Venezuela’da ne oluyor, ne olmuyor?
Venezuela’da yüksek yargının meclisi yetkisiz ilan etmesi, var olan siyasi krizi derinleştirdi. Peki bugüne nasıl gelindi?
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Venezuela Yüksek Mahkemesi (TSJ) 29 Mart’ta, anayasaya uymadığı gerekçesiyle ulusal meclisin yetkilerini geçici olarak üstlendiğini ilan etti. Yüksek yargının, çoğunluğu sağ muhalefetin elindeki meclise darbe yaptığı iddiası çok iddialı. Yargı bir buçuk yıldır uyarıyordu. Ama meclisi yöneten sağcılar aracılığıyla ve ABD desteğiyle yürütülen bir hükümet darbesi ihtimali, yüksek yargının kararının da sağladığı propaganda desteğiyle, gerçek olmaya bir adım daha yaklaştı.
Yüksek mahkemenin, daha sonra geri almak zorunda kaldığı bu kararı, 1999’da Chavez aracılığıyla sol, sosyal demokrat siyasete kaptırdığı iktidarını geri almaya çalışan Venezuela burjuvazisi için “Allah’ın son lütfu” oldu. İlk lütuflar, sosyalizm iddiasını, en temel ilkelerini dahi hayata geçirmeyerek mevcut iktidar tarafından sunulmuştu zaten.
İLK SORUN ARALIK 2015’TE
Bu özet yeterli değil tabii; ülkedeki gelişmeleri ve sosyal demokrasinin sınırlarıyla emperyalizmin saldırıları arasına sıkıştırılan Venezuela emekçilerinin durumunu daha sağlıklı anlayabilmek için son birkaç yılda meclis ile yargı arasında neler olduğuna biraz daha yakından bakalım.
29 Mart’taki yargı kararının temeli Aralık 2015’e dayanıyor. 6 Aralık 2015’te Venezuela’da parlamento seçimleri yapıldı. Demokratik Birlik Masası (MUD) adı altında birleşen sağcı ve liberal partiler, mecliste milletvekili çoğunluğunu kazandı.
Amazonlar eyaletinde ise MUD milletvekillerinin oy satın alma yoluyla seçime hile karıştırıldığı iddiaları gündeme geldi. Amazonlar eyaleti valilik sekreterinin, seçmenlere muhalefetin adaylarına oy vermeleri için para teklif ettiği ses kayıtları ortaya çıktı. Sekreter, tutuklandı. Yüksek Mahkeme (TSJ) bu bölgedeki seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Bölgeden seçilen 4 kişinin de milletvekilliğini düşürdü.
MESELE 3-5 VEKİL DEĞİL
Bu 4 kişiden 1’i, Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun partisi, yani hükümet partisi PSUV (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) milletvekiliydi. İkisi MUD milletvekiliydi ve sonuncusu da yerli topluluklar kontenjanından ve yine MUD desteğiyle seçilmişti.
PSUV milletvekili karara uydu, vekillikten çekildi. Diğer üçü yüksek mahkeme kararına uymayı reddetti. Aynı şekilde meclisin sağcı çoğunluğu da yine ülkenin en yüksek yargı organının kararına uymadı ve bu üç vekil ocak 2016’da milletvekili yeminlerini etti.
Mahkeme bir kez daha yeminlerin geçersiz olduğunu ilan etti, uyardı. Ancak 3 vekil temmuzda mecliste bir kez daha yemin ederek TSJ kararını bir kez daha tanımadılar. Ve sağcı partiler yüksek yargı kararını reddederken hiçbir uluslararası medya kurumu ya da ülke lideri “yargıya darbe” açıklaması yapmadı.
Yüksek mahkeme temmuz 2016’da meclisin anayasaya uymadığını, aldığı ve alacağı kararların geçersiz olduğunu açıkladı. Bunun üzerine PSUV, yani hükümet milletvekilleri de meclis oturumlarını boykot etmeye başladı. Sağ-liberal çoğunluk ise meclis oturumlarına ve kararlar almaya devam etti.
MADURO’YU DEVİRME GİRİŞİMİ
Venezuela sağı, en büyük ve en yaygın medya kuruluşlarının desteğiyle bu arada başka şeylerle de uğraşıyordu; örneğin görev süresi 2019’da sona erecek Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu meclis kararıyla devirme girişimiyle.
