20 Mart 2017 00:40

Çatışma ve çözümsüzlük ya tasdik edilecek ya da reddedilecek

HDP Parti Sözcüsü, Urfa Milletvekili Osman Baydemir: 16 Nisan, OHAL rejimine anayasal meşruiyet kazandırma ve kalıcılaştırma referandumudur.

Çatışma ve çözümsüzlük ya tasdik edilecek ya da reddedilecek

Baharın uyanışının ama aynı zamanda zulme ve baskıya direnişin sembolü olan Newroz, hangi koşullarda kutlanırsa kutlansın barış ve demokrasi talebinin haykırıldığı bir gün olma özelliğini yitirmedi.

2017 Newrozu 16 Nisan’daki başkanlık referandumu dolayısıyla ayrıca önemli. İki yıldır tarihinin en büyük saldırı ve yıkım politikalarından birine maruz kalan Kürt halkının Newroz mesajı, “Referandumda Kürtler ne yapacak?” sorusuna da önemli oranda yanıt oluşturacak. Bu sebepten yarın Diyarbakır yine gözlerin çevrildiği merkez olacak.

Diyarbakır’dan nasıl bir mesaj verilecek? Baskılar, operasyonlar sürdürülürken çözüm ne kadar yakın? HDP, Kürt halkının kararsızlarına nasıl bir çağrıda bulunuyor? Bazı Kürt partilerinin referandumu protesto/evet kararı etkili olur mu? Referandumun iptal edilebileceği senaryoları nasıl izleniyor? Türkiye’nin Suriye’de oyun dışında bırakılması nasıl sonuçlar üretir?

HDP Parti Sözcüsü, Urfa Milletvekili Osman Baydemir yanıtladı.

Devam eden operasyonlar, baskılar, yasaklar, bölgeye dönük üç hilal genelgesi, Newroz gerekçesinin de eklendiği yeni gözaltılar… Tablo AKP’nin Newroz’a yaklaşımını açık ediyor kuşkusuz ama bu tutuma karşı yarın Diyarbakır’da nasıl bir mesaj verilecek?  

Öncelikle, başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu’da yaşayan bütün halkların Newroz’unu yürekten kutluyorum. Ve “Newroz pîroz be” diyorum. 

Türkiye’de 1980’li yıllardan 2000’li yıllara kadar Newroz hep yasaklandı, hep saldırıldı, insanlar hayatlarını yitirdiler. 2000’lerden 2005’e kadar zaman zaman saldırılar, yasaklamalar olmakla birlikte, yasaklanmadığı dönemlere baktığımızda Newroz’un hakikaten yeni bir başlangıç olduğunu görüyoruz. Newroz ruhu, tıpkı kışın bitişi ve baharın gelişi gibi siyasal kışları bitiriyor, siyasal baharları başlatıyor. Bunun en somut örneği 2012 Newrozu idi. Diyarbakır il teşkilatından sabah 10’da çıkıp; gazlana gazlana, coplana coplana, saldırıla saldırıla öğleden sonranın 3’ünde ancak Newroz alanına girebilmiştik. Bu bir yasaklama politikasıydı ve o yasaklama politikasından herkes incindi. Bir de bir yıl sonraki Newroz’a bakalım. 2013 Newrozu’nda Sayın Öcalan’ın bana göre aynı zamanda bir demokrasi deklarasyonu olan barış deklarasyonu okundu ve o günden 2015 Nisan ayına kadar bu ülkede çatışmasızlık hakim oldu. Ve nereden bakarsak bakalım 30-40 yıllık yaralar bu iki yıllık zaman dilimi içinde kabuk bağladı. Korkular, fobiler, ötekileştirmeler etkisini yitirdi ve Türkiye’de farklılıklar birbirine ürkmeden bakabildiler. Yani Newroz’un yaratmış olduğu barış ortamı, bir demokratik bilinç sıçrayışına yol açtı. O açıdan Newroz Kürt halkının ulusal bayramı, Ortadoğu halklarının bahar bayramı ve halklar arasında köprü olmakla birlikte aynı zamanda siyasi tıkanmaların aşımında da çok önemli bir rol ve misyon sahibidir. Newroz’dan yapılacak çağrı, iki yıldır hem Türkiye genelinde ama özellikle Kürt coğrafyasında yaşanan bütün zulüm politikalarına “hayır” deyiştir, bir itirazdır. Bu gidişatın hiç kimseye kazandırmayacağının haykırışı olacaktır.

