Nutuk’ta kendi deyimiyle; Nurettin Paşa’yı müdafaa etmiş ve ağır bir muameleye maruz kalmaktan kurtarmıştır. Nurettin Paşa o dönem her ne kadar
Merkez Ordu kumandanlığından el çektirilmişse de daha sonra iadeyi itibar ettirilmiş, bir müddet sonra Birinci Ordu Kumandanlığına, daha sonra Askeri Şura üyeliğine getirilmiştir 1923 seçimlerinde de Bursa’dan milletvekili olmuştur.

Topal Osman’a gelince, onu daha farklı bir son bekliyordu. Her şeye rağmen Nurettin Paşa o dönem Koçgiri olaylarının sonuçlarından mesul tutulup görevden el çektirilmiş ve mahkeme edilmesi kararı alınmıştı. Ancak Topal Osman konusunda herhangi bir kanuni işlem yapılmamış. Bilakis daha sonra İstiklal Madalyasıyla ödüllendirilmiş, yarbay rütbesi verilmiş ve Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı kumandanı ve yaverliğini yapmıştı. Daha sonra Topal Osman’ı 1923’de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey cinayetinin katil zanlısı olarak görüyoruz. Hemen akabinde Ankara’daki evi basılarak öldürülecek ve cesedi Meclis önünde günlerce teşhir edilecekti.

ÖNCEKİ HABER

Kadınlar, iktidar ve şiddet

SONRAKİ HABER

Miraz Bebek'e

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa