09 Nisan 2017 00:17

Hak alınmaz, çalınır

Alper Kaya, ihraç edilen bir akademisyenin öyküsünü Evrensel Pazar'a yazdı.

Paylaş

Alper KAYA

Güneşin doğuşu, kırsal kesimde veya köylük yerden hallice küçük ilçelerde daha farklı vuku bulur. Çok farklı anlamlara gebedir güneşin doğuşu, bilhassa herkesin birbirini tanıyabileceği kadar küçük ilçelerde. Kimi zaman büyük bir çatışmanın başlangıcı, kimi zaman uzun süren dargınlıkların bitişi, kimi zaman ise adı bile konamayacak kadar şiddetli bir hızda gelip geçecek bir soğuk savaşın emaresi olurdu…

Eğer böyle küçük bir yerde yaşıyorsanız, hissederdiniz. Sizi bekleyen bir fırtınaysa, bir yıkımsa veya uzun zamandır ilmek ilmek ördüğünüz bir mutluluğun son düğümüyse; sabah kalktığınız zaman daha pencereden dışarı bakarken hissederdiniz. Bunda belki de güneşin doğuşunun çok da payı yoktu; küçük yerlerde her şeyi hissederdiniz zira. Ancak insanoğlu ya bu, bir şeylerin anlamlı olabilmesi için kendisinden bağımsız sebeplere dayanması ve aralıksız sürdürülüyor olması gerekir. Güneşin doğuşu gibi.

30’lu yaşlarının ortalarında olan Navîn idealist bir hukuk akademisyeniyken; imza attığı bir barış bildirgesi nedeniyle yıllardır emek verdiği akademisinden bir gecede atılmış, işsiz bırakılmıştı. Bir süre ciddi anlamda boşluğa düşmüş, ne yapacağını bilemezken gazetede okuduğu pek çok haberin artık kendisine de ilham vermesi gerektiğini düşünerek daha önce hiç yaşamadığı bir yere taşınmış, daha önce hiç yapmadığı bir işe atılmıştı. 

Bir Akdeniz kasabasına yerleşmiş, sanayi bölgesinde bir internet kafe açmıştı. Hukuka olan inancını kaybetmiş olmasına rağmen gelişen süreç, mücadelesini farklı bir aşamaya taşımıştı. Başta, borç harç açtığı yedi bilgisayarlık internet kafenin büyük bir kumar olduğuna inandıysa da; sanayide çoğu kayıt dışı çalıştırılan çocukların mesai bitimlerinde veya mesaileri daha başlamadığında gelip vakit öldürüyor olmaları önünde yeni bir yol açmıştı Navîn’in. 

Haklarını bilmeyen, bir ömür boyunca da birisi omuzlarından sarsıp onlara yüksek sesle söyleyecek olmasa hiç bilemeyecek olan fakir ailelerin çocuklarıydı bunlar. Pek çoğu Navîn gibi doğudan göç etmişlerdi. Her ne kadar üniversiteye gitmek için yıllar evvel bir bavulla çıktıysa da, Dersim’e hep bağlı hissetmişti kendisini Navîn. Çocukların hemen hemen hepsi de, ya bir – iki yaşlarında yaşadıkları yerlerden ayrılmışlardı ya da aileleri Akdeniz’e göç ederken anneleri zaten onlara hamileydi…

Bundan mütevellit, çocuklara karşı farklı bir empati besliyordu Navîn. Kendisinden çalınan hukuk mücadelesini, tırnaklarıyla kazıyacağı bilinçli zihinlerle sürdürmeyi kafasına koymuştu. İlk olarak internet kafeye kocaman bir mantar pano almıştı. Ardından, her hafta çocuk işçilerin haklarıyla ilgili başka bir konuda onların da anlayabileceği bir üslupla makaleler yazmaya başlamıştı. Haftanın yazısını okuyanlara, iki buçuk saatlik bilgisayar kullanımını hediye edeceğini söylemişti.

Ancak bir problem vardı: Çocukların neredeyse hepsi, yarım yamalak sürdürdükleri eğitimlerini yedinci sınıf biter bitmez bırakmışlardı. O zamana dek ne öğrendilerse, aradan geçen birkaç ayda bile unutulacak denli suya yazılmış bilgilerdi. Okuma konusunda sıkıntılar yaşıyorlar, okuduklarını yorumlama konusunda ise bir hayli zorlanıyorlardı.

Bunun üzerine Navîn, önce Türkçe öğretmeye başlamıştı çocuklara. Meraklıydılar, çabuk öğreniyorlar; çabuk da unutuyorlardı. İnternet kafe açılalı iki ay dolmamıştı ki, etrafta adı yayılmış; matematik ve fen konusunda sıkıntısı olan çocuklar bile yolları hiç sanayi bölgesine düşmüyor olsa da ders almak için Navîn’in kafesine gelir olmuştu. Bu kadar şeyden sonra, ilk ciddi ziyaretçisi de fazla bekletmemişti Navîn’i. Bir zabıta, evrak kontrolü bahanesiyle etrafı kolaçan etmek için internet kafeye gelmişti. Hiçbir şey bulamadığına birimini ikna edememiş olacaktı ki; bir hafta geçmeden bu kez dört farklı zabıta birden gelmişti. Onlar da bir şey bulamayınca kimin geleceğini çok merak etmeye başlamıştı Navîn. 

Belediye başkanının, peşi sıra bir sürü dalkavukla yaptığı ‘rutin’ esnaf ziyaretleri ise tesadüf müdür bilinmez; zabıtaların ziyaretini takiben gerçekleşmişti. Belediye başkanı Navîn’i gördüğünde şaşırmış gibi yapıp tanışmadıklarını düşündüğünü söyleyince çiçeği burnunda işsiz hukukçu Navîn, bıyık altından gülmüştü. Onlar tokalaşıp tanışırlarken, küçücük internet kafenin içi bürokratlar ve onların yancılarıyla dolup taşmıştı. İnsanların etrafa alıcı gözlerle bakarken yarım ağızla mırıldandıkları “Hayırlı olsun!”ları aynı mağrurlukla karşılamıştı hep.

Suç unsuru olabilecek hiçbir şey bulamamanın yarattığı mağlubiyet hissiyle düşen omuzlarıyla beraber gözden kaybolmuştu kasabanın ağır topları. Navîn, büyük bir fırtınanın yaklaşıyor olduğunu hissettiğinde çekinmek bir yana; zihninin bütün pencerelerini açıp fırtınayı içeri buyur etmeyi tercih etti.

Çocuklara verdiği derslerin sayısını arttırdı evvela. Ardından, iş kanunu ve bireysel hakları konusunda çocukları hızlandırılmış derslerle bilgilendirmeye başladı. Tabii, bu evreler sonrasında ciddi problemler yaşanmaya başlamıştı. Çocuklarının daha fazla para kazanabileceğini öğrenen babalar sık sık sanayiye gelmeye, dükkan sahipleriyle tartışmaya başlamıştı. Bir değil, iki değil; sanayinin bütün çıraklık yükünü çeken çocukların hepsinin ilk aşamada işlerine yarayacak kanunî bilgileri edinmesi, dükkan sahiplerinin işini zorlaştırmıştı. Çırak değiştiremez olmuşlardı. Hiçbirisinin bir diğerinden farkı kalmamıştı ki!

Bu aşamadan sonrası, Navîn’in öngördüğü gibi gelişmişti. Yaklaşık beş aydır işlettiği internet kafenin önünden geçerken bile alelade bir şekilde selamlaşmayı tercih eden yılların esnafları, muhabbet kurma bahanesiyle kafeye damlar olmuştu.

En sonunda, artık bu ziyaretlerden onlar da sıkılmaya başlamışken, bir tanesi ağzındaki baklayı çıkarıverdi.

- Yieenim, buralarda kamera mamera var mı; deyiver hele?
Navîn internet kafeye henüz kamera taktırmadığını söyleyince göbekli, saçlarının üstü kelleşmiş, her daim sinekkaydı traş olan ihtiyar ellerini iki yana açmıştı.
- Aaa, olmaz ki! Ya bir hırkızlık neyim olursa?

Navîn, gülümseyerek alarm taktırdığını; o yüzden hırsızlık olamayacağını söylediğinde ellerini beline dayayıp, “Sen yine de kamera neyin taktır yienim!” diye homurdanarak gitmişti yaşlı adam. Karşısındaki, aylardır boş ve kepenkleri kapalı olan dükkana takılan gözlerini zar zor ayırarak tekrar kafenin içine girmişti bu kısa konuşma sonrasında Navîn.

Bir hafta içinde, her şey eski düzenine girmişti. Sanki görünmez bir el, gelen giden misafirlerinin yoluna taş koyar olmuştu. Esnaf eskisi gibi ancak göz göze denk gelirlerse selam verir olmuştu Navîn’e. 

Kendi hukuksal mücadelesine ve çocuklara verdiği derslere odaklandığı için bu tavırları sorgulayacak vakti yoktu Navîn’in. Ancak son konuştuğu yaşlı adamın söylediği kamera mevzusu kafasını fazla kurcalamaya başlamıştı. 

Bir sabah uyandığında, içinde büyük bir sıkıntı hissetti. Güneşin doğuşuna anlamlar yükleyen, doğal olaylara bir misyon katan yapısı olmasa da; ağır ağır yükselmekte olan güneşe baktıkça içi sıkılıyordu. Birkaç haftadır dokunmadığı sigara paketinden bir dal çekip, araladığı camdan kafasını çıkarıp sigarasını içmeye başladı. Eviyle, işlettiği internet kafe arasında birkaç sokak vardı. Sabahın köründe, sirenlerini yakarak giden itfaiyeyi gördüğünde içindeki sıkıntının arttığını duyumsadı. 

Sigarasını hızlıca bitirip, bir o kadar hızlı bir şekilde giyindi. Küçük bir kasabada yaşamanın belki de en güzel yanı olan bisikletle işe gitme eylemini bu kez pek de keyifle gerçekleştirmedi. Ayakları geri geri gidiyordu; fakat bisikletle internet kafeye yönelmekten kaçınamamıştı.

Sanayiyi uzaktan gördüğünde, dumanların o bölgeden yükseldiğini anlamıştı. Yaklaştıkça yüreği daha da sıkışıyordu. Nitekim, acı sondan kaçamazdı: Kundaklanan, kendi internet kafesiydi. Bir sürü esnaf başında toplanmış, itfaiyenin yangını söndürmesini izliyordu. Navîn sokağa girince hepsi sağlı sollu açılmıştı. Bisikletinden inen Navîn, bir kenara geçip bir sigara daha yaktı ve alevler arasındaki internet kafesine bakmaya koyuldu.

Bir müddet önce yanına gelmiş olan göbekli, yarı kel adam yanına gelip dudağını bükerek söze girdi:

- Yieenim, ben sana ne dedim… Bak, alarm falan bir şeyi çözemedi ama keşke kamera taktırsaydın! Bu zalımlığı kimin yaptığını görüverirdin… Yazık oldu…
Navîn, sigarasından birkaç nefes daha çektikten sonra “Dert değil…” diye homurdandı. Gözleri, internet kafenin karşısındaki kepenkleri kapalı olan dükkana dönmüştü. Eliyle dükkanı işaret etti.
- Bak abi, şu dükkanın kepenkleri arasında boşluklar var ya…
Adam, iki metal parçası arasında tel örgü motifli boşluklar olan kepenge bakıp kafasını salladı.
- İşte, o boşluklardan birisinin arkasında tam benim kafeyi gören bir kamera takılı. Sağ olsun, dükkan sahibi izin vermişti; birkaç hafta önce gece yarısı takmıştık kamerayı. Bugün kayıtları alırım, savcılığa da veririm. Sen hiç sıkma canını…

Adamın beti benzi atıverdi. Navîn, sigarasından birkaç nefes daha çektikten sonra kendisine geçmiş olsun dileklerini ileten komşularına teşekkür ederek bisikletini duvara dayayıp itfaiyeyi izlemeye koyuldu. Mücadele hiç bitmiyor, sadece boyut değiştiriyordu.

ÖNCEKİ HABER

Sabahattin Ali’nin komşuları

SONRAKİ HABER

Doğaya yerleştirilen sanat: Enstalasyon

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa