19 Mart 2017 01:02
/
Güncelleme: 01:25
GÜNÜN YAZILARI

Adnan ÖZYALÇINER

SİS DAĞILDIĞINDA

Günlerdir ortalığı saran sis dağıldığında kentin kuleleri, köprüleri, yükseklerden aşağılara doğru bütün tepeler, tepelere sıralanmış –aslında sıkışmış- evler, minareler, kubbeler, çan kuleleri, direkler- şu sokak lambalarınınki, bayraklarınınki –caddeler, sokaklar, ağaçlar, bir sinema perdesinden yansıtılıyormuşçasına, teker teker kendini gösterdi. Kaldırım taşlarıyla tek tük bahçelerdeki, parklardaki nemli kalıntıları, henüz uçamayan kuşları, ağırdan alan kedileri köpekleri, kıpırdamaya başlayan deniziyle.

ÖYKÜLERİM

Dar bir sokaktan başlar benim öykülerim. Kentin yoksul mahallelerinden, işçi mahallelerinden bütün kente yayılır. Zenginin daha zengin yoksulun daha yoksullaştırıldığı kente. Yöneten –yönetilen çelişkisi içinde. Yağmalanan bir kenttir burası. Öykünün kahramanı da odur. Bu kent İstanbul’dur. Akılalmaz haksızlıkların, insansal, toplumsal çelişkilerin, kanlı eylemlerin, patlamaların, öldürümlerin, yıkımların yaşandığı/yaşatıldığı bütün bir Türkiye’dir. Çevremizde alevlenen, içimize kadar sokulan, baharın olmadığı, gelmediği yokedici savaşların, çatışmaların habire ateşlendiği dünyadır. Zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul kalması adına...

BİRİCİK

Göçen bir yazarın boşluğunu sanıldığı gibi, yeni gelen/gelecek bir yazar doldurmaz/dolduramaz. Her yazar, kendi boşluğunu kendi doldurur. Her yazar kendi içinde biriciktir çünkü.

ARTIK ONLARIN HİÇBİRİ YOK

Hakkı Zariç, şiir dolu bir yazısını, baharın –ah, bir türlü gelemeyen- özlemi içinde, “Şimdi gidip mürekkep çekebilirim dolma kalemime. Radyoyu açabilirim artık.” diye bitiriyor. 

Zariç’in son sözcüğü “artık”tan alarak diyorum ki: Artık dolmakalemlere mürekkep çekilmiyor/çekilemiyor. Bütün dolmakalemler kartuşlu artık. Artık radyo açmıyorsun/açamıyorsun. Son model düz ekran televizyonuna dokunup radyo kanalından dinliyorsun radyonu artık. Işıltılı bir sabahın –elbette bir bahar sabahının- keyif veren oyun havaları yerine alacakaranlık bir ekranın homurdandığı, ne idüğü belirsiz gececil gümbürtülerle doluyor kulakların.

BULUTUN RENGİ

Su renksizdir. Dolduğu kabın rengini alır. Yalnız denizin suları –ırmaklarla gölleri de katabiliriz ona- içini doldurdukları derinliklerin rengi yerine gökyüzünün maviliğine boyanırlar. Sabah alacasında, öğle ortasında, gün batımlarında, gece karanlığında bir de ay aydınlığında değişen gökyüzü maviliğiyle bulutun rengine.

BÜYÜK DALGADAN SONRA

Denizler dalgalanmadan durulmazmış. Bu bir şarkı sözü. Denizleri dalgalandıran çalkantılardır. Çalkantıların yarattığı küçük dalgaları, büyük dalgalar izler. Asıl büyük dalga geçip gittikten sonra –atlatıldıktan sonra mı demeliydim- deniz durulur, durulacaktır.

BAHAR GELDİ

Bahar geldi. Kadınların bitimsiz uzun soluklarıyla. Ağaçlar çiçeklendi yeniden doğumlara. Kadınlar da...

SORU

Gözlerini kapadığında hiçbir şey görmüyorsun. Açtığında görmek istediklerinin ne kadarını görebiliyorsun?

BOYALI PARMAKLAR

Güneş tayfı rengine boyadılar bahçenin parmaklıklarını. Baharın coşkusuyla. Toprağa dokunmadılar. Kışın sertleştirdiği kabuğuyla öylece kaldı. Bahçenin toprağı, yeşillenip çiçeklenmek için kabuğunu zorlarken berikiler hâlâ boyalı parmaklıklarla avunuyordu. Bahçeyi düşünmeden. Görmeden. Bilmeden.

KÖR NOKTA

Aynı kör noktadayız hepimiz. Ötesini göremiyoruz.

DÜMDÜZ

Düz bildiğin yolda dümdüz ilerleyeceksin. Varılacak bir yer çıkacaktır karşına sonunda. Yanılıp yan yollardan birine saptıysan önüne çıkacak dönemeçlerden kurtulamayacağın gibi bir yere de varamayacaksın.

SUSUYORUZ

Susuz kaldığımız için susuyoruz. Sustuğumuz için de susuz kalıyoruz. Susuyoruz!

BİR BAKIŞTIR RESİM

Her resim, o resmi çekene göre değişir. Işık ya da açı bir yana resimde odaklanılan yer değiştirir resmi. Çekenin aklı, dahası hayalidir resim. Sonuçta çekilen resim, ne olursa olsun, iletilen bir bakıştır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et