Madalyonun iki yüzü: Akademide çürüme ve kıyım
Selin Pelek, barış imzacısı akademisyenlerin ihracını, akademideki çürüme karşısında ne yapılması gerektiği üzerine yazdı.

Selin PELEK
Her rejim değişikliği akademik bir müdahaleyi içinde barındırır. Üniversiteye bir harekat başlamışsa bilin ki düzen kabuk değiştiriyordur. Değerli hocamız Korkut Boratav’ın izleğiyle özetleyelim: Babası 1948’de soğuk savaş döneminde, kendisi 12 Eylül’de, asistanı AKP rejiminde -atılmıştır demek yetersiz- siyasi tasfiyeye uğramıştır. Devlet büyüklerinin saati hiç şaşmaz: Ne zaman ki tepelerde bir sarsıntıdır başlar, aşağıya aka aka gelir sizin küçük ofisinizi, dersliğinizi, dosyanızı bulur. Raporlar yazılır; görüşler alınır. Sivriyseniz sınıfı geçemezsiniz.
MİLLİ BİR ÜNİVERSİTE?
Barış metni imzacılarına ve sendikacı arkadaşlarımıza uygulanan kıyım ile perçinlenen kökü dışarıdaki hainlere karşı milletin has evlatları ikiliği söz konusu üniversite gibi evrensel değerlerden beslenmesi gereken bir kurum için absürtlüğü aşıp trajediye dönüştü. Acıklı karşılaştırmalar mümkün: Bilindiği gibi 20. yüzyılın en büyük filozoflarından Heidegger, Nazizm’e destek verir ve 1933’te Freiburg Üniversitesi’nin rektörü olur. Bu dönemde Hitler, Alman üniversitelerinde bir tasfiyeye girişmiş binden fazla tehlikeli akademisyen görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Heidegger ünlü rektörlük konuşmasında akademik özgürlük kavramının artık yerini Alman öğrencilerin geleceğe yönelik sorumluluk ve hizmetine bıraktığından bahseder. Millete saygı ve üstün Alman halkının misyonunu gerçekleştirmek üniversitenin en önemli yükümlülükleridir.
Elbette Alman halkının misyonundan kasıt, parti-devletin çıkarlarıdır ve faşizme kitlesel destek verenler o çıkarların kendilerininkiyle örtüştüğüne inanmıştır. Çünkü faşizmin başarısı, sapkın bir ideolojinin ve rejimin elitlerinin güçlenmesinin halkın çıkarına olduğunun benimsetilmesindedir.
Oysa halkın çıkarına adanmış bir üniversite ancak ve ancak akademik ve idari özerklikle sağlanabilir. Çelişkili gibi gözükse de kendini çoğunluğun ya da tepedeki azınlık tarafından yönlendirilen/ikna edilen bir çoğunluğun- taleplerine göre ayarlayan üniversiteden ancak “evet efendim sepet efendim” diye eğilip bükülen rektörler, araştırma yerine yazılan jurnalci istihbarat raporları çıkar. Bugün Türkiye üniversitelerinin hali ahvali budur. Liyakat yerine biatle yükselmiş, toplumdaki saygınlığını kaybetmiş entelektüel sorumluluktan uzak akademisyenlerden başkasına yerleri yoktur.
BİR GARİP ‘PİYASACILIK’
İçi boş hamasi bir milliliğe eşlik eden piyasa mitlerini de es geçmemek gerek.
Kamusallıktan uzaklaştırılan sermaye işbirliğinin özendirildiği bir üniversite pratiğinin hem YÖK hem de Batı tarafından murat edildiğini biliyoruz. Ancak Türkiye özelinde patronlara kötü haber: Niteliksiz bilgi yığınına dönüşen üniversitelerde işleyebilecek tek piyasa “parayla tez yazdırma” piyasasıdır. Çok özendirilen rekabetin geçerli olduğu iki alansa iktidara daha fazla yaranmak ve kadro için bulunan torpilin büyüklüğüdür. Bu nedenle, etkinlik, şeffaflık, verimlilik gibi piyasanın süslü laflarıyla getirilen her yenilik hızla çürüyen sistem tarafından öğütülmektedir. Torpili engellemek için merkezi sınav koyup, kendi adamları giremeyince mülakat getirmek ve mülakatta AKP’nin 2023 hedefleri üzerinden akademisyen seçmek bu üniversitelerin marifetidir. Özel sektöre özenip, performansa dayalı ölçümle akademik teşvik primi vermeye kalkan YÖK, şimdilerde “sen ben bizim oğlan” konferanslarından alınan ödülleri “değerlendirmekle” meşguldür.
NE YAPMALI?
Barış imzacılarının ve iktidara muhalif sendika emekçilerinin kıyımıyla gündeme gelen alternatif üniversiteler bu çürük çarkların dışında da bir akademinin var olabileceğini göstermeye çalışıyor. Ankara’da, Kocaeli’nde, Mersin’de kurulan ve büyük özveriyle devam eden dayanışma akademileri bu baskı günlerinden geleceğe aktarılacak yüz akı bir bakiye olacaktır. Ancak, büyük oranda emekçilerin vergileriyle kurulmuş, kamu bütçesinden devasa paylar alan ve bugün parti devletin çiftliğine dönüşmüş üniversiteler “zaten bitmişlerdi, ne halleri varsa görsünler”in ötesinde kurtuluşu için mücadele edilmesi gereken kurumlardır. Bu hiç değilse vergileriyle bu üniversiteleri besleyen halka karşı bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Eğitim alanını bir bütün olarak görüp üniversitedeki tasfiyeleri, 4+4+4 düzenlemesi ile birleştirebilmek; dağa taşa açılan imam hatipler ile tez yazma şirketleri arasındaki mesafenin ne kadar yakın olduğunu anlatabilmek hem akademiyi kurtarmanın hem kamucu, nitelikli bilgi üretebilen yeni bir eğitim modelini tartışmanın ilk adımı olarak gözükmektedir.
Evrensel'i Takip Et