Suyu musluk değil, ticaret tüketiyor
Bugün, Birleşmiş Milletler’in (BM) 1993 yılında aldığı karardan bu yana 22 Mart, “Dünya Su Günü” olarak karşılanıyor.
Bugün Dünya Su günü. Birleşmiş Milletler’in (BM) 1993 yılında aldığı karardan bu yana 22 Mart, “Dünya Su Günü” olarak karşılanıyor. Bugün, konunun uzmanları ve yetkili kişiler televizyonlardan halka seslenecek: “Su kaynaklarımız tükeniyor, sularımız kirleniyor, insanlığı su kıtlığı bekliyor, su tasarrufu yapmalıyız” diye. Bunları dinleyen halk, su faturasını ödemekte zorlandığı için kıstığı musluklarını bütün bu olumsuzlukların sorumlusu hissederek biraz daha kısma yollarını arayacak. Peki tükenen su kaynaklarının sorumlusu evdeki damlayan musluğa göz yuman mı?
İşte veriler: BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, 1960’da OECD üye ülkelerinde tüketilen toplam suyun yüzde 12’si tek başına endüstriye aitti. Bu oran 2000’li yıllarda yüzde 59’a ulaştı.
Dünya Su Günü’nde dihaber’in sorularını yanıtlayan Ekonomist Gaye Yılmaz, “Suyun metalaşması dediğimizde yalnızca marketlerde plastik şişelerde satılan suyu değil, evlerimizde musluklardan akan suların da piyasa fiyatlarıyla satılmasını kast ediyoruz. Bu bağlamda, istemeyen veya gücü yetmeyen marketten su almayabilir, ama evdeki musluk suyunu maliyet yüzünden kullan(a)mamak düşünülebilir mi?” diye sordu.
‘SUYUN METALAŞMASI TÜM CANLILAR İÇİN YOKSUNLAŞMA’
“Suyun metalaşması” kavramı ile kast edilen bir başka durumun ise doğal su varlıklarının şirketlerin emrine tahsis edilmesi olduğunu söyleyen Yılmaz, “Ki bu yalnızca insanlar değil bu su kaynaklarında yaşayan tüm canlılar açısından bir yoksunlaşmadır” diye ekledi. Yılmaz, “Benzer şekilde, suyun metalaşması geçimlik tarımın son bulmasına yol açacağı için, kırdan kente göçün hızlanması, kent işsizliğinin daha da artması ve sermayenin kontrolüne geçen topraklarda endüstriyel tarımın başlamasıyla birlikte gıda güvenliğinin tamamen risk altına girmesidir” değerlendirmesinde bulundu.
BÜYÜK YANLIŞ: ‘BEDAVA OLURSA İNSANLAR SUYU FÜTÜRSUZCA HARCAR’
Çoğu insan tarafından suya bir bedel konulması kabul görüyor. Gaye Yılmaz, “bedeli olmazsa insanlar suyu fütursuzca harcar” şeklindeki tartışmanın doğru olmadığın söyledi ve ekledi: “Emek gücü tarafından üretilen ürünler ile doğanın sunduklarının bir bedel karşılığında satılması tasarrufu değil tam da tersi savurganlığı arttırır. Bunun en çarpıcı örneği bugün dünyadaki balık tüketiminin üçte birine eşit miktardaki balığın sadece paketleme standartlarına uygun büyüklükte olmadığı için ‘çöp’ olarak atılıyor olmasıdır.
‘SUYUN SATILMASI SAVURGANLIĞI ARTIRIYOR’
Yılmaz, suyun bir bedelinin olması tasarruf edilmesi değil aksine savurganlığına yol açtığını söyledi. Sermayenin kâr için daha fazla satış istediğine işaret eden Yılmaz, fakat su kaynakları ve şebekeleri üzerinde özel mülkiyetin tesis edilmesi yoluyla bu kaynaklar üzerinden kâr elde edileceği için suyun daha çok daha çok satılması, yani aşırı miktarlarda, savurganca tüketilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde su şirketlerinin ‘üretelim ama satmayalım’ demesi gerekir ki bu imkansızdır. Dolayısıyla suyun bir bedel karşılığında satılması tasarrufu değil, su savurganlığını artırır.”
‘SU TASARRUFU KÂRI KORUMAK İÇİN İSTENİYOR’
Su tasarrufu için, su tüketimine dair yayınlanan “kamu spotlarına” dikkat çeken Ekonomist Gaye Yılmaz, “Bu duyurular (kamu spotları) sanılanın aksine ortak bir iyiyi yansıtmaz, yalnızca devletin en fazla desteklediği sermaye fraksiyonunun hangisi olduğu bilgisini ele verir. Görünen o dur ki Türkiye’de devlet, su söz konusu olduğunda en fazla sanayinin ve hidroelektrik enerji sektörlerinin arkasındadır.
Bu bağlamda, kâr odaklı üretimi korumak ve desteklemek için halkın suyu tasarruflu kullanması istenmektedir” değerlendirmesinde bulundu.
BİR MİLYAR İNSAN TEMİZ SUYA ERİŞEMİYOR
BM’nin 2006 yılı İnsani Gelişim Raporundaki veriler gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 1.1 milyar insanın suya yeterli oranda erişimi olmadığını gösteriyor. Rapor, suya erişimin olmaması ile yoksulluk arasında organik ilişkiye dikkat çekiyor. Buna göre temiz suya erişimi olmayan her üç kişiden ikisinin günde 2 doların altında; üç kişiden birinin ise günde 1 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda. En temel sağlık hizmetlerinden yoksun 660 milyondan fazla insan günde 2 doların altında bir gelir elde ederken; aynı kategorideki 385 milyondan fazla insan da günde doların altında bir gelir elde ediyor.
Dünyadaki suyun sadece yüzde 2,5 tatlı su. Bu rezervlerin yalnızca yüzde 1’i kullanılabiliyor. Dünya Bankası ve Waternet gibi konuyla yakından ilgilenen birçok kurumun güncel verilerine göre ise dünya genelinde 1 milyardan fazla kişi kullanılabilir suya erişemiyor ve buna rağmen su talebi 2020 yılına kadar yüzde 40 artacak. Bun karşın 2030 yılında dünya yüzde 40 oranında bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağı öngörülüyor.
Öte yandan kirli su dünya genelinde her yıl başta çocuklar olmak üzere 10 milyon kişinin salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmesine neden oluyor.
‘HER ŞEYİN KÂR OLDUĞU SİSTEMDE SUYU KORUMAK İMKANSIZ’
Üretiminin ihtiyaca göre değil kâr için yapıldığı sürece suyun korunmasının imkansız olduğunu belirten Gaye Yılmaz şunları söyledi: “Tarımda 1950’lerde başlatılan ‘yeşil devrim’ toprakların ve yer altı sularının zehirlenmesine, toprağın aşırı derecede tuzlanmasına yol açarken; sanayi üretimine ağırlık veren merkez ülkelerde de en fazla yer altı su kaynaklarının tüketildiği biliniyor.
Fakat yer altı ve yüzey suları arasında simbiyotik bir ilişki var, hangisi azalırsa ötekini de azaltıyor. Yüzey suları savurganca kullanıldığında yer altı suları derinlere kaçıyor; yer altı suları sonuna kadar çekildiğinde yüzey suları azalıyor ve nehirler kuruyor. Dolayısıyla su kaynaklarının bu üretim koşullarında korunabilmesi imkansız.” (ANKARA)