Diyarbakır Newrozu’nda Öcalan’dan bir mesajın gelebileceği, İmralı heyetinin varlığının da bununla ilgili olabileceği yönünde haber/yorumlar yapıldığı için soralım; Nevvroz, yeni bir başlangıcın/çatışmasızlığın kapısını aralayabilecek mi? 

Açıkçası olması gereken ile realite arasında bir uçurum var. Şu anda Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin bütün kazanımlarının ellerinden alındığı, yok edilmek istendiği bir atmosferde yaşıyoruz. Bu itibarla Hükümetten bu Newroz’da bir açılım beklemek Polyannacılıktır. Ama olması gereken elbette doğanın bize verdiği bu müjdeye karşılık siyasetin de bir müjdeyle topluma yaklaşmasıdır. Ama bırakın müjde vermeyi, hükümet hergün Kürde ve Türkiye halklarına kara haber verme pratiği içinde. 
Dolayısıyla bu Newroz’daki beklentimiz kara haber veren hükümet pratiğine hayır demek, itiraz etmek üzerine olmalıdır.

Batıdaki Newrozlar yasaklanırken Diyarbakır’da izin verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir referandum taktiği mi? 

Hükümetin Newroz yaklaşımı özgürlükçü bir yaklaşım değil. Newroz’un kutlanmaması, kitlenin gelmemesi, insanların korku duyması için elinden gelen her şeyi ortaya koyuyor. Dolayısıyla 21 Mart’ta Diyarbakır dahil kimi yerlerde Newroz’a izin verilmesini bir büyük pozitivizm olarak görmememiz gerektiğini düşünüyorum. Newroz bir bayramdır, anormal olan bunun yasaklanması, engellenmesidir. Ve aslında anormal olan Türkiye’nin bugün içine sürüklenmiş olduğu durumun ta kendisidir. 

Hükümetle görüşme olup olmadığı konusunda da çeitli spekülasyonlar yapılıyor. Newroz’un yasaklanmaması için parti olarak Hükümetle bir görüşmeniz, temasınız oldu mu? 

Biz Newroz’un yasaklanmaması ve yurttaşın dilediği yerde geleneğine, diline, özlemine uygun bir şekilde barışçıl bir atmosferde kutlaması konusunda defalarca, çeşitli platformlarda Hükümete çağrıda bulunduk. Lakin şu ana kadar bize ve çağrılarımıza net bir yanıt verilmiş değil. Bu konuda bir temas da sağlanmış değil. Hükümetin duruşu ne olursa olsun, bu halk, kendi özleminden, değerlerinden hiçbir zaman vazgeçmedi. 90’larda da vazgeçmedi, bugün de vazgeçmeyecek. Vazgeçmeyeceğini de herkes biliyor...

16 NİSAN, OHAL REJİMİNE MEŞRUİYET KAZANDIRACAK VE KALICILAŞTIRACAK 

Hükümetin referandumdan ‘evet’ çıkarmak için yüklendiği yerlerin başında Kürt illeri geliyor. ‘Kürtler hayır diyor ama sandıkta evet diyecekler’den tutun, ‘Erdoğan Başkan olursa eli güçlenecek ve Kürt sorunu çözülecek’ gibi yığınla manipülasyonun yapıldığı bölgedeki hava için ne söylersiniz? 

7 Haziran sonrası cumhuriyet tarihinde ilk defa Türkiye halkları bütün farklılıklarını parlamentoya taşıdı ve siyaset kurumuna dedi ki, “Ortaklaşın, yetkiyi paylaşın!” Erdoğan ne yaptı, milletin iradesini tanımadı ve seçimi yeniledi. 1 Kasım seçimine giderken dediler ki, “Bizi tek başımıza iktidar yapın ki, biz size istikrarı verelim, ekonomik istikrarı, siyasi iktidarı, daha açık ifadeyle size barışı verelim!” Toplum da “Lanet olsun” dedi, “Verelim bunlara iktidarı, yeter ki çocuklarımız ölmesin, kan akmasın!” Ve tek başına iktidar oldular. Tek başına iktidar olduktan sonra ne oldu? Kürt şehirlerini yok ettiler, 70 yaşındaki insanları, üç aylık bebeleri katlettiler ve baskı rejiminde çığır açtılar. 90’ların beyaz Torosları 2016’ların, 2017’lerin Range Roverlarına dönüştü. O dönemin JİTEM’i bugünün Esadullah Timleri’ne dönüştü. O açıdan toplum bana göre bunu gördü. 

Önümüze getirilen anayasa değişikliği paketinin özü şudur: Son iki yıl boyunca Kürt coğrafyasında aynı zamanda Türkiye genelinde bütün baskıcı rejim uygulamalarının toplum eliyle tasdik ettirilmesidir. OHAL rejiminin bütün uygulamalarına anayasal meşruiyet kazandırma ve kalıcılaştırma referandumudur aynı zamanda. Bu referandumda ya çatışma, çözümsüzlük tasdik edilecek, ya da çatışma, çözümsüzlük reddedilmiş olacak. Aynı şekilde hükümetin hem içerideki hem de dışarıdaki örneğin Suriye’deki dış politikası oylanmış olacak.

‘BIRAKALIM KAMPANYAYI, BİLDİRİ DAHİ DAĞITAMIYORUZ’

‘HDP, Kandil hayır diyorsa, evet demeliyiz’ deniyor ve ‘hayır’ demek terörist, darbeci olmakla eş tutuluyor. AKP için HDP’yi ötekileştirmek, kriminalleştirmek neden bu kadar önemli?

Çünkü Hükümet ne kadar baskı kurulursa kurulsun HDP ve HDP’nin temsil ettiği fikriyata etki edemiyor. Çünkü haklıyız. Düşünün bir anayasa değişikliği paketi getiriliyor ama o paketin içeriği o kadar anlatılamaz, o kadar savunulamaz ki. Başkanlık geçerse paketin hangi maddesi toplumun hangi acil ihtiyacının karşılığı olacak? Bu konuda tek bir ikna edici sözleri yok. Bundan dolayı partimizi ve hayır diyenleri terörize ediyorlar. “Hayır demek eşittir teröristleri desteklemek, hayır demek eşittir darbecileri desteklemek” diyorlar. Suphanallah! Hem referandum yapıyorsun, hem toplumun önüne seçenek koyuyorsun, hem de bak bu seçeneği desteklersen böyle olursun diyorsun! 1982’de Kenan Evren de aynı şeyi yapmıştı. Evren anayasası yüzde 90’la geçti. Yüzde 90’la geçen anayasa 40 yıldır bu ülkede meşruiyet kazandı mı? Kazanmadı. Bu paket de geçtiğinde üzerinden 40 yıl da geçse meşruiyet kazanmayacak. Hükümetin iddia ettiği gibi bu paket ülkeye istikrar getirmeyecek, tam tersine istikrarsızlığı derinleştirecek. 

Bugün eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız cezaevinde... Kürdistan’daki teşkilatlarımızın neredeyse yüzde 60’ının cezaevinde olmasının bir nedeni de referandumdur. 

Bu durum kampanya çalışmalarınıza nasıl yansıyor?

Bırakalım kampanyayı, davul zurnayla mitingler yapmayı, bildiri dahi dağıtamıyoruz. Hayır kampanyası için giydirmiş olduğumuz araçlarımız bile gözaltına alınıyor. Böylesi bir zemin içerisinde dahi biz haklıyız. Haklı olduğumuz için de daha güçlüyüz. AKP bölgede evet kampanyasını silahlı propagandayla, silahlı baskıyla yürütüyor. Xerabê Bava köyü, Lice... silahlı propagandayla evet kampanyasını yürütüyor. Ama bütün baskılara rağmen ben bu toplumun ferasetinin ve haklılığının galip geleceğine inanıyorum. 

Sorunuzun diğer bölümüne gelecek olursak; HDP, Kürtlerin yanı sıra emekçileri, Alevileri, sosyalistleri, mütedeyyinleri ve ötekileştirilmiş bütün kesimleri kucaklayan, yan yana olmayı başaran bir program ve pratik sergiledi. Dolayısıyla çok farklı kesimleri Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm etrafında buluşturabildi. Bunun en somut pratiği 7 Haziran seçim sonuçlarıdır. AKP bunu bir tehdit olarak gördü. Bunun için seçimden hemen sonra Suruç’ta HDP bileşenleri olan sosyalist gençler katledildi. Ardından emek bileşenlerinin Ankara’daki mitingi kana boğuldu. Ve Türkiye tarihinin en büyük katliamı yapıldı. Elbette HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ, 13 milletvekili, bileşeni olan neredeyse tüm belediye başkanları kriminalize edilerek zindana konuldu. Amaçları adım adım iktidara yürüyen HDP’yi durdurmak ve toplumu AKP’ye mahkum etmekti. Ama HDP savunduğu fikirleriyle, haklılığıyla, yan yana duruşuyla, sorunları çözme yöntemleriyle alternatif olmaya ve geniş toplumsal kesimlerin umudu olmaya devam edecektir. 

BAŞARI HİKAYESİ YAZAYIM DERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK DA VAR

Referandum tarihi yaklaşırken evet oranını artırma maksadıyla Kandil’e operasyon düzenleneceği, böylelikle kararsız, milliyetçi-muhafazakar kitlenin evete kazanılacağı yönünde senaryolar dillendiriliyor. Hayata geçebilir mi?

Hükümet öyle bir hükümet etme biçimine sahip ki kullanmayacağı hiçbir şey yok. Haziran ve Kasım arasında yaşananlardan da gördük. Bu dönem içerisinde de aynı şeylerin yapılmayacağının garantisi yok ama aynı şeyi yaparsa ters tepeceğini düşünüyorum. Çünkü toplumun bir deneyimi var. 

AKP’ye içerdeki krizler yetmiyor, Hollanda ile Almanya ile dünyayla krizler çıkarıp bundan hareketle bir mağduriyet yaratmak istiyor ama mağduriyet yetmiyor, yeni başarı hikayeleri üretmesi gerekiyor. Ama başarı hikayesi yazayım derken, pirince giderken bulgurdan olmak da var. Ne kadar çok yanlışta diretirseniz o kadar çok kırar dökersiniz. O kırdığınızı döktüğünüzü ne kadar gizlerseniz o kadar suça batmış olursunuz. O nedenle herkes için hatta Erdoğan’ın şahsı için de çıkış bu referandumdan hayır çıkmasıdır.

HAYIR, KÜRT ANASINI GÖRMESİN POLİTİKASINA DUR DEMEKTİR

Kürt halkının önemli bir kesiminde boykot eğiliminin güçlü olduğu yazılıp çiziliyor biliyorsunuz. ‘Biz bu anayasada yokuz, değişiklik paketi bizi ilgilendirmiyor’ ile ‘Zaten öldük, evsiz barksız kaldık. Referandumda evet çıksa ne olur, hayır çıksa ne olur’ duygusu Kürtler arasında ne kadar yaygın? Böyle düşünenlere bir çağrınız var mı? 

1924’ten bugüne değin hiçbir anayasada Kürtler, Aleviler, emekçiler, farklı inançlar, ötekiler yok, tekçilik esastı. 1982 Anayasası tek tipleştirmeyi en üst seviyeye çıkaran bir anayasadır. Dolayısıyla tüm Anayasaların Kürtlere, Türklere, emekçilere katkısı yok. Ama bir ayrıntı var; 82’den bugüne değin Kürdün, Alevinin, emekçinin, ötekinin canıyla dişiyle tırnağıyla elde etmiş olduğu bütün kazanımları bu paket geri alıyor ve 1982 Anayasasını tahkim ediyor. Dolayısıyla bu paket Kürdün, Alevinin, bütün ötekilerin fermanıdır, demokrasinin fermanıdır. Bu nedenle de hayır diyoruz. Herkesin hayırının farklı nedenleri var; örneğin Osman Baydemir’in hayır demesi ile İstanbul’da yaşayan bir kardeşimizin hayır demesi arasında bir fark olabilir. Ama Kürt halkının hayır gerekçesinin bir nedeni daha var; o da bu referandumun Kürt toplumunun son iki yıl içerisindeki baskı politikalarına vereceği yanıt açısından bir fırsat olmasıdır. Kürtler bu fırsatı değerlendirecektir. Değerlendirmeleri çağrısında bulunuyorum.

O fırsatı açar mısınız? 

Halkın hür iradesiyle seçmiş olduğu bütün belediye başkanlarının, siyasetçilerinin cezaevinde olmasına, belediyelerine kayyumlar atanmasına hayır demenin fırsatıdır. Şırnak yıkıldı, bir kent yok edildi, buna hayır deme fırsatıdır. Öyle bir atmosfer yaşatılmak isteniyor ki, “Kürt anasını görmesin” politikasına hayır deme fırsatıdır. Bu bakımdan siyaseten Türkiye’nin faşizmin girdabından çıkışının son fırsatıdır 16 Nisan. 

Dolayısıyla ‘Hayır çıksa ne değişecek’ yaklaşımı doğru bir tutum değil…

Türkiye bir nefes alacak. Çünkü toplum hayırla OHAL rejiminin kurumsallaşması, kalıcılaşması ve kanunileşmesini durdurmuş olacak. Toplum diyecek ki, “Hayır kardeşim ben bunu istemiyorum. Politikalarını gözden geçir!” Yani Şırnak’ın yakılmasını gözden geçir, Suriye politikasını gözden geçir, KHK’leri gözden geçir demiş olacak. “Dur” demiş olacak. Dolayısıyla Kürt seçmenin buradaki hayır’ı devlete “baskı politikasıyla sonuç alamazsın, müzakereye geri dön” mesajı verecektir. 

SANDIK BAŞINA GİTMEMEK EVET’E HİZMET EDECEK

Kürt halkının referandumda ne diyeceği kadar, bölgede hayırı Kürtlerin hangi kesimi belirleyecek tartışması da sürüyor. Sonucu dindar- muhafazakâr kesimin belirleyeceği, kararsızların ve HDP’ye “hükümetin savaş politikalarını neden engelleyemediniz” eleştirisini yönelten kesimin de bu kesim olduğu söyleniyor. Katılır mısınız?

Önce şunu belirtmek isterim. Kürt halkı da dünyadaki pek çok halk gibi çoklu bir halktır ve çoklu olması da hayırlı bir iştir. Çünkü 20 milyonluk bir nüfusun kendi iç dinamiği içinde farklı siyasi eğilimlerin olmayışı bana göre demokratik değerler açısından sorunlu olacaktır. O açıdan yek vücut bir beklenti sahibi olmak bence işin doğasına aykırıdır. Lakin 1990’lardan bugüne değin Kürt legal siyasetinin bir ana akım damarı var. Bugün o ana akım damar kendisini HDP içerisinde temsil ediyor. Ben gerek 2014 yerel seçimlerinde, gerek 2015 Haziran ve Kasım seçimlerinde almış olduğumuz teveccühün üzerinde bir teveccühle bölgede hayır çıkacağına inanıyorum. Çünkü hayır demek, belirttiğim gibi Hükümetin iki yıldır o coğrafyada kurmuş olduğu yıkım politikasına itiraz etmektir. Bundan dolayı Kürt halkının daha güçlü bir refleksle hayır’a sahip çıkacağını düşünüyorum.

Bugüne kadar çeşitli vesilelerle AKP’ye oy vermiş olan kesim AKP’nin son iki yıllık yıkım politikasından kaynaklı AKP’den uzaklaştığını görüyoruz. Bu nedenle sandık başına gitmeme eğiliminin geçmişte AKP’ye oy vermiş olan kesimlerde daha yoğun olduğunu düşünüyorum. Ve o cephede hayır’ın daha yüksek olması konusunda şöyle bir çağrıda bulunuyorum; sandık başına gitmemek bir tavırdır, hatta açık söyleyeyim demokratik bir tavırdır. Ama şunu söylüyorum: ey kardeşlerim sandık başına gitmemek dolaylı olarak evet’e hizmet edecektir. Duygunuz evet olmadığı için sandık başına gitmediğinizi biliyorum ama bu sizin rızanız dışında siyaseten evet’e hizmet olacak. O nedenle gelin bu kararınızı gözden geçirin. Hayır kullandınız diye mutlaka HDP’li olmak durumunda değilsiniz ya da ilelebet HDP’de kalmak durumunda değilsiniz. Ama faşizme giden yolun son çıkış fırsatı olan 16 Nisan’ı gelin hep beraber değerlendirelim.

ŞER EKSENİ, KÜRDÜ KÜRDE KARŞI KULLANIYOR

Hükümetin bölgede evet’i yükseltmek için attığı adımların sonuncusu Barzani ziyareti oldu. Nitekim ziyaretin hemen ardından Barzani’ye yakın partiler referandumu protesto edeceklerini açıkladılar. Kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin beklentisine karşılık gelecek bir etki yaratır mı?

Demokrasi bir ilke meselesidir benim açımdan. Kendimize yapılmasını istemediğimizi bizim başkasına yapmamamız lazım. Bizim ikna edici bir dil kullanmamız ve atılacak her bir adımın kime nasıl bir fayda sağlayacağı konusunda uyarıcı olmamız lazım. Bütün Kürt kardeşlerime çağrım şu: Sizin HDP’ye eleştirileriniz olabilir, başım gözüm üstüne. Ama şu anda Kürt halkının bütün kazanımları yok edilsin diye AKP, MHP ve Ergenekon güçleri arasında kirli bir şer ittifakı var ve o şer ittifakının tek ortak paydası, Kürt anasını görmesin! Dolayısıyla bu şer cephesine yarayacak en ufak bir katkı, en hafif deyimle halkımıza karşı sorumluluğumuzun ihmali anlamına gelir. Gelin bu politikanızı gözden geçirin. Çünkü, öyle bir şer ekseni ki bu, aynı zamanda Kürdü Kürde karşı kullanma politikasını ortaya koyuyor.

Şu soru da güncelliğini koruyor: Güney Kürdistan hükümetiyle ekonomik ve siyasi açıdan dostluk ilişkisi geliştirmeye çalışan AKP, neden aynı dostluk ilişkisini kendi Kürtlerine, HDP’ye karşı göstermiyor?

Bunun anlamı şudur; Kürdün talebi HDP şahsında somut ete kemiğe büründüğü için bugün HDP hedef tahtasındadır. Toplum kahır ekseriyet HDP’nin arkasında olduğu ve HDP bu talepleri gündemleştirdiği, devlet açısından, AKP açısından bu şer ekseni tarafından yakın tehdit olarak görüldüğü için HDP hedef tahtasında ve şu anda cezaevindedir. Adımız HDP değil de bugün herhangi bir Kürdistani partinin adı olsaydı, eş başkanlarımız Demirtaş, Yüksekdağ değil de başka biri olsaydı yine cezaevinde olacaklardı. Dolayısıyla bu mesele bir HDP düşmanlığı meselesi değildir, HDP’nin fikriyatı düşmanlığı meselesidir. Ve bu özgürlük fikriyatı hangi partinin fikriyatı olursa olsun o güç kazandığında düşmanlaştırılacaktır ve yok edilmeye çalışılacaktır.

ŞENGAL’DE DERHAL KARŞILIKLI GERİ ADIM ATILMALI

Barzani’nin Türkiye ziyareti yandaş medyada olumlu karşılandı, ekonomik, siyasi işbirliğinin önemi vs anlatıldı, lakin Kürt bayrağının asılması “o paçavra nasıl göndere çekilir” gibi CHP’nin de dahil olduğu milliyetçi, ulusalcı kesimin sert tutumuyla karşılandı. Bir yanda dostluk, müttefiklik bir yanda “o paçavra asılamaz”… Bu bize Kürt fobisinde alınan mesafe açısından ne söylüyor?

İki boyutu var: Birincisi bu şer koalisyonun bir ortak paydası var, Kürdi değerlere tahammülsüzlük! Bu bir ortak paydadır ve bunun üzerinden yürüyorlar. Ama AKP’nin Hükümet etme biçimiyle alakalı ikinci bir boyutu daha var; AKP’nin Hükümet etme biçiminin özünde kullanma ve atma vardır. Tokalaştığı herkesin etinden sütünden istifade eder. Kürt halkının sembolü olan bayraktan da istifade etmeye çalıştı.

Nasıl?

Referandum boyutuyla istifade etmeye çalıştı ama bir de Şengal’de kendini gösteren Kürdü Kürde kırdırtma politikasıydı bu. Şu anda da öyle bir risk güncel olarak önümüzde duruyor. AKP Hükümeti son iki buçuk yıl içinde bu şer koalisyonuyla birlikte moral değerler açısından başaramadığını şimdi Şengal’e fitne ve fesadı sokarak başarmak istiyor. Çünkü Şengal’de fitne ve fesat başarılı olur, çatışma derinleşirse dört parçadaki Kürtlerin moral ve motivasyonu büyük bir zarar görmüş olacak. O açıdan da bu bir istifade biçimidir. Bu bir çökertme biçimidir. Peki bu istifade etme biçiminde sadece Ankara’nın mı payı var? Hayır. Açık söylüyorum Tahran’ın da, Bağdat’ın da, Şam’ın da eli var. Niye, çünkü Ortadoğu coğrafyası açısından hadiseye baktığımızda Kürtlerin özgürlük talebi beraberinde bir demokrasi talebi dinamizmini harekete geçiriyor. Değişim umudunu büyütüyor. Bu çökerse değişim umudu da çökecektir. Bu çökerse faşizm veya diktatörlük dediğimiz rejimin ömrünü uzatma, sistemini kanunileştirme imkânı elde edilmiş olacaktır. O nedenle, Türkiye referandumunda vereceğimiz hayır, aynı zamanda brakujiye hayırdır. Benim bu konudaki çağrım bir kez daha bütün Kürt halkınadır. Bu sorunun derinleşmesinin Kürde de, demokrasiye de, Ortadoğu barışına da en ufak katkısı olmayacaktır. Behemehâl en azından dondurulmalıdır. Bir tek fişek atılmamalı, bir tek insan hayatını yitirmemelidir. Diyalogla, hatta karşılıklı geri adım atmakla çözülmelidir, başka türlü çözme şansımız yoktur.

ORTADOĞU COĞRAYASINDA SÖZÜNÜ KÜRT HALKIYLA KURACAĞIN HUKUKLA GEÇİREBİLİRSİN

Rusya ve ABD’nin Türkiye’yi Suriye’de oyun dışında bırakması, Kürtler olmadan Suriye’de sulh sağlanamayacağının anlaşılması olarak yorumlanırken, “Kürtler Amerikan-Rus dengesini daha ne kadar sürdürebilir” tartışması da sürüyor. Buna “Türkiye’nin Kürt sorununun geleceğini referandum değil, Irak ve Suriye belirleyecek” tezlerini de ekleyerek son gelişmeleri nasıl okuduğunuzu soralım.

Kürtler dört parça Kürdistan’da her şeyden önce var olma mücadelesi veriyor. Varlık mücadelesi veren bir halkın nefes almaması için kim çaba sarf ediyorsa o halkın en doğal hakkıdır ki ona karşı demokratik mücadelesini versin. Her dört parça Kürdistan’ın sorununun çözümünün birbirinden farklı yönleri var. Moda mod aynı olmak durumunda da değil zaten. Burada dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Ankara’nın tutumu “Bizim Kürtlerin Suriye’de statü sahibi olmasına bir düşmanlığımız yok” noktasında olsaydı bugün görüşmeler Astana’da, Cenevre’de değil, Diyarbakır’da olacaktı. Van’da olacaktı. Ve emin olun 40 milyon Kürt Ankara’ya sempati ile bakıyor olacaktı. Ve iki yıldır kendi iç dinamiğimiz içinde bu kadar ölüm, bu kadar gözyaşı, bu kadar çatışma olmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Darbe mekaniğinin devreye girmiş olmasının, 15 Temmuz’da bir cunta kalkışmasının zemin bulmasının da en önemli nedeni yine budur. Ankara’nın bu politikası değişmediği müddetçe maalesef huzur olmayacak. Sen gerçekten Ortadoğu coğrafyasında sözünün geçmesini istiyorsan bu tankın topun silahın gücüyle değil, ancak ve ancak Kürt halkıyla kuracağın eşitlik ve kardeşlik hukuku üzerinden gelişecektir. Sen “Kürt özgürlüğünü görmesin” politikasını sürdürdüğün sürece kusura bakma Kürtler kim olursa olsun varlığını kendi varlığını tanımayan hiç kimseye armağan etmeyecektir. Emin olun Kürtlerin Ortadoğu’daki özgürlüğü, Ortadoğu halklarının da, Araplarının, Farslarının, Türkmenlerinin de demokrasiye kavuşması demektir.

REFERANDUMUN ERTELENMESİNİ BEKLEMEK İYİ NİYETLİ BİR YAKLAŞIM

“Referandum ertelenebilir” tartışmalarına nasıl yaklaşıyorsunuz? Evet oranının riske girdiğini gören AKP, Ümit Özdağ’ın ifadesiyle “kontrollü bir kaos yaratıp” referandumu iptal edebilir mi?

Maalesef 30 gün bu ülke için çok uzun bir zaman. Gidişatın hepimiz için kötü olacağı görülerek referandumun ertelenmesini “haydi gelin hep beraber yeni bir başlangıç yapalım” denilmesini beklemek, çok iyi niyetli bir yaklaşımdır, böyle bir şey olacağını düşünmüyorum. Bu toplumun ferasetinin ülkeyi yıkımdan çıkaracağına inanıyorum. Bütün engellemelere rağmen bunun da çabasını ortaya koyuyoruz. Bu yetkilerin, yasama, yürütmenin tek elde toplanmasına, kaymakamı, rektörü her şeyi belirleme yetkisinin tek kişide olmasına, bu yetkilerin Eş başkanlarım Demirtaş ve Yüksekdağ’a verilmesine de hayır diyorum. 17 Nisan’da diyelim ki bu paket kavgayla, gürültüyle, hileyle, çalmayla tasdik edildi. Dünyanın sonu mudur? Değil. Daha sıkı, daha çetrefilli, belki de bedeli daha ağır yeni bir mücadele süreci başlamış olacak. Demokrasi mücadelesi asla bitmeyecek. 90’larda da boyun eğmedik, bu yıllarda da eğmeyeceğiz. Ne zamana kadar? Bu ülkede özgürlük, demokrasi, hak ve hakkaniyet hakim oluncaya kadar.

Evrensel'i Takip Et