Adana’nın Fatoş Ablası: Fatma Albay Şık
Fatoş Albay Şık, iki soyadını da kullanmayı tercih ediyordu, beş altı eli olan kadınlardandı. Bir yandan çalışan, bir yandan üç çocuk büyüten...

Ayşegül TÖZEREN
Yazar Özcan Karabulut’la tanıştığımız günden beri onun öykülerini, romanlarını okumanın ötesinde, yeni bir dünya keşfetmiştim. Adana’nın ODTÜ’lü abisinin yazarlıktan önceki yaşamını, onun Adana’sını dinlemek... Kentin efsanevi belediye başkanı Ege Bağatur’u anlatmayı çok sever. Ege Bağatur, bir hukukçudur, yetmişli yıllarda belediye başkanı seçilir. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üzerine gider, rivayet odur ki, bir gün torpil istemeye makamına geldiğinde annesini bile dışarı çıkarır, talebini reddeder. Aykırı yollardan edinilen kazançlara karşı mücadele eder. Kent merkezindeki İnönü Parkı’nı haksız hukuksuz biçimde işgal eden, dönemin kabadayısı Süleyman Sırrı Prodan, belediye meclisindeki görüşmeler sırasında belediye başkanını, yardımcısını ve meclis üyelerini kurşunlar. Belediye Başkanı Ege Bağatur ve yardımcısı bir başka hukukçu Ahmet Albay ağır yaralanır. Ancak Ahmet Albay, uzun bir süre sonra hastanede yattıktan sonra iyileşir. Özcan Karabulut, bana bu sırada Ahmet Albay’a nasıl her gün hastaneye yemek taşıdığını uzun uzun anlatır. Benim yazım, onun anlatışına göre kuru olsa da devam etmeliyim.
ADANA’NIN HALK KAHRAMANLARI
Ege Bağatur ve Ahmet Albay, Adana için halk kahramanlarıdır. Ahmet Albay, silahlı saldırıdan sonra cesaretle hukuksuzlukların üzerine gitmeyi sürdürür. Maraş Katliamı’nın müdahil avukatlarındandır. Bir kez silahlı saldırıya uğrayıp, ölümden dönmesine rağmen hangi ocağa ateş düşmüşse, elini uzatır, söndürmeye çalışır. Ancak Maraş Katliamı’nda müdahil avukat olmasının ardından 7 Nisan 1980’de saldırıya uğrar ve bu kez kurtarılamaz. 3 Mayıs 1980’de yaşamını yitirir. Ahmet Albay’ın en az kendisi kadar gözü pek bir kız kardeşi vardır. Ailenin ilk çalışan kadını: Fatma Albay... Adana’nın Fatoş Ablası. Bizim tanıdığımız ismiyle Fatma Albay Şık. İlk çalışan kadındır, babası çalışmasına karşı çıktığında rest çekmesini bilir. Dahası abisi Ahmet Albay gibi o da politikaya sıcaktır. Abisinin yolundan gider, o da CHP’den siyasete girer, kadın kollarında çalışmaya başlar. Ahmet Albay’la aynı ismi paylaşan ve bunun hiçbir zaman tesadüf olmadığını düşündüğüm bir Ahmet daha vardır. O yıllarda küçüktür. Ama dayısı gibidir, inandıklarından geri çevirmek zordur.
Ahmet Şık, bir halk kahramanının Ahmet Albay’ın yeğenidir; Adana gelse, inandığı yoldan döndürülemeyecek Fatoş Abla’nın oğludur. Belki bu yüzden ne gözaltına alınırken, ne hapse götürülürken, ne tahliye olduğunda, ne de tahliye olduktan sonra sözünü sakındı ve tekrar Silivri Hapishanesi’ne götürülürken de susmadı. Dokunan yanar, dedi ama yanacağını bilse de dokunmaktan çekinmedi.
BİR KAHRAMAN DAHA: FATMA ALBAY ŞIK
Adana’ya, Ege Bağatur’a, Fatoş Albay’a, Ahmet Albay’a ilişkin anılar zihnimdeyken, Özcan Karabulut’la Antalya Edebiyat Günleri kapsamında bir öykü panelindeydik. Özcan Karabulut’un bir önceki geceyi anlatışı kulağıma çalınmıştı. “Fatoş Ablaları görmeye gittim.” Bir an düşündüm, o Fatoş Abla, Adana’dan herkesin, Özcan’ın “babasının bile” çekindiği gözü pek Fatoş Abla olabilir miydi? Panelde günümüz öykücülüğünden söz etmeye başlayacakken durdum:
“Bugünlerde şiirden de, öyküden de, romandan da söz edecek olsak, 152 gazetecinin hapiste olduğunu unutabilir miyiz?” dedim ve bir kadının yüzündeki çizgilerin acıyla kıvrıldığını ve bir damla yaşın akmasına engel olamadığını gördüm. Evet, Özcan dün akşam Ahmet Şık’ın annesinin, babasının evine ziyarete gitmişti. Dahası, Fatoş Abla paneldeydi, bizi izliyordu. Heyecanlandım, konuşurken, ellerim titriyordu. Fatoş Abla benim için halk kahramanı gibiydi. Belli ki abisinin adımlarının izinden gidebilecek cesaretteydi, çocuklarını da öyle yetiştirmişti. Hemen Özcan Karabulut’tan beni tanıştırmasını istedim. Tanıştırdıktan sonra da Antalya Edebiyat Günleri boyunca ayrılmayacak, kâh ülkenin halinden, kâh Ahmet Şık’tan söz edecektik.
Ahmet Şık’ın ikinci kez tutuklanışında saatlerce su verilmeyişine söz geldiğinde, söyleyecek laf bulamıyordum. Fatoş Abla, her zamanki metanetiyle bunu duyduğunda, Ahmet Şık’a su verildiğini duyana kadar onun da hiç su içmediğini söyledi. Oğlu tecritte olduğu sürece, Fatoş Abla su grevi yapmıştı kendi kendine... Sustum, sustum...
Fatoş Albay Şık, iki soyadını da kullanmayı tercih ediyordu, beş altı eli olan kadınlardandı. Bir yandan çalışan, bir yandan üç çocuk büyüten, bir yandan da tek başına düğün sofraları kuran... Antalya Edebiyat Günlerine katılan herkesi evine kahvaltıya davet etmişti. “Biz en az elli kişiyiz” dememiz, onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ev çok geniş değil, ama gönlümüz geniş, diyordu. En sonunda Fatoş Abla’yı, kaldığımız otelde birlikte kahvaltı yapmaya ikna ettik. Bu sefer de, kahvaltıya öyle güzel kahvaltılıklar getirmişti ki... Herkesin gözleri parlamıştı. Sıkmalar, humuslar... Bize ikram ederken, hangilerini Ahmet’in çok sevdiğini de anlatıyordu. Aklının bir köşesi hep Silivri’deydi.
CÜMLE DARDA OLANA ÖZGÜRLÜK!
Antalya Edebiyat Günleri’ndeki son panel, Yayımlama Özgürlüğü üzerineydi. Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celal ile birlikte konuşacaktık. Dinleyiciler arasında Ahmet Telli, Özcan Karabulut ve Fatoş Abla da olunca bir foruma dönüşmesi kaçınılmazdı. Son söz, Fatoş Abla’nındı... “Bir oğlum Silivri’de... Cümle darda olana özgürlük diliyorum. Tutuklu gazetecilere özgürlük!” dedi. Salondan alkışlar yükselirken, döndü, bir diğer oğluna, Bülent’e baktı. “Bir oğlum da Barış Akademisyeni olduğundan ihraç edildi. Ben de barış istiyorum. Barış, barış, barış!” diye bitirdi. Salonda gözyaşlarıyla alkışlar birbirine karışmıştı. Antalya Edebiyat Günleri, Akdeniz’in ve edebiyatın ruhuna uygun biçimde bitiyordu. Özgürlük ve barış talepleriyle...
Edebiyat Günleri’nin yorgunluğunu atmak için hep birlikte oturmuşken, çantamda birkaç gün önce tutuklu gazetecilere atmak için aldığım kartpostallardan kaldığını fark ettim. Kartpostallar sanki Antalya’dan tutuklu gazetecilere gönderilmek üzere bekliyordu.
İlk Ahmet Telli kalemi eline aldı.
“Sevgili Turhan Günay,
Antalya’dayız üç gündür. Üç gündür özlemle anılıyorsun.” diye başladı. Turhan Abi’siz ne edebiyat günleri oluyor, ne türkü dinleniyordu. Sıra Ahmet Şık için yazmaktaydı...
Özcan Karabulut, “Kardeşim, bir an önce özgürlüğüne kavuşmanı diliyoruz. Seninleyiz,” diye yazmıştı. Ben annesinin fısıltısını aktardım: “Annen “canım annem” diyor.
Şimdi, kartlar önümde... Antalya Edebiyat Günlerine katılan sanatçıların, yazarların tümü gökyüzünden bir parça koparmış, maviliği sözcükleriyle kartlara yansıtmışlar. Evet, kartlar önümde... Daha önce de mektuplar, kartlar göndermiştik, ulaşmamıştı. İçimde bir umut... Belki bu kez, bu kez ulaşır deli dalgaların sesi...
Evrensel'i Takip Et