Yeni dönemde Çin-ABD ilişkilerinin seyri
Cengiz Mahir, Evrensel Pazar'a Trump sonrası ABD-Çin ilişkilerinin seyrini yazdı.
![Yeni dönemde Çin-ABD ilişkilerinin seyri](https://staimg.evrensel.net/upload/dosya/77519.jpg)
Cengiz MAHİR
Polonya asıllı ABD’li eski güvenlik uzmanı; ABD başkanları John F. Kennedy, Lyndon B. Johnson ve Jimmy Carter’a 1960, 1966-1968 ve 1977-1981 yıllarında müşavirlik ve ulusal güvenlik danışmanlığı yapmış; Küba füze krizi, Vietnam savaşı, Doğu Bloku ülkelerinin izolasyonu politikasının biçimlenmesinde etkide bulunan Soğuk Savaş sonrası politikadan çekilen ve akademik faaliyetlere yönelen Zbigniew Brzezinski, ABD’nin uluslararası ilişkilerine dair bir dizi yayın yapacaktır. Sırasıyla 1997, 2000, 2008 ve 2012’de yayımladığı Büyük Satranç Tahtası, Jeostratejik Üçlü, Amerika ve Dünya, ve Stratejik Vizyon kitaplarında ABD’nin küresel egemenlik stratejisinin geçmişi, bugünü ve geleceği o stratejinin gözünden anlatılır. Brzezinski kitaplarında ABD’nin zamanla değişen Çin algısını da yansıtır. 1997’de Çin’in 2020’ye kadar küresel bir güç mihrakı haline gelmesinin çok düşük bir ihtimal olduğunu iddia eder; üç sene sonra Çin’in, ABD hegemonyasını tehdit eden herhangi bir kapasiteye sahip olmadığını ileri sürer; 2008’de bu iddiasını geri çeker ve ABD’nin küresel egemenliğini sınırlayıcı etkilerinin hissedildiğini yazar; ve en son 2012’de ABD’nin küresel egemenliğini kaybetmesi sonrası nasıl senaryolarla karşılaşabileceğimiz üzerine bir dizi spekülasyon yapar.
SAVAŞ SENARYOLARI
ABD’li think tank RAND’ın 2016’da yayımladığı “Çin’le Savaş. Düşünülemeyeni Düşünmek” raporu da ABD’nin bu değişen Çin vizyonuna işaret eder. Konu 2015-2025 yılları arasında bu iki süper güç arasında herhangi bir savaş olması halinde savaşın süresi ve çatışmanın yoğunluğunda hangi tarafın hangi alanda ne kadar üstünlük elde edebileceği ve ne kadar kayıp vereceğidir. Raporun altbaşlığındaki “Düşünülemeyen”, Soğuk Savaş’ın Çin’iyle herhangi bir savaş halinde ABD’nin ezici bir zaferle Çin’i yeneceği beklentisinin bugün geçerliliğini kaybettiğine işaret eder. Raporun vardığı bir sonuç şudur: 2015’te bir savaş olmuş olsaydı; ABD, sınırlı sayıda stratejik hedefleri vurarak Çin’e kıyasla daha az kayıpla üstünlük elde edebilirdi. Çin’in bugünkü ekonomik büyümesi, yurtdışı finansal, lojistik ve diğer alanlardaki yatırımları ve arttırılan askeri bütçesi göz alındığında 2025’te bir savaş olması halinde çatışmanın yoğunluk ve süre faktörleri açısından avantaj Çin’in olacaktır.
ÇİN’İN ASKERİ BÜTÇESİ
Mart ayının ilk iki haftasında gerçekleşen Çin Halkı Politik İstişari Konferansı ve Ulusal Halk Kongresi’nde Çin’in iç ve dış politika ve ekonomi alanları dışında en çok konuşulan konularından birisi askeri bütçe. Konferans ve Kongre sonrası yapılan basın açıklamalarında Çin’in yüzde yedilik askeri bütçe arttırışının Asya-Pasifik’te Çin’in askeri faaliyetlerinde nasıl bir değişiklik getireceği konusunda bazı soru işaretleri var. 2000 yılından bu yana en düşük yıllık askeri bütçe artışının söz konusu olmasının bölgede değiştirilmesi öngörülen bir askeri faaliyet planının mı söz konusu olduğu bunlardan biri. Bunun yanında bütçe artış oranıyla birlikte bu bütçenin hangi harcamaları tam olarak içerdiğinin medyayla paylaşılmamasının Çin’in Asya’daki askeri faaliyetleri konusunda nasıl adımlar atacağının öngörülebilmesini zorlaştırmak için mi yapıldığı bir başka soru.
Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nden Zhang Yunling’in yorumuna göre bu tür rakamsal muğlaklıklar bölgede silahlanma yarışının kızışmasını frenlemek ve ekonomik gelişme ve yatırım politikalarına olumsuz etkide bulunabilecek bir algıdan kaçınmak için geliştirilen bir retorik. Donanma uzmanı Li Jie ise Pekin’in ABD veya herhangi bir başka ülkeyle silahlanma yarışına girdiği veya muhtemel bir savaşın Pekin tarafından körüklenebileceği algısını kırma eğiliminin altını çiziyor. Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Li Keqiang verdiği basın demecinde Çin’in silahlanma yarışı ve ekonomik rekabet değil, birlikte çalışma, diplomatik dostluk çerçevesinde gelişim ve büyümeyi güvence altına alacak bir çizgi izleyeceğini dile getiriyor. Çin’in, Pasifik sularında hakimiyet iddiasında bulunduğu çeşitli adalar konusunda bu talebe itiraz eden Maleyza, Filipinler, Vietnam ve Japonya’yı ABD’nin uzun süredir desteklediği biliniyor. Çin’i Güney Kore’den Japonya’ya kadar kuşatan ABD askeri üslerinde herhangi bir hareketlenme yaşanması halinde Çin’in dostluk ve ortaklık mesajlarının düşmanlıkta karşılık bulmasının Çin’in avantajına olacağı yorumları da yapılıyor.
TAYVAN KRİZİ
Donald Trump’ın yeni ABD başkanı seçilmesinden kısa bir süre sonra Tayvan Devlet Başkanı Tsai-ing Wen’le Aralık ayında yaptıkları telefon konuşmasıyla Pekin’in eski sömürgelerinin (Hong Kong, Tayvan, Makau) yeniden Çin’e bağlanmalarında diplomatik bir krize kasten neden olduğu Çin medyasında etraflıca tartışılmıştı. Çin kamuoyu Trump’ın eğiliminin Çin’in iç birliği konusunda Pekin’in otoritesini tanımadığı şeklinde bir niyet okuması yaparken Çin Dışişleri Bakanlığı yeni ABD hükümetinin Çin’in ulusal politikasına saygı göstermek zorunda olduğunu vurgulamıştı. Eski sömürge ülkelerde sözünü geçirmek konusunda halen sıkıntı yaşayan Pekin açısından çeşitli yabancı medya ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen Pekin karşıtı propagandaya Trump adeta tüy dikmiş oldu. Çin’in bu ay gerçekleşen Kongre ve Konferans’taki bölgesel ve küresel istikrar mesajı bir açıdan ABD’den gelen ve gelebilecek olan bu ve benzeri hamlelere göndermede bulunuyor.
ÇİN’İN EKONOMİK VİZYONU
Asya-Pasifik politikası konusunda Trump’ın nasıl adımlar atacağını kestirmek konusunda Çin açısından asıl zorluk ekonomi alanında kendisini gösteriyor. Aralarında ABD, Avustralya, Japonya ve Vietnam’ın bulunduğu 12 ülkeden oluşan Trans-Pasifik Anlaşması’ndan (TPA) ABD, Trump’ın girişimiyle Ocak ayında resmen çıktı. Daha önce Çin, ABD’nin TPA’yı kendi küresel ekonomik hegemonyası altına almak ve dünya pazarını şekillendirmek konusunda bir araç olarak kullanmasından yakınıyordu. Hakim kanı tüm çokbilinmeyenli faktörlere rağmen ABD’nin yaptırımlarını kabul etmesi halinde Çin’in TPA’ya dahil edilmesinin ABD’nin reel kazancını önemli oranda arttıracağı öngörülebilirdi. Yani beklenti ABD’nin TPA’dan çekilmesi değil, buna daha da ağırlığını koyması yönündeydi. ABD’nin TPA’dan çekilerek bu stratejiden uzaklaşması ve nasıl bir alternatif rota çizeceği Çin açısından ucu açık bir soru.
Diğer yandan Çin açısından “dostluk”, “kardeşlik” ve “istikrar” gibi söylemlerin içi Çin’e özgü kapitalist bazı özelliklerle doluyor. Hong Konglu Sosyolog Ching Kwan Lee’nin Çin’in Afrika yatırımları üzerine yaptığı bir çalışmada enerji ve maden alanında Çin (ağırlıklı olarak) ulusal sermayesinin yatırımda bulunulan bölge ve ülkedeki çeşitli beklentilere (iş bulma, ekonomik istikrar vb., yerel yatırımcı ve politikacılarla olan kar payı anlaşmaları) diğer ABD ve Avrupalı özel sermaye çevrelerinden daha efektif karşılık verdiklerini ortaya koyuyor. Ching’in gözlemine göre diğer özel şirketlerde herhangi bir bölgesel istikrarsızlık veya finansal bir dalgalanma halinde yatırımları geri çekme ve işletmeleri kapatma eğilimi daha güçlüyken, Çin ulusal şirketleri bu durumdan istifade etmektedir, ama aslında bu durum Çin’in ulusal sermayesinin yabancı ülkelerdeki uzun vadeli ekonomik hakimiyet projesinin bir ifadesidir. Çin ve ABD arasında askeri değil ama ekonomik bir savaş halihazırda mevcut. Bu savaşın askeri bir boyuta taşınıp taşınmayacağı bir zaman meselesi.
Evrensel'i Takip Et