Mücadeleci sendikal arayış
2008’de patlak veren krizin faturasının dünya ölçeğinde işçi ve emekçilere ödettirilmesi karşısında, mücadeleden yana sendikalar ve ileri işçiler de bir arayışa girmiş bulunuyor. Önceleri kaba olarak “Krizin faturası patronlara” sloganından öteye gitmeyen anlayış, yerini yeni tartışmalara bıraktı.
Bu tartışmaların başlangıcının bir örneği geçen yıl Fransa CGT konfederasyonuna bağlı gıda iş kolundaki bir sendikanın düzenlediği konferansta yaşandı. Hem katılımın yoğun olması, hem de “Krize karşı ne yapmalıyız” üzerine yoğunlaşan tartışmalar, konferansın mücadele arayışı olarak değerlendirilmesine neden olmuştu.
Geçtiğimiz hafta ise İspanya-BASK özerk bölgesinde örgütlü olan LAB sendikasının 8. Genel Kurulu vardı. Genel kurul öncesi bir günlük konferans yapıldı. Konferanstan bir gün önce maden işçileri hem demir hem de karayollarını kapatmıştı. Asturias maden bölgesinden madenciler yürüyerek Kastilya Leon bölgesine giderek buradaki madencilerle birlikte Madrid’e yürüyüş başlatmıştı. İşçiler artık süresiz grevin yanı sıra yol kapatmalarla hak alma mücadelesi veriyor. Eğitimciler okul işgal ediyor, mücadeleye katılmakta tereddüt etmiyorlar. İspanya’nın bir çok yerinde kapitalist krize karşı eylemler devam ediyor.
SORUNLAR ORTAK AMA BİRLİK YOK!
Ama ne yazık ki bu eylemleri ve grevleri birleştirecek bir hattan yoksunlar. Katıldığımız konferansta bu açıkça görüldü. Grevlerin ve direnişlerin konferansta ve kongrede yeterince ele alınmaması, yeterince üzerinde durulmaması mücadelenin en önemli zaaflarından biri. İşte LAB sendikasının düzenlediği konferans İspanya’da grev ve direnişlerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Konferansa 26 ülkeden 32 sendika katıldı. Ana tartışma konusu “Krizin ortaya çıkardığı kapitalist saldırılara karşı nasıl bir sendikacılık anlayışı gerekli” oldu.
Şurası çok açık, her ülkede kapitalist krizin sonuçları ülkemizde olduğu gibi, diğer ülkedeki işçi ve emekçilere olumsuz yansımaktadır. Konuşan her sendikacının ortak olarak vurguladığı saldırıların aynı olduğu, ama her ülkede farklı sermaye partileri tarafından uygulandığıydı. Başta işten atmalar, emeklilik yaşının yükseltilmesi, ücretlerin düşürülmesi, TİS’lerin revize edilmesi, sağlığın ve eğitimin piyasaya açılarak paralı hale getirilmesi, doğanın tahribi, çevrenin kirletilmesi, temiz su kaynaklarına el konması... gibi saldırılar her yerde yaşanıyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin büyümesi, yoksulluğun artması temel sıkıntılar olarak konferansa yansıdı.
SERMAYEDEN VE PARTİLERİNDEN BAĞIMSIZ OLMA
Geçmiş kriz deneyimleri de ülkemizdeki deneyimlere çok benziyor. Örneğin Arjantin’den gelen bir sendikacı şöyle konuştu: “89 sürecinde yaşanan krizden sermaye kârlı çıktı ve yoksulluk artı. 2003’ten sonra ekonomi büyümesine rağmen işçi ve emekçilerin yaşamında değişen bir şey olmadı. Büyüyen ekonomiden pay alamadık.” Eğer karşılaştırırsak 2002 krizinde ortaya çıkan tablo Türkiye ile aynı. 2002 krizinde işçi ve emekçiler çok ciddi biçimde yoksullaşırken, sermaye kâr oranlarını artırdı. 2004’te başlayan ekonomik büyümeden işçi ve emekçilere düşen yine sefalet ve açlık oldu. Şurası çok açık kriz ve sonuçları karşısında, büyüyen ekonomiden pay almak ve istemek, bunu temel bir talep haline getirmek artık kaçınılmaz.
Konferansa katılan sendikaların ortaya koyduğu diğer bir vurgu, sendikaların devletten, sermaye ve onun partilerinden bağımsız olmadan, mücadele edemeyeceği, elleri ve kollarının bağlı olacağı. Bu önemli bir belirleme. Çünkü bundan 10-15 yıl önce başta AB içindeki ülkelerdeki sendikaların, sendikacıların bu konuda tutumları çok farklıydı. Şimdi giderek devletten, sermayeden ve onun partilerinden kopuş tartışmaları yaşanıyor, bunun ipuçları yaşanıyor. İşçi sınıfının iktidar olması ve kendi iktidarı için mücadele etmesi tartışmaları yoğunluk kazanıyor.
Yine konferansta tartışılan bir diğer mesele, AB süreci ve tek tek ülkelerin AB’ye dahil olmasından sonra tarımdaki çöküş ve tarımın tasfiyesi sürecinin tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmış olması. Ve tarım tekellerinin ülke tarımları üzerindeki etkilerinin gün geçtikçe daha ağır faturalar ortaya çıkarması. AB içindeki en gelişmiş kapitalist ülkeler dışındaki ekonomiler sallanıyor, tarımı giderek yok olma noktasına geliyor. Bu sürecin sonunda AB’den çıkışın sendikaların başka bir talebi olarak gündemlerine geldiğini söylemek mümkün. Bu henüz yaygınlık taşıyan bir talep olmamakla beraber tartışmaya açılması önemli bir gelişme olarak görülebilir. Yunanistan’dan katılan PAME temsilcisi, “Artık kamu hastaneleri kapatılıyor, kimileri satılıyor. Elektrik ve benzeri faturalarını ödemeyenlerin elektrikleri kesiliyor. İntiharlar artıyor, bireysel çözüm arayışları başlıyor” açıklamasında bulundu. Yunanistan’daki bu gelişmeler, yeni grevlerin, direnişlerin ve genel grevlerin habercisi. Kurulan teknokratlar hükümetleri, arkasından yapılan seçimler emekçiler için değil sermaye için bir seçenek olarak ortaya çıkıyor.
SINIF PARTİSİNİN OLMAYIŞI DEZAVANTAJ
İspanya-Galiçya bölgesindeki bir sendikacının sosyal demokrasinin dün olduğu gibi bugün de aldatmaca olduğunu, sermayeye hizmet ettiğini, işçi ve emekçileri sisteme bağlamanın bir aracına dönüştürüldüğünü ifade ederek, bu konuda işçiler uyarma göreviyle karşı karşıya olduklarını söylemesi AB içindeki sendikacılarda ileri doğru yaşanan bir başka değişim.
Bir günlük konferansta işçi sınıfının bilincinin ilerletilmesi, sınıf bilinciyle donatılması, bu bilincin nasıl verilmesi gerektiği gibi konularda da tartışmalar yaşandı. Başta AB olmak üzere esas olan bu ülkelerde sınıf partisinin eksikliği ve olmayışı mücadelenin en belirgin dezavantajlarını oluşturuyor.
Bütün bu gelişmelerle beraber sendikalar sorgulanıyor, sarı, bürokratik ve iş birlikçi anlayış daha fazla sorgulanıyor ve bunun karşısında, mücadeleci bir sendikal arayış devam ediyor. CIG bölge sendikasında bir yöneticinin söyledikleri önemli. Burada profesyonel sendikacıların maaşı en yüksek işçi ücretinin biraz altında. Ve bu ilkenin işliyor olması, işçilerin mücadelesinin bir sonucu olarak mücadeleci sendikalar için bir kazanım.
Konferansta sendika içi demokrasiyi işletmek, her işçinin seçme ve seçilme hakkının güvence altına alınmasının bürokratik ve iş birlikçi sendikal anlayışa karşı savunulması gereken ilkeler olduğu ortaya kondu.
HER TOPLANTI BİRİKİM OLUŞTURUYOR
Bugün açısından dünyanın bir çok yerinde yaşanan saldırılara karşı, daha mücadeleci bir sendikal yapı ortaya çıkarmak için yapılan toplantılar ve konferanslar bir birikim oluşturuyor. Ülkemiz açısından böyle. Son birkaç yıldır devam eden konferans, kurultay, toplantılar ve girişimler; sendikal bürokrasiye ve iş birlikçi sendikal anlayışa karşı mücadeleye dönüştü. Bu sürecin hızlanması, işçilerin mücadelede daha inisiyatif kazanması, ileri ve mücadeleci işçilerin kendi sendikalarında yönetime gelmeleri, konfederasyon ayrımı, sendika ayrımı yapmadan tabandan birleşmesi bu süreci hızlandıracaktır. Daha önce söylemiştik, başta AB ülkeleri olmak üzere en büyük dezavantajları bir sınıf partisinin eksikliği. Bu olanak diğer sorunların çözümü için bir manivela. Görsel ve yazılı işçi basını ile birlikte işçi ve emekçilerin en büyük silahı. Asıl olan bunu kullanma becerisini göstermekte.
*DİSK/Gıda-İş Genel Sekreteri
Evrensel'i Takip Et