Bir referandum öyküsü
'Unutmayın sorunlarımızı, gündeme getirin' diyerek yüksek sesle bağırıyordu. Bu yazının yazılma nedeni de bu isyandır.

Ayşegül TÖZEREN
Okul koridorlarında dolaşmaya başladığımız sıralarda güneş yeni yüzünü gösteriyordu. 16 Nisan gelip çatmıştı, tarihe mühür vuracak gün… Sekizde oy verme işlemine geçilecekti. Son hazırlıklar yapılıyordu. Görevli olduğum liseye bakarken giriş katında bütün kapıların kapalı olduğunu gördüm. Polisleri görünce sorma gereği hissettim: “Giriş katına sınıf kurulmadı mı?” Kurulmamıştı, müdür beyin emriydi. “Peki, ya yaşlılar, engelliler nasıl oy kullanacak, asansör var mı?” dedim. Asansör de yoktu.
Oy verme işlemi dahi başlamadan, ülkelerine ve demokrasiye saygılarına her zaman hayran olduğum ileri yaştaki seçmen yurttaşlar okulun kapısından girmeye başladılar. Giriş katında sandık kurulmadığını görünce, onlar da benim gibi şaşırıyorlardı. Ama oy vermelerinin önündeki son engeli de aşacaklardı. Kollarına girdik, bastonlarıyla hızlı hızlı soluyarak merdivenleri çıkmaya başladılar. Referandum oylamasının başladığı ilk saatlerde sınıfların önünde uzun kuyruklar vardı, seksen yaşını çoktan aşmış kadınlar, erkekler bekliyorlardı. Gözlerinde bir umut… Oy verilecek, sonra Bostancı sahilindeki çay bahçelerinde bir sabah kahvesi içilecekti. Oy vermelerini de, sabah kahvelerini de kimse engelleyemezdi!
Oylama sakin bir biçimde sürerken, okul bahçesinde bir kargaşa olduğunu fark ettim, hızla dışarı çıktım. Karşımda ne yapacağını bilemez bir biçimde duran bir aile vardı. Oğulları tekerlekli sandalyedeydi ve oy verecekleri sandığa doğru koskocaman merdivenler vardı. Anne sinirliydi, “Biliyorum biz oy vermeyelim diye yapıyorlar, çocuğumu kucağımda taşır, yine o oyu veririz!” O oy, belliydi. Ama annenin oğlunu kucağında taşıyarak yukarı çıkaramayacağı da belliydi… O sırada aklımıza, o sırada dâhiyane gelen bir fikir geldi. Mahallenin gençlerini çağıracaktık, Bostancı Kozyatağı hâlâ bir yanıyla mahalleydi… Üçü bir araya geldi mi, değil tekerlekli sandalye, arabayı bile bir üst kata atabilirlerdi. Üç kişi geldiler. Tekerlekli sandalyeyi bir üst kata taşımaları birkaç dakika aldı. Ayrılırken aile, “Oylarımıza sahip çıkın,” demeyi ihmal etmedi.
Gençlerin ama en çok kendi özverileriyle, merdivenleri uçar gibi aşıyorlardı. Tam o sırada, felç geçirmiş bir seçmen geldi, üst katta oy kullanmalıydı ve merdiven çıkması olanaksız gibiydi. Özel bir atelