Festivalin son haftasından notlar
İstanbul, Cuma akşamı yapılan ödül töreni ile festival günlerinin sonuna geldi...Size geçtiğimiz haftanın filmlerinden kısa kısa tanıtımlar hazırladık

Ayşen GÜVEN
İstanbul, Cuma akşamı yapılan ödül töreni ile festival günlerinin sonuna geldi. Her sene baharlıklara davrandığımız festival zamanlarında bu defa montlardan kurtulamadıysak da gündemin boğucu dayatmasından biraz firar edebildik. Gösterimler, söyleşiler, sinemacılarla buluşmalar, seans araları arkadaşlarla kavuşmalar derken ödüllerin sonuçları hakkında yapılan “şaşırtıcı” ya da “beklendiği gibi” yorumlarıyla da beraber görece “normal” gibi hissettik. Bu gördüğümüz filmlerle beraber yanımıza kâr olsa gerek.
Böylece geldiğimiz son haftada gösterimleri yapılan yerli filmler arasında Onur Ünlü’nün merakla beklenen “Kırık Kalpler Bankası” beklediği yoğun ilgiyi elbette gördü, ancak Kazım Öz’ün “Zer”i Kültür Bakanlığı tarafından sansürlenince ağızların tadı kaçtı. Yönetmen, ilk gösterimini festivalde yapan filminin sansürlenen sahnelerini sansürü görünür kılmak maksadıyla bilerek kararttı. Sinema ve sansürün aynı cümlede geçmediği bir festival göremez olan bu gözler, Baba / The Godfather’ı beyaz perdede izleme saadetini de aynı günlerde yaşadı.
Geçen yıl Kasım ayında kaybettiğimiz Mithat Alam festivalde de unutulmadı. Bu yıl İstanbul Film Festivali Sinema Emek Ödülü verilen Alam’ın en sevdiği film olan Baba, onun anısına gösterildi. Tüm zamanların en iyi korku filmi Suspiria’yı da 40. yıldönümü şerefine seyretme şansımız oldu. Festival ikinci haftasını da böyle gelişmelerle tamamlarken biz de sizin için vizyonda, başka bir festivalde yahut internette görebileceğiniz festival filmlerinden son önerileri toparladık. Onlarca filmin gösterildiği festivalde gücümüz ve zamanımız yettiğince diyelim. Yeni festivalleri daha güzel zamanlarda karşılamak dileğiyle fırsatını bulursanız kaçırmayın diyeceğimiz seyirlikler aşağıda efendim...
DUVARLAR ARASINDA / IN BETWEEN
Bu yıl, Uluslararası Yarışma’da FIPRESCI Ödülünü alan Duvarlar Arasında üç kadının öyküsünü beyaz perdeye taşıyor. Maysaloun Hamoud’un senaryo ve yönetmenliğine imza attığı film, Fransa – İsrail ortak yapımı. Film, Tel Aviv’de bir dört duvar arasında buluşan bu üç kadının zaman zaman benzeyen, zaman zaman ayrılan çelişkileri aracılığıyla yakınlaşmasını anlatıyor. Biri feminist, biri lezbiyen diğeri dindar olan kadınlar aynı evi paylaşırken birlikte mücadele etmeyi de öğreniyorlar. Pek çok kadın gibi, din, erkeklik, şiddet ve tecavüz sarmalında debelenen kadınların yer yer trajik hayatları mizahi yanlarını es geçmeden aktarılıyor. Aile ve aşka dair de kadınların gözünden soruları olan film, en nihayetinde birbirine dayanarak değiştikleri, tekinsiz ama umutlu bir yerde bitiyor. Üç kadının toplumsal referansları biraz klişe dursa da sinemada yenilmeyen kadınların gerçekçi öykülerini görmek insana iyi geliyor.
93 YAZI / SUMMER 1993
Yönetmen Reha Erdem’in jüri başkanlığı yaptığı, Altın Lale Uluslararası Yarışma’da Jüri Özel Ödülü alan “93 Yazı” sıcak bir çocukluk filmi. İspanya yapımı filmin senaryosu, yönetmenliğini de üstlenen Carla Simon’a ait. Annesiyle babası hayatlarını kaybedince dayısının taşradaki aile evine götürdüğü 6 yaşındaki Frida’nın hem duygusal hem acımasız büyüme yolculuğunu anlatıyor film. Annesine özlemi oldukça taze olan küçük kız yeni ailesine uyum için önce güven arıyor. Dayısının ondan da küçük olan kızıyla iletişimleri “kardeşlik” adına küçük ayak izleri bırakıyor. Film kendi iç dinamikleriyle seyirciyi çok hızlı sarıyor. Bunda iki küçük oyunun da payı büyük. 93 Yazı, bu küçük çocuğun öyküsünü ajite etmek yerine aile ve kardeş olmayı anlatmak için hem gerçek hem içten bir yol buluyor. Festival gösterimindeki kalabalığın nemli gözlerle attığı kahkahalar istediği yeri bulduğunun göstergelerinden sayılabilir.
MANİFESTO / MANIFESTO
Alman sanatçı Julian Rosefeldt’in video art enstalasyonu olarak hazırlanan Manifesto, uzun metraja dönüşmüş haliyle festivaldeydi. Bol ödüllü oyuncu Cate Blanchett’in 13 farklı karakteri oynaması sebebiyle de özel bir merak yaratan film, eğlenceli bir deneyim olarak akıllarda kaldı. Öte yandan adeta dünyaya meydan okuyan 13 karakter, savaşlardan ekoloji meselesine sanatın açmazlarından kapitalizme kadar insanlığın pek çok meselesine dokunuyor. Ve bunların hepsi zekice bir kurgu eşliğinde yaratıcı bir mizansenle yapılıyor. Kimi karakterlerin eğreti durduğu kimilerinin 12’den vurduğu Manifesto’da, sanat tarihine yön vermiş pek çok metin – ki bunlar arasında Komünist Manifesto ve Dogma 95 var mesela- aklınıza gelebilecek en absürt yer ve zamanlarda değişen karakterler tarafından okunuyor. Mutsuzluğumuzun kaynağındaki düzene bir isyan gibi haykırılan o metinlerin okunuşu seyircide bir ferahlık yaratmıyor da değil. Ancak büyük bir politik okuma beklentisi için film doğru adres de değil. Blanchett’in bir evsizken bir kuklacıya ya da öğretmenden fabrika işçisine, ordan da haber sunucusuna dönüştüğü film şüphesiz seyre değer.
FELICITE
Sinemada İnsan Hakları bölümünden bir film var sırada: Felicite. Festivalde Face Avrupa Konseyi Sinema Ödülü’nü alan film, Alain Gomis’in. Filmdeki başrolü paylaşan müzikler ise The Kasai Allstars imzalı. Kongo’nun başkenti Kinşasa’da geçen film, 14 yaşındaki oğluyla yaşayan bar şakıcısı Felicite’nin hayatını anlatıyor. Oğlunu “hayırsız” babasından destek almadan büyüten Felicite yaşadığı yerdeki herkes gibi hayatta kalmaya ve oğluna bakmaya çalışıyor. Geçirdiği trafik kazası sonrası oğluna ameliyat parası toplama çabası filmin büyük bölümünü oluşturuyor. Çalmadığı kapı kalmayan Felicite, en çaresiz görünen anlarda bile yılmıyor ve oğlunu kurtarma kavgası onu giderek daha cesur bir kadın yapıyor. Bir kadın olarak karşı karşıya kaldığı baskıların yanı sıra yoksullukla sınanan bu şarkıcı kadının öyküsü, sağlık sisteminin her insan için bir hak olması gerektiğini de yeniden hatırlatıyor. Sonuçta annenin elinden geleni yaptığı ancak devletin parası olmayan vatandaşının canını umursamadığı, ülkemizde de benzerlerine çokça rastlayacağımız bir hikâyesi var filmin. Ancak kadın karakterin acze teslim edilmemesi önemli bir ayraç yeri. Temposu biraz zorlayan filmin gerçekliğini en güçlü hissettirdiği yerler elbette Felicite’nin şarkılarını söylediği sahneler. O sesi ve bakışları kesinlikle bir yerinize işliyor.
TEREDDÜT / CLAIR OBSCUR
Vizyon için festival gösterimini beklemeyen Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt, bu yılın En İyi Yönetmen ödülünü Oyuncu Ecem Uzun da “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nü aldı. Film, hak ettiği gibi çokça beğeni toplamış ve gündem olmuştu. Ecem Uzun ve Funda Eryiğit’in oyunculuklarıyla da olumlu eleştiriler aldığı film, yılın heyecan yaratan yapımlarından. Farklı toplumsal referanslardan gelen iki kadının aynı çıkmaz sokakta kesişmesini anlatıyor. Görsel atmosferin senaryosu kadar sağlam kurulduğu film, kadınların hangi sosyal sınıftan gelirse gelsin çok fazla ortak ağrısı olduğunu hatırlatıyor. Tüm ürkekliği ile Elmas ve yutkunmaktan bıkmış olan Şehnaz böyle bir anda birlikte ayağa kalkmaya çalışıyor. Son olarak Tereddüt’ün de, vizyondan önce, Bakanlık tarafından sansürlendiğini not düşmeden geçmeyelim.
KAYGI / INFLAME
Uzun zaman sinema programı yapan Ceylan Özgün Özçelik ilk filmi Kaygı ile bu defa yönetmen koltuğunda karşımıza çıkıyor. “Bunlar olsa olsa bir kabustur” diyerek gözlerimizi açtığımız bu zamanın filmini yapmış Özçelik. Algı Eke’nin oynadığı Hasret karakteri bir haber kanalında kurgucu olarak çalışmaktadır. Gerçekler ve gösterilenler arasındaki çelişki her gün beynini zonklatan Hasret, ülkesinin şarampole yuvarlanışına şahitlik ederken hafızasından da başka bir karanlık tarihi çıkaracaktır. Psikolojik gerilim hattında ilerleyen film, basının rolünü yeniden sorguluyor. Gerçeğin kaydını tutmak mı? Yoksa size “yukardan” söylenenleri gerçek kılacak yalan bir toplumsal hafıza yaratmak mı?
Evrensel'i Takip Et