Aynur’dan kadınlara selam var
Sanatçı Aynur Doğan’a Akdeniz Müziği Ustası ödülü verildi. Bu ödül, aynı zamanda doğadaki bütün seslere verildi...

Özgün E. BULUT
Birkaç taş evden oluşan bir köy görüntüsü geliyor gözlerimin önüne. Evlerin altında hayvanların konulduğu ahır... Oradan dışarı çıkan keçiler, kuzular ve onları önce seven, sonra otlatmaya götüren bir kız çocuğu… Sessizliğin ortasında çok sesin olduğu bir ortam bu. Yaprak hışırtısından, ağustos böceğinin sesine, ot sesinden karınca sesine kadar bir incelik var. Pepuq kuşunun çığlıkları kızın yüreğine inen bir ağıt. Parçalıyor çocuğun ciğerlerini. Dersim toprakları o gün, o kız çocuğuna doğanın bütün seslerini armağan etti ve o da dünyaya Pepuq kuşunun sesini taşıdı. Benim gözümde dünyanın her köşesine kanat çırpan bir Pepuq’tur o. Yaşar Kemal’e göre ise, ‘sesi dağlardan aşağı inen binlerce keçinin sesi kadar güçlü’ bir sestir o. Aynur Doğan’dan söz ediyorum.
AKDENİZ MÜZİĞİ USTASI ÖDÜLÜ
Kürtçe müziğin en önemli seslerinden biri olan Aynur, gürültüsüz, sessiz sedasız bir şekilde dünyanın prestijli müzik okullarından olan ABD’deki Berklee Müzik Okulu tarafından geleneksel olarak verilen Akdeniz Müziği Ustası ödülüne layık görüldü. Layık görülmesinin nedenini de Enstitünün sanat direktörü Javier Limón; “Aynur gibi kariyeri boyunca pek çok zorlukla karşılaşan ve arayışını sabırla sürdüren büyük yeteneklerin farkına vararak, gelecek kuşaktan kadın müzisyenler için bir örnek oluşturmaya çalışıyoruz” şeklinde açıkladı. Bu sözdeki en önemli vurgu, kadına ve zorluklarla karşılaşmaya dairdir. Zorluk sözünden birkaç yıl öncesine gittim. 2011 yılında İKSV tarafından düzenlenen İstanbul Caz Festivali kapsamında sahnede Aynur vardır. Müziğin birleştirici sesine rağmen, sırf Kürtçe okuduğu için sahnedeyken kendisine pet şişeleri, minderler atılan, yuhalanan o kadın, bugün dünyanın en önemli müzik ödüllerinden biri ile onurlandırılmıştır.
Dilin alabildiğince kirlendiği dönemleri geride bırakmamız gerekirken, daha da kirli söylemlerle karşılaşıyoruz her geçen gün. En kışkırtıcı ve sert ifadeler, Kürtçe karşısında daha da büyüyor. Sadece Kürtçenin değil, Türkçenin de en hakiki seslerinden biri sahnedeyken, izleyici caz sever(!) olunca da bir şey fark etmiyor. Uzun zamandır söyleyip duruyoruz. Bu ülkenin bazı demokratları, muhalif gibi görünen bazı insanları, içlerinde biriktirdikleri öfke perdelerini, en küçük fırsatta dışarıya vurmada zorlanmıyorlar. Liberali, İslamcısı, Ulusalcısı aynı ses rengiyle çok rahat bir şekilde öfkelerini ortaklaştırıp, gencecik insanların ölümleri üzerinden şiddetin dilini vazgeçilmez bir seçenek olarak sunabiliyorlar. Evrensel değerlerin ilk sıralarında yer alan müzikal bir ortamda bunlar yapılıyorsa varın sokaktaki enkazı siz düşünün artık.
ACININ YÜKÜNÜ TAŞIYAN BİR DİL
Aynur’u Azerbaycanlı dünyaca ünlü caz piyanisti ve müzikolog Salman Gambarov’un piyanosuyla, Cemil Qoçgiri’nin de tembur ve bağlamasıyla eşlik ettiği bir konserde dinlemiştim. Aynur o konserde bazen Dengbej oldu, bazen Türkçenin sularında gezdi, bazen Kırmanckinin hüznünü aktardı. Tümünde de tüyleri diken diken etti. William Saroyan’ın anneannesinden aktardığı şu söz ile söylemek istediğimi sanırım daha iyi ifade edeceğim. “Kürtçe dedi anneannem, kalbin dilidir. Türkçe, müziktir. Bir şarap deresi gibi akar, yumuşak, tatlı, parlak. Bizim dilimiz, diye bağırdı, acının dilidir. Ölümü tattık hep; dilimizde nefretin, acının yükü var.” Aynen de bu duygularla söyledi, coşturdu, hüzünlendirdi. Ermeni dili yerine Kırmanckiyi koyabiliriz. O da ölümü tadan, acının yükünü taşıyan bir dil.
Aynur müzik kariyeri boyunca hep arayışlar içinde olan bir sanatçı oldu. Yaptığı müziği ileri taşımanın, söylediği dilin ezgilerini bozmadan, değiştirmeden kalıcılaştırmanın peşinden koştu sürekli. Gereksiz süslemelerden sakınarak, gırtlağının zenginliğinden faydalandı ve aynı zamanda kadının gücünü, kalbini ortaya koydu. Hatta müziğinin ana omurgasının kadın oluşturdu.
Akdeniz Müziği Ustası ödülünü alan Aynur’a verilen bu ödül, aynı zamanda doğadaki bütün seslere verilmiştir. Dersim’in bir köyünde doğup, oradaki sesleri ruhuna taşıyan Aynur’u buralara getiren süreç elbette yaptığı müziğe ruhunu veren o sesler ve yaşamsal dokudur. Orada Alevi inancının deyişleri, masalları, şiirleri ve mitleri vardır. Orada Mezopotamya güneşi vardır. Orada Anadolu’nun aşıklık geleneği vardır. Orada yüzyıllardır akan geleneksel türküler vardır. Ezilen halkların acıları, hayatları vardır
Aynur, ortak acılardan ortak sevinçler yaratan bir değerdir. Müziğine geleneksel seslerin yanına umudun, barışın, vicdanın seslerini de taşımıştır. O, Dersim’den uçan bir hikayedir. Uzun bir hikayedir. Kanatlarında ağır bir yük olmasına rağmen, kalbindeki aşkla ruhunu doldurmuştur. Uçan bu aşkın ağırlığıdır.
Evrensel'i Takip Et