16 Nisan 2017 08:00

Ayşegül TÖZEREN

Sokakta hızlı hızlı yürürken, telefonum çalıyor, telefonda Gıda-İş Sendikasından Seyit Aslan, bu yıl da Sennur Sezer İşçi Öyküleri jürisinde yer alıp alamayacağımı soruyor. Elbette diyorum, elbette! Hem işçi, hem öykü, hem Sennur Sezer aynı cümlede yer alıyorsa, başka bir cevap verilebilir mi? Sonra Sennur Sezer’i düşünmeye başlıyorum, vazgeçmemenin şairini... Sanki fısıltısını duyuyorum:

“Bırakma yaşamayı bırakma umudu
Daha çok yok sabaha”
Arkama dönüyorum, kulağıma bir şiiri fısıldayacak kimse yok. Ama Sennur Sezer’in şiirleri beni takip ediyor:
“Kim duyar sesini haykırsan
Gücünü tüketme
Dayan bir sınav bu 
G ü l ü m s e”
Çantamdaki şiir kitabını anımsıyorum: Fakat Geldim. Birden Fatma N.’nin dizeleri sokağı kaplıyor:
“bazı kızların boyu yetişmez üst rafa koymaya
acı eşiğini
ciğerleri hizasında saklarlar”
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Kadınları düşünüyorum, ciğerleri hizasında acı ve direnme gücünü saklayan kadınları... Umut ve sabrı bir arada taşıyanları. İlkin Gülten Akın aklıma geliyor, adımlarım hızlanıyor:
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para parapara
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavgakavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza
                                       yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.”

Bir ıslık tutturuyorum, kulağımda Gülten Akın’ın sesi, “Beni öldürürse bu umut öldürür.” Gülümse dediğini hatırlıyorum Sennur Sezer’in gülümsüyorum, tekrar. Lale Müldür aklıma geliyor... Her başlangıç ve her bitiş noktasında hiçliği imleyen o rakam, sıfırdır ya, yaşamımızdaki sıfırları düşünüyorum. Ne çok... Sonra yaşamımın sıfırlarında belleğimden taşan Müldür’ün mor dizelerini anımsıyorum:

“seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat”

UMUTSUZLUKTAN UMUT YARATAN, İNSAN

Belki kadınlardır masalların ertesi gününü en iyi bilen... Çünkü masal diye bir şey yoktur. Kadınlara kalan her zaman devam etmektir, yürümeye devam etmek... Her ne olursa olsun. Bu gizli bilgiyi erkeklere öğrettikleri de olmuştur. İçlerinde büyütüp sarıldıkları mavi gül, aslında özgürlük ve barış içinde yaşama arzusudur... Her seferinde daha çok yaşayanını bulurlar o gülün. Bu zariftir, inanın.

Kadınların masalları yoktur, fakat mahalleleri vardır... Didem Madak, o mahallerin en şiircesine Pulbiber adını vermiştir:

“Acıdan sızlarken burnumuzun direği
Morarmış çarşaflarımızı bayrak diye asardık
Dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler gibi kalbimiz
Kıtırdı ve çıtırdı”

Kadıköy’ün, ya da Kediköy’ün sokaklarını gezerken, kedileri izliyorum, kaldırımları okşar gibi attıkları adımlarını... Kahve kokan, hep denizlere açılan sokaklar, kediler, gülümseyen insanlarıyla Kadıköy bir kez daha umut dolduruyor ciğerimin en çiçekli köşesine... Bazı şiirler ezberden okunur, ezberden okuyorum...

“Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengârenk reçeller dizerim kalbimin raflarına”

Didem Madak doluyor kalbime... Bir de umut. Rengârenk dizeler diziliyor kalbimin raflarına sanki. Denize karşı boş bir bank buluyorum… Umudu yakalayınca bırakmamak gerek. Böyle öğrenmiştik, edebiyatımızın barış çınarından, Yaşar Kemal’den… Her, tamam bitti artık her şey dediğimde, zihnime koşup dimdik duruveren sözleri yine aklıma geliyor: “İnsan umutsuzluktan umut yaratandır.” Tekrar ediyorum, insan umutsuzluktan umut yaratandır. İNSAN UMUTSUZLUKTAN UMUT YARATANDIR.

Buraya bir silkintiotu koydum.

Güneşi yüzümde hissederken, Birhan Keskin’in son şiir kitabının ilk sayfasını çeviriyorum, karşımda “Kargo”... Okuyorum maviliklere karşı, onlarla birlikte...

“Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.”

Kitabı kapatmıyor, tekrar ilk sayfalara dönüyorum, zihnimde direnmenin her dilini bilen kadın şairlerin dizeleri...

“Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun.”

Evrensel'i Takip Et