16 Nisan 2017 01:51

Birileri çıkıp ‘kral değil sistem çıplak’ demeli

Çağrı Sarı, 'Oyun İçinde Oyun' filminin yönetmeni Suat Eroğlu ile konuştu.

Paylaş

Çağrı SARI

Yönetmen Suat Eroğlu’nun kısa filmi “Oyun İçinde Oyun” bir kahve içinde, bir masada toplanan erkek karakterler üzerinden Türkiye portresi sunuyor. Sadece 15 dakikada, memleketin halini ortaya koyuyor! Yaşanan siyasi dilin, yönetim biçiminin ve çatışmaların izlerini yansıtıyor... Filmin karakteri önemli isimlerden oluşuyor: Erkan Can, Nazmi Kırık, Metin Coşkun, Yıldıray Şahinler, Bahtiyar Engin...  Filmi Türkiye festivallerine katmakta  güçlük çekiyor Eroğlu. Bunun nedenini tahmin etmek elbette zor değil. Ancak Suat Eroğlu’nun bir iddiası var: İyi film yerin yedi kat dibine bile gömülse izleyicisini mutlaka bulur. “Oyunun içinde oyun” filminin yönetmeni Suat Eroğlu söyleşisi için pazar kahvenizi hazırlama vakti... Buyrun...

İş cinayetleri (kazaları) ve çocuk işçiliği bağlamında yazıp yönettiğin “Fıtrat epey ses getirmişti. Tabii Fıtrat’ın öncesi ve sonrası var... Biraz anlatır mısın? 
İlk yazıp yönettiğim kısa film, sinemanın 100. yılına ithafen olan Osmanlı’ya bir sinema makinesi gelişini anlattığım “Sinemasal” isimli filmim var. Ardından iş kazalarını (cinayetlerini) anlatmaya çalıştığım ve en iyi yumruk ödülü ile iş kazasına maruz kaldığım ikinci filmim “Fıtrat” var. Son olarak da “Fıtrat” filminin en iyi yumruk ödülü almasıyla linç edildikten sonra dert edindiğim hırs, kibir, nefis, faşizm gibi kavramlarla yola çıkıp yazdığım “Oyun İçinde Oyun” var.

Bir kahvede masasının etrafına birkaç karakter var. Okey oynuyorlar... İzledikçe bir Türkiye portresi çizdiğini gördük... O Türkiye portresini bana sözlü olarak anlatır mısın?
Sanatın en önemli malzemesi insan, sanatçının ise yaşadığı toplum. Türkiye toplumu bir süredir kahvehanedeki masadan tut evin içindeki yemek masalarına kadar malesef bölündü kutuplaştı. Önce sosyal medya üzerinden eş dost akraba ile kapıştı, sonra birbirini engelledi sildi. Derken daha yakına kadar geldi bu öfke. Bunu anlamama veya anlatamama hali de toplumda derin bir yarılma meydana getirdi. Kendi kanından canından her gün aynı masada oturan insanların birbirine öfkeyle baktığı bir ülke haline geldik. Halbuki çok yakın bir tarihte Türkiye de bir masa kurulmuştu ve önemli bir sorun olan kimlik inkar ve ötekileştirme sorununu çözülecekti derken masa devrildi, devirdiler.. Aile içinde barışı konuştuğumuz masalarda yemek yiyemez olduk, ardından gelen süreç ile lokmalar boğazımızda kaldı. Şimdi o masalar da insan eti insan kanı var...

Ve bu filmde de masa var... Oyunu kuran kişi epey sert görünüyor... Neyi temsil ediyor. Türkiye’de nasıl bir  platforma oturuyor bu kişi?
Evet, filmde bir masa var. Bir kahvehanedeki oyun masası; önce daha kalabalık bir “okey” oynanıyor daha sonra iki kişilik “pişti” Kim kimi nasıl üterim derdinde. “Ütmek” kanaatimce en doğru kelime çünkü siyasetten tut toplumsal yaşama kadar Türkiye’de bir süredir hükümet eliyle insanlara pragmatist (faydacı) bakış açısı aşılandı. Bunun da adı hükümet cephesinden çok duyarsınız “kazan-kazan” oldu. Aslında emperyalizmin bütün dünyada oynadığı oyunun adıdır bu aynı zamanda. Tabi biz önemli bir not ile paylaşalım şimdiye kadar hep halkın halkların kaybettiği kötü bir “kumar”a döndü bu oyun.

YÜKSEK SESLE KONUŞMA ZAMANI

Bu masada kaybeden yine halk mı peki?
Şu an malesef öyle. Hâlâ kendimize kahramanlar arıyoruz. Hâlâ temsili demokrasi denen şeyin peşindeyiz. Hâlâ bize söylenen yalanlara inanıyoruz. Var olanı muhafaza etmeye, onu korumaya çalışıyoruz. Oysa ki birilerinin çıkıp “kral değil sistem çıplak” demesi lazım. Bunlarla kazanamayacağımız ortada. Şuan dünya kaynayan bir kazan ve hemen hemen her yerde sonuca varmayan başı boş isyanlar patlıyor, belki de insanoğlu yeniden yeniden ekim devrimine dönüp bakmalı hali hazırda 100. yılında iken daha fazla tartışmalı. Çünkü kapitalizmin insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktu. Zaten artık söyleyeceği yalanlar da bitti.

Yeni oyuncular, yeni oyunlar bulabilir mi bilemiyoruz ama elimizde gerçekçi bir hikayemiz var onun da adı sosyalizm. Kaybeden halkların ve işçilerin kazanmak için artık daha yüksek sesle konuşması zamanı geldi.

TÜM DÜNYADA BENZER KİŞİLER VAR

Masada sürekli hakim olan kişi ile polemiğe giren Kürt olduğunu düşündüğümüz biri var. Masadakilerle muhabbet kurabiliyor, herkes onunla konuşuyor. Ama bu kişiden birden bire nefret de edebiliyorlar. Bu karakterin Türkiye’deki karşılığı nedir?
Bu Kürt siyaseti açısından hep böyle, dün oy aldığı sevdiği insanlar bile bugün ondan nefret edebiliyor.. Bu ana muhalefet partisi için de böyle.. Bu, dönem dönem siyaseten ‘ben umudum’ diyen her siyasi hareket için böyledir. Toplumsal sosyal ve ekonomik olarak talepleri olan işçiler, gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, ateistler hangi toplum kesimi olursa olsun sorunuyla ilgilenmezseniz çözmezseniz size düşman olurlar. Bu da bir burjuva siyaset oyununun bize dayattığı kötü bir ezber, kötü bir alışkanlık. Oysa ki bu kesimler kendi sorunlarını çözmek üzere örgütlenmedikçe kapitalizm ile yönetildikleri sürece belirli hakları kazanmaları, sahip olmaları zor ve imkansız. Türkiye’deki karşılığını hemen hemen herkes filmi izleyince anlıyor. Ayrıca Örneğin Londra’da ki gösterimde ya da filmi izleyen başkaca ülkenin vatandaşları da “Aa benim ülkemde de aynı oyunlar oynanıyor bu adam ‘Putin’ (Erkan Can)” diyenler ile karşılaşıyoruz... Egemenlerin her seferinde “yeni” diye kaktırmaya çalıştığı burjuva demokrasisinden faşizme kadar olan bir aralıkta oynanan eski bir burjuva siyaset oyunu bu. Artık dünya halklarının da izlemekten sıkıldığı bir oyun.

Bu kısa filmin çekimlerine geçen sene başladın bildiğim kadarıyla, bir yıl geçti. Bu süreçte Türkiye de bir darbe girişimi yaşandı OHAL ilan edildi... O masada değişen bir durum söz konusu mu?
Burjuva siyasetinde “oyunlar” bitmez bugünün faşistleri yarının en demokratları oluverirler birgün de. Dünün demokratlarının bugünün birer büyük faşist olması ya da dünün iktidar karşıtlarının bugünün iktidar sevici oldukları gibi.. Masalar kurulur, koltuklar kapılır, kavgalar başlar.. Halklar düşmanlaştırılır, işçiler sömürülür, gençler geleceksiz bırakılır ve kadınlar ölür.. 

Bisküvitten yola çıkarak soruyorum, ‘oyun kurucu’ ne derse yapıyor, yanı başından ayrılmıyor. Eeferandum sürecinde de benzer bir tablo yaşandı denilebilir mi?
Oyun bizde OKEY, Irak’ta tavla ABD’de poker. Rusya’da rulet gibi oynanabilir ama kazananı hep yönetenler kaybedeni halklardır. Kimin yancı kimin başrolde kimin sonradan oyuna dahil olduğu pek bir şey değiştirmez. Ama inanılan rol modellerin bu değişkenliği toplumda depresif ruh haline yol açar; Denizler gibi halk davasında ölen insanların Türkiye’sinden Erdoğan gibi hak davasından, kötü bir rol modelle ülkenin gideceği yer çöküştür. Örneğin Davutoğlu, Bahçeli, ve Kurtulmuş bu ülkenin okumuş üniversitelerinde hocalık mertebesine yükselmiş sağ muhafazakar siyasetten insanlar. Okunan-yazılan onca kitaptan anlatılan onca dersten çürütülmüş onca dirsekten söylenmiş onca sözden, geriye toplum nazarında tek bir kelimelik anlam yaratabildiler: “Biat”. Üstelik kendilerinden birkaç gömlek düşük bir profile..

FİLMLERİMİN ANA KONUSU ONUR, GURUR, EMEK, ÖZGÜRLÜK

Fıtrat kısa filminde bir çocuğun gözünden iş cinayetlerini gördük. Şimdi de bir siyaset sahnesini betimledin... Filmlerin hep bir yaraya basacak belli ki... Sen ne diyosun nasıl tanımlıyorsun?
“Fıtrat” çocukluğumun filmi. Ben o  gecekondularda doğdum (Ankara-Altındağ) ve o mobilyacıların olduğu sanayi sitesinde (Siteler) talaş tozları arasında büyük kalasların altında büyüdüm.. İnsan bedeni ezildikçe, üç kuruşa gece gündüz sömürüldükçe, sorgulamaktan başka bir çare kalmıyor. Sorgu insanı ya biat etmeye ya da isyana teşvik ediyor.. Ya her şeye “evet” diyen bir kula dönüşüyorsun içinde kader, şükür, vatan, millet gibi afyon diyebileceğimiz kavramlarla ya da “hayır” diyerek insana dair bir duruş sergiliyorsun. İçinde onur, gurur, emek, özgürlük, barış gibi uyanışa dair kavramlarla.. Bu kavramlardır filmlerimizin konusu. Kapitalizmin açtığı bütün yaralar ve o yaralardan kurgulanmış bir sistem eleştirisi şuan ki sinemasal bakış açım..

FİLMİ FESTİVALLERE ALMIYORLAR!

Londra’da gösterimi taze yapıldı... Türkiyeli izleyici ne zaman buluşacak?
Evet ilk gösterimini bir süredir Londra’da yaşadığım için burada yaptık. Filmin oyuncuları ve görünmeyen kahramanları insanlar tarafından ilgiyle takip edilen kişiler böyle bir ekiple çalışmaktan gurur duydum. Çok yoğun bir katılım oldu, salon doluydu kapıda kalanlar olunca söyleşiyi yapamadan dışardakiler izlesin diye bir gösterim daha yaptık.. Çok beğenip hararetle filmin anlattığı düşünce ve duyguları tartışanlar da oldu, bu ne şimdi diyenler de.. Türkiye’deki film festivalleri “iktidarsever sinema düşmanları” tarafından yönetildiği için filmi almıyorlar. Zaten ben önceki filmlerimden de hareketle kendi özel gösterimlerimizle seyirciyle buluşmamızın daha doğru olduğu kanaatindeyim.. Şuan birçok yerden talep var, planlıyoruz. Talep edenlerinde www.oyunicindeoyun.com sitesine mail atmaları yeterli.

İYİ FİLİM İZLEYİCİSİNİ MUTLAKA BULUR

Festivallere dahil olamıyoruz dedin... Neden?
Filmi izleyenler ya da bu röportajı okuyanlar nedenini gayet iyi anlayabilirler. Türkiye’deki film festivalleri sinema ile hiç ilgisi olmayan bir grup organizatörün elinde. Çoğunu bakanlık finanse ediyor bu sebepten olsa gerek kraldan çok kralcılığa soyunuyorlar.. Ama bunları dert edecek değiliz. Politik sinema yapma sürecinde insanların bunları göze alması gerekiyor. Tek inandığım şey eğer iyi bir film yaparsanız bırak göz önünde olmayı; yerin yedi kat altına da gömseler bir şekilde seyircisini bulur. Bir de şöyle bir gerçek var. Festivaller bizi daraltıyor, hapsediyor Ben daha ilk gösterimde 10 festivalde izleyecek seyirci sayısına ulaştım.. Artık film yapmak kolay, göstermek zor. O sebeple; yapımına kafa yorduğumuz kadar gösterime de kafa yormalıyız. Çünkü baskı ve sansürün tatmadığımız bir şekli kalmadı. Hatta garip garip yasaklar üretmeye başladık. Bu durumda festivallere ya da bir grup “sinemasevere” güvenebilecek durumda değiliz. Bu sebeplerden dolayı seyirci ile buluşmak sinemayı onlarla konuşmak onlarla tartışmaktan başka bir çaremiz yok.

ÖNCEKİ HABER

Koku

SONRAKİ HABER

Dünyanın en güzel sözcüğü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa