Özür dilerim çocuk
Metrobüste mendil satan küçük bir çocuk yorgunluğa dayanamadı ve bir yolcunun dizine başını koyup uykuya daldı. Ayşen Aksakal o fotoğrafı yazdı.

Ayşen AKSAKAL
Bazı fotoğraflar var ki; gözünü ayırmadan seyredip; üzerine onlarca roman yüzlerce öykü yazası geliyor insanın.
Kimi zaman dram oluyor mevzu, kimi zaman bütün yaşananları unutturacak kadar umut dolu bir kare.
Benim de hafızamda yaşlarımı ve hislerimi kodladığım, beynimden silinmesi güç fotoğraflar var.
Bunlardan birinde; Endonezya’da yaşanan yanardağ faciasında, akıp giden lavların arasında ufacık bir toprak parçası üzerinde kalmış, çığlık çığlığa haykıran bir çocuk var.
Ufacık yaşımın aklına gelmez bir felaketti. O güne kadar aileme bırakmıştım kendimi. İnsanın anne ve babasının engelleyemeyeceği felaket yok gibi gelirdi bana.
Ama bir sel gibi akıp giden kızgın lavlara karşı hangi ana-baba durabilirdi?
Hayatta karşı koyamayacağımız bazı şeyler olduğunu anladığım ilk andı, geleceğe karşı ilk güvensizlik belki.
Ta Endonezya’dan kalkıp girdi aklıma
Bir diğer fotoğraf da Sudan’dan.
Siz de hatırlarsınız belki; açlıktan ölmek üzere olan çocuğun başında bekleyen akbaba.
O zamanlar da ufaktım ama aklıma gelen ilk soru, “O fotoğrafçı neden kurtarmıyor çocuğu?” olmuştu.
Yıllar sonra okudum fotoğrafçının intiharını ve büyüdükçe aklım ermeye başladı.
Bazen bir can, diğerlerini kurtarabilmek ve dünyayı dramla yüzleştirmek için feda edilebiliyor demek ki.
Dünyanın sandığımdan kötü bir yer olduğuna da orada ikna oldum belki.
Büyüdük sonra, hızlandı fotoğrafların akışı.
Petrole bulanmış karabataklar, Meksika Körfezi Felaketi, Kuveyt’in işgali, İran Irak Savaşı, Saraybosna, Kosova, Filistin, Halepçe’nin ortaya çıkan fotoğrafları, Hrant’ın delik ayakkabısı,
Derken slayt show’un hız ayarları bozuldu.
Takipten çıkacak hızla ve dünya gündemini araya alamayacak yoğunlukla aktı resimler.
Ceylan Önkol’un gözümüzün ta içine bakan son fotoğrafı, Ali İsmail, Berkin, Abdocan ve tüm gezi şehitleri, Taybet İnan’ın sokak ortasındaki cenazesi, Cizre’de bombayla oynarken eli parçalanan çocuğun gözlerindeki dehşet, Reyhanlı’da haykıran anne, Suruç’a yayılan kan, Ankara Garı’nda yüzde donan dehşet ifadeleri ve her seferinde isimlerini sayarken ‘Unutmayacağız’ diye haykırıp, bir yandan da içten içe yüzlerce binlerce ismi ezberleyemeyeceğimizi bilmenin kalbimize çöreklenen acısı.
Geçen hafta eski tabiriyle bir fotoğraf daha düştü ajanslara.
Metrobüste, elinde satmak üzere olduğu mendilleriyle, tanımadığı birinin dizinde uyuyakalmıştı küçücük bir çocuk.
Nereden baksan adaletsizlik, nereden baksan çocuk kokan bir fotoğraftı.
Benim ağzımdan “özür dilerim” döküldü istemeden.
Özür dilerim çocuk, benim gücüm yetmedi, bizim ömrümüz yetmedi bu dünyayı yerinden oynatmaya, seni parklarda oynatmaya.
Her şey bir çığa dönen ufak bir kartopu gibi, kocaman ve yıkıcı şekilde geliyor üstümüze.
İlk de siz eziliyorsunuz küçüğüm, malum küçücüksünüz.
Ne ana babalar durdurabiliyor akan lavları, ne de haberciler kovalayabiliyor akbabaları.
Bu dünya zalim, bu yaşadığımız dönem vahim.
Bekledim ki herkesin kalbine dokunsun dizleri üzerinde uyuyakalan bir çocuk.
Çalışmak zorunda kalan, yüzü gres yağıyla kaplı çocukların, usta korkusu sinmiş gözlerini bize diktiği tüm fotoğraflar gibi.
Bir bebeğin battaniyeden sarkmış çıplak ayağı gibi herkesin içini ısıtır sandım.
Demişler ki senin için; acıyorsunuz ama Suriyeli o çocuk.
Kimisi demiş, “Acımaya devam edebilirsiniz, çocuk Suriyeli değil.”
“Mendil sattırmak için rol yapmayı öğretiyorlar bunlara, çocuğa acıyacağınıza almayın şunlardan mendil, böylece kimse çocuklara mendil sattırmaz artık” diye buyurmuşlar.
Hiçbiri senin suçun değil.
Sen çocuksun güzelim benim.
Bu utanç, bu şerefsizlik, bu vicdansızlık, bu körelmişlik büyüklere hastır.
Büyürken nasırlanmışlardır. İyi dayak yemişler ya da hiç hayatın tokadını yememişler söylemiştir.
Ne senin nereli olduğunla, ne de gerçekten uykun olup olmadığı ile ilgili değildir.
Bir çocuk mendil satıyorsa, bir çocuğa mendil sattırılıyorsa, olay tamamen bizim tükenmişliğimizdir. Yani biz yetişkinlerin.
Salıncakta sallanmadığın, uykun gelince uyumayıp çizgi film izlemek için ayak diretmediğin, canının çektiği yemeği annenden isteyemediğin, ayağının üşüdüğü, sırtının terden sırılsıklam olduğu her gün bu dünyanın ayıbıdır.
Büyüyünce ne olacaksın bilemiyorum.
İyi bir insan olamazsan yargılamak hakkımız değil.
Bu savaşlarda büyüklerin parmağı var, içinde yeşeren öfke senin suçun değil.
Rakel Dink ne demişti:
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim...”
Sen büyüyedur çocuk, içini temiz tutmaya çalışarak.
Biz son nefese kadar sorgulamaya ve sorgulatmaya çalışıyoruz bu karanlığı.
Beceremediğimiz ve pes ettiğimiz noktada, sen büyümüş ve kötücülleşmiş olursan da, yargılamak haddimiz değil.
Özür dilerim yavrum, sıcak bir yatak için hiç emeğim geçemedi sana.
Bilmem bir teselli olur mu ama şu yaşımın beynime kazınan fotoğrafısın.
Senin gülerek dondurma yeme ihtimaline bağladım emeğimi, umudumu.
Dilerim dayanırsın çocuk, elimizden gelen şimdilik budur.
Evrensel'i Takip Et