Venezuela Ulusal Meclisi, 9 Ocak 2017’de, Maduro’nun ekonomik kriz karşısında yapması gerekenleri yapmayarak “görevini bırakmış olduğu”nu ilan etti. Anayasa’ya göre 30 gün içinde devlet başkanlığı seçimlerinin yapılması gerektiğini açıkladı. Yani yüksek mahkemenin anayasa uyarısını tanımayan meclis, işine geldiğinde anayasaya sığındı. Uluslararası medya ve batılı liderler, bu karar için de ‘darbe’ iddiasında bulunmadı, aksine destekledi.
Yine meclis bu arada hapisteki faşist siyasetçiler için af yasaları çıkarmak için çalıştı.
SON ÇATIŞMA PETROL RANTINDAN ÇIKTI
Yüksek mahkeme ile meclis arasındaki çatışmada zirveye, Venezuela devleti ile yabancı petrol şirketlerinin ortak hisse sahibi olacağı petrol şirketleri kurulması için ulusal meclis kararı alınmasına gerek olup olmadığı tartışmasıyla ulaşıldı.
Venezuela hükümetinin bir suçundan bahsedilecekse, bu, ülke petrolünü bir kez daha çok uluslu şirketlerin hizmetine açma girişimi olmalı. Ya da krediler ve ticari anlaşmalar aracılığıyla ABD emperyalizminden kurtarıldığı iddia edilen ülkenin nasıl Çin emperyalizmine zincirlendiği de olabilir...
Bu arada birkaç petrol istatistiği verelim, 2016 rakamlarına göre Venezuela petrolünün yüzde 60’ı Çin ve Hindistan’a satılıyor.
Çin’e satılanlar çoğunlukla alınan borçların ödemesi. Yüzde 20’si ise, evet hâlâ, ABD’ye satılıyor. Venezuela’nın ihracatının yüzde 76’sını petrol oluşturuyor. Ülkenin en büyük geliri de, fiyat düşüşüne rağmen petrol. Petrol rantı, Venezuela üzerindeki iktidar savaşlarının önemli nedenlerinden biri.
Diğeri Latin Amerika’yı siyasi olarak yönetmek. Venezuela’nın ‘düşmesi’ ve ABD destekli neoliberal bir hükümetin kurulması demek, Latin Amerika’da bir süredir sosyal demokrat hükümetlerin müttefikliğinde zayıflayan ABD çıkarlarını yeniden ve daha güçlü tesis etmek demek.
VE ALLAH’IN LÜTFU DEVREYE GİRDİ
Mahkeme-meclis krizine geri dönersek; yüksek mahkeme kararını anayasa maddelerine dayandırmasına rağmen PSUV destekçisi yargı yetkilileri dahi bu eylem karşısında ikiye bölündü. Cumhuriyet Başsavcısı Luisa Ortega Díaz, mahkemenin böyle bir yetkisi olmadığını ilan etti. Eski cumhuriyet savcısı “var” dedi.
Bu arada kimi analistler, mahallelere kadar inen halk örgütlerinin zayıflaması ve halkın politikaya bu örgütlü katılımının düşmesiyle ordunun iktidarın elindeki en güçlü araç haline geldiğini, ancak ordu içinde dahi bölünmelerin olduğunu ileri sürüyor. Muhalefet liderlerinin de birkaç kez “Orduyu ülkeyi savunmak için göreve” çağırması da bundan kaynaklı.
Bölgedeki, kimi doğrudan ABD iş birlikçisi hükümetler ise, Brezilya, Arjantin, Meksika, Kolombiya, Şili, Guatemala ve Panama hızla Venezuela’yı kınayan açıklamalar yaptılar. Peru, büyükelçisini geri çağırdı. Trump yönetimiyle de-mokrasinin(!) zirvesine ulaşan ABD’den de “Venezuela demokrasisi”ne uyarılar geldi.
İKİ YÜZLÜ ‘DEMOKRASİ’
ABD’nin bölgeye siyasi müdahale örgütü, Amerika Devletleri Örgütü (OAS) Venezuela’ya ‘demokrasi kartı’ gösterilmesini tartışmaya başladı. Bu, Venezuela’nın örgütten atılması anlamına geliyor. Birleşmiş Milletlerin Latin Amerika versiyonu diyebileceğimiz ve 1948 yılında kurulan OAS’ın merkezi Washington’da. İşlevini anlamak için, 35 üyeli örgütün bugüne kadar ‘demokrasi kartı’nı bir kez Küba için 1962 yılında göstermesine ve “komünist” olduğu gerekçesiyle Küba’yı örgütten atmasına bakmak yeterli.
OAS, 1965’te ABD askerleri Dominik Cumhuriyeti’ni işgal ettiğinde ya da 1973’te Şili’de, devlet başkanını öldürerek iktidarı ele geçiren askeri cuntaya da sessiz kalmış.
Yetmemiş, 1976’daki OAS Zirvesi askeri diktatörlükle yönetilen Şili’de yapılmış. Örgütün bugün kıtada “ABD sömürge bakanlığı” olarak nitelendirilmesi haksız değil.
MADALYONUN DİĞER YÜZÜ
Venezuela’da çok uzun süredir siyasi ve ekonomik kriz yaşandığı ve giderek derinleştiği bir gerçek. Bu krizi yaratan, kullanan ve zaman zaman sokak şiddetini de kışkırtarak büyütenin, asıl olarak ABD destekli sağ liberal muhalefet olduğu açık. Venezuela’da hükümeti ele geçirme meselesi, kendisi de ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşan ABD emperyalizmi için giderek daha acil bir ihtiyaç haline geliyor.
Ancak bu duruma zemin yaratan da 18 yıllık sosyal demokrasi iktidarının, ülkeyi iddia ettiği gibi devrimle değil reformizmle yönetmesi olduğu da inkar edilemez. Venezuela emekçilerinin sosyal ve siyasi hayatlarını önemli ölçüde iyileştiren bu yöntem, sınırlarına ulaşmış durumda.
Çok kısa hatırlayalım; Hugo Chavez 1999’da devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. En büyük gelir kaynağı petrol ulusallaştırıldı; gelirleri sağlık, gıda, konut, eğitim gibi büyük ve yaygın sosyal projelere aktarıldı. Yoksullukta önemli iyileşme sağlandı. Emekçilerin ücretleri yükseltildi. Demokratik haklar genişletildi. Genel olarak halkın mahallelerden başlayarak politik hayata örgütlü katılımı artı. İşçi, emekçi, köylü ve yerli toplulukların lehine önemli düzenlemeler yapıldı. Kapanan kimi fabrikalar işçi denetimine verildi. Buralarda işçi yönetimleri oluşturuldu. Kurulan “sosyalizm” değildi ama Venezuela’daki gelişmeyle sosyalizmin dünya genelindeki prestijinin arttığı ve daha çok tartışılmaya başlandığı da söylenebilir.
KAPİTALİZM DUVARINA ÇARPTI
Ama tüm bu sistemin ekonomik dayanağı petrol ihracatı gelirleriydi. Gıda ve temel tüketim maddelerinde sermayeye ve dışa bağımlılık sürdü. Bir yandan da Çin ve Rus emperyalizmine bağımlılık arttı. Kapitalizmin ekonomik dayanaklarına, mesela özel mülkiyete dokunulmadı. Petrol fiyatlarının düşmesi, ülkeye yönelik ekonomik saldırı ve sabotajların etkisini artırdı. Bugün enflasyon görülmemiş boyutlarda. Gıda başta olmak üzere birçok tüketim maddesi bulunamıyor, olanlar çetelerin eline düşüyor. Alım gücü düşüyor. Dış borç artıyor.
Öte yandan iktidar yandaşlığı yeni burjuvalar yarattı, devlet kurumlarında yolsuzluğun da önü alınmadı. Hâlâ ciddi bir kitleyi sokağa çıkarabilse de halkın hükümete desteği ve güveni azaldı.
Ülke kararnamelerle yönetilmeye başlandı. Demokratik alan daraltıldı. Kimi sendikaların seçim yapması yine kararnamelerle engellendi, sokakta, sağcıların şiddetinin yanı sıra polis ve asker şiddeti de arttı.
ÇÖZÜMÜ UZLAŞMADA ARIYOR
Venezuela hükümeti ‘çözüm’ niyetine sağ muhalefeti, şirket patronlarını ve hatta zaman zaman ABD’yi uzlaşmaya çağırıyor. Verilen tavizler artıyor.
Devlet Başkanı Nicolas Maduro, geçtiğimiz günlerde bizzat kendisi, “Bizim komünist olduğumuz ve özel girişimi yasakladığımız iddiasıyla kirli bir kampanya yürütülüyor, ekonominin yüzde 90’ı özel şirketlerin elinde” dedi.
Yerli ve yabancı şirketlere devlet bankalarından borç vermeyi teklif etti.
Venezuela’da hükümetle sağ muhalefetin, iktidar kavgasından Venezuela emekçilerinin yararına bir sonuç çıkması mümkün görünmüyor.
Buna rağmen, son yirmi yılda önemli kazanımlar elde eden Venezuela emekçilerinin, açıktan bir hükümeti devirme girişimine kolayca izin vermesi şaşırtıcı olurdu.