25 Mart 2017 19:57

Referandum yaklaşırken bizim sözümüz

Gençlerin en büyük kaygısı gelecekleri iken ortada gelecekle ilgili iyi yönde tek bir değişiklik koyulmuyor önümüze.

Paylaş

Referanduma 1 aydan az zamanın kaldığı bu günlerde “evet” cephesi gerek kendi materyalleri ile gerek yandaş medya üstünden gerekse devletin bütün olanaklarını da seferber ederek propagandasının dozajını artırdı. Rüşvetlerle ve korku politikalarıyla, muhalefete yönelik saldırılarla da hem kendi tabanını saldırganlık üzerinden birleştirmeye hem de “hayır”ın sesini kısma çabasına devam ediyor.

Gençlik ise her zaman olduğu gibi okların hedefinde duruyor. Her fırsatta “genç nüfusumuz” ile başlayan cümleler kurulması boşuna değil. Gerçekten yapılacak her politikada genç nüfusun etkisi tartışılmayacak kadar büyük aslında. Referandumda 2 milyon 160 bin yeni seçmenin oy kullanacağı açıklandı. Türkiye nüfusunun yaklaşık %35’lik kısmını 16-34 yaş aralığındaki insanlar oluşturuyor. Ancak verilerle ortada olanın aksine gençlerin ülke yönetiminde hiçbir sözü yok denilebilir. AKP bunu 18 yaş safsataları ile sağlayacağını iddia ediyor. AKP evet kitapçığı üçüncü madde açıklamasına şu sözlerle başlıyor “Gençlerimiz Geleceğimiz” ve devam ediyor: “Gençlerimizin siyasette daha fazla görev almasını, daha fazla sorumluluk üstlenmesini istiyoruz. 18-24 yaş arasındaki gençlerimiz siyasette görev alabilecek, söz sahibi olabilecek.”

GERÇEKTEN BÖYLE Mİ OLACAK?

TBMM’nin seçilme yaşı 30’dan 25’e indirildikten sonra yaş ortalaması 50 olabildi. Gençlerin temsil oranı %1,6’da kaldı. Gençlik örgütleri, kulüpler, topluluklar çok büyük baskılar altında kalırken, özellikle OHAL sonrasında Türkiye’nin her tarafında gençlik dernekleri kapatıldı.

Aslında “Anayasa hazırlanırken fikri alınmış tek bir arkadaşımız var mı?” sorusunun cevabı bize bu değişikliklerin ne kadarının gençlik için yapıldığını gösteriyor.

Anayasa hazırlıklarını da bir kenara bıraktık bugüne kadar gençlere yönelik yapılan sınav sistemi değişikliklerinden tutalım da eğitim sistemi değişikliklerine kadar fikri alınan tek bir tanıdığımız var mı? Siyasette olması “istenen”, “güvenilen” gençlerin tek bir fikri iktidar politikasına yöne veren bir etmen haline geliyor mu?

Üniversitelerde dair nasıl seçildiği birçok yerde belli olmayan bir şahsın senatoda temsilci sıfatı ile oturması dışında tek bir gencin üniversite yönetimiyle bir ilgisi var mı? Bugün dair rektörlerden akademisyenlere hepsini tek adam atayıp görevden almıyor mu? Tek bir kulübün söylediği dikkate alınıyor mu?

Bu tablo bize gençlerin siyasete katılımının değil, bilinçsizce iktidar politikalarına yedeklenmesinin istendiğini tüm netliğiyle gösteriyor. Atölyede çalışan bir genç işçi mi yoksa fakültemizde okuyan bir genç öğrenci mi gidip milletvekili olacak? AKP’nin geleceği olan gençler kimler? Sorusunu bir kez daha sormak gerekiyor.

İSTİKRAR, KİMİN İSTİKRARI?

Aynı kitapçıkta bir sonraki maddenin açıklaması ise büyük puntolarla “Daima İstikrar” lafı ile başlıyor. Kitapçıkta bolca kullanılmış bu laf.

Peki, ne demek bu istikrar?

Hükümetin daha doğrusu cumhurbaşkanının 5 yıl boyunca kimseye hesap vermeden iş yapacak olması mı? Görevi bittikten sonra bile hiçbir konuda hesap vermeyecek olması mı? Erken seçim olmaması, koalisyon kurulmaması mı istikrar? Tek fikirle yönetilmek, başka hiçbir fikrim yönetimde söz sahibi olmaması mı istikrar?

AKP istikrarı böyle tanımlıyor. Ve evet bu istikrardır. Sömürüde, geleceksizlikte ve mahkumiyette istikrardır.

Özelleştirmelerle kamunun mallarını hayâsızca peşkeş çeken, gençlerin cebinden, geleceğimizin cebinden çıkan paraları fütursuzca kendi emelleri için kullanan bir iktidar var. Şimdi ise bu iktidarın “iki başlılığı” ortadan kaldırarak bu kararları “daha hızlı” almasının “istikrar” yaratacağı söyleniyor.

AKP’NİN “İSTİKRARI” GELECEKSİZLİK

Gençler için ise istikrarlı bir yaşamın ifade ettiği şey çok başka. Olması gereken istikrar iyi bir geleceğin istikrarıdır. İş, eğitim ve yaşam güvencesi olduğu bir ortamda bu istikrardan söz edilebilir. Ancak geçtiğimiz 15 yılda bize taşeron çalışmayı, kiralık işçiliği, mezarda emekliliği üniversitelerde dâhil niteliksiz bir eğitimi ve işsizliği dayatan bir iktidar var ortada. Genç işsizlikte TÜİK verilerine göre istikrarlı bir artış var. Oran %23 e ulaşmış durumda.

Bir yandan genç yaşta birilerinin yüksek çıkarları için savaşlarda, atölyelerde, fabrikalarda, iş yerlerinde ölürken sağlanacak istikrar ancak ölümün istikrarı olabilir.

Gençlerin en büyük kaygısı gelecekleri iken ortada gelecekle ilgili iyi yönde tek bir değişiklik koyulmuyor önümüze. “Bu yetkim olursa her şey iyi olacak” dan öteye giden bir söylem yok. Nasıl iyi olacak? Cevabı yok. Bu değişiklik geçerse asgari ücret mi artacak? Savaş mı bitecek? YGS'ye 09:46'da alınmayan arkadaşlarımızın geleceği mi iade edilecek? Atanamayan öğretmenler mi atanacak? Bunlar gibi daha binlerce sorudan hiçbirine verilen bir cevap yok. Ama kıdem tazminatının kaldırılacağı net, patronlara söz verildi bile.

İstikrar kelimesinin kendisi kısmi rüşvetlerin yanında ağır tehditleri içinde barındırıyor.

“Terör biter, savaş biter, güçlü Türkiye güçlü millet güçlü devlet olur darbe girişimleri ve vesayet tarihe karışır.” karşılaştığımız en büyük önermelerden. Bu önermelerin içinde barındırdığı şey aslında büyük tehditler. Hayır çıkması durumunda Terörün savaşın tırmanacağı, Türkiye’nin güçsüzleşip darbelere zemin hazırlanacağı iddia ediliyor.

BUNLARIN KARŞISINA NE KOYACAĞIZ?

Bütün bu safsata ve çarpıtmaların karşısına, söylemlerin yanlışlığının net bir teşhirini koymak ve bunu yaparken de aslında olması gerekenin ne olduğunu göstermek çok önemli.

Gençlerin siyasete katılmasının gerçek anlamının 18-19 yaşındaki 5-6 kişinin milletvekili olması değil, gençlerin kendi örgütlenmelerinin bulunduğu her alanda ülke yönetiminde söz sahibi olması olduğunu;

İstikrarlı olması gerekenin her geçen gün ilerleyen sömürü politikaları değil, bütün sosyal haklara, sağlığa, eğitime, iş güvencesine kayıtsız koşulsuz sahip olabilmek olduğunu;

Bugün bütün gücüyle bizleri sömüren emperyalist devletlere karşı “eyy” çekmenin bir itibar veya güç yaratmadığını, bir ulusal bilincin antiemperyalist, sömürü karşıtı, faşizm karşıtı bir çizgide oluşmadığı veya buna kanalize olmadığı müddetçe daha iyi bir geleceği yaratacak gücünün bulunmadığını vurgulamak şart.

GENÇLER OLARAK BİZ NE YAPACAĞIZ?

Hem referandum sürecinde hem de sonrasında iktidara ve politikalarına karşı net bir çizgi çekmek bugün bize düşen en büyük görevlerden. İşçisiyle, işsiziyle, öğrencisiyle bizlere dayatılan politikaların karşısında durmamız gerekiyor. İktidar tarafından her gün bağlamından koparılan sorunlarımızın ortaya koyulan çarpıtma çözümlerle değil, ancak bizlerin istediği doğrultuda çözülebileceğini, biz söz sahibi oldukça çözülebileceğini bilmek durumundayız.

Büyük küçük demeden tartışmalarımızın sıklığını artırmak, uygulayabildiğimiz yerlerde kulüplerimizle, topluluklarımızla gerek anayasanın içeriğini gerekse ülkenin içinde bulunduğu durumu ve sorunlarımızın çözümünü ortaya koymalıyız.

Bir mücadele hattının daha ileriden örülmesi, “nasıl olsa evet çıkar”, “daha bu ülkeden bir şey olmaz” gibi muğlak safsatalara kapılmadan, genişletilmesi gerekiyor. Sandıktan çıkacak bir “hayır”ın tek başına, daha ileri bir mücadele verilmeden güzel günlerin başlangıcı olacak bir milat olmadığı, çıkacak bir “evet”in de ülkede çöküşün başlangıcı olan bir milat olmadığı bilinciyle iki koşulda da hak ve kazanımlarımızı koruyucu, yenilerini elde edici bir hatla hareket etmek bizim yükümlülüğümüz. İşte bu mücadele hattını yaratacak olan gençliğin ortak sorunlarının gündeme daha sık gelmesi ve çözümlerin en geniş kesimle aranmasıdır.

GÜÇLÜ TÜRKİYE, GÜÇLÜ ÜLKE NEDİR?

Vatandaşlarının refah içinde ihtiyaçlarının tamamını kolayca karşılayabildiği, sağlıktan eğitime kolayca erişebildiği bir ülke midir güçlü ülke? Yoksa “Eyy şura, eyy bura!” diye her yere bağıran ancak söylemden öte kimseye karşı hiçbir yaptırım uygulayamayan, bunun yanında uluslararası itibarını da her gün daha da zedeleyen bir ülke midir?

“Güç, güçlü ülke, güçlü millet, güçlü irade” laflarıyla ulusal bilincin faşist ve gerici politikalara yedeklenmesiyle “evet”in gücü artırılmaya çalışılıyor. Hollanda ve genelinde AB ile yaratılan krizler bu ihtiyacı karşılıyor. Oy aşkına yaratılan yapma krizlerin kendi cephelerine yazdığını AKP milletvekilleri, saray sözcüsü gazeteciler, bakanlar, Binali ne kadar uyarsa da sürekli dile getiriyor.

“Evet”e gelecek birkaç puanlık artış uğruna zaten çöküş noktasındaki dış politika iyice çürütülüyor. “Evet” ile ülkenin çıkarları arasında doğrudan bir zıtlık olduğunu en iyi ortaya koyan örneklerden biri de bu.

Ulusal bilincin gerici emellere yedeklenmesi yolunda, “evet”e yedeklenmesi yolunda her yol mübah bulunuyor. Erdoğan, “Yeni Çanakkale zaferleri olmasın diye ‘hayır’ diyorlar.” ifadelerini kullanıyor.

ÖNCEKİ HABER

Şu gençlik meselesi

SONRAKİ HABER

Rota

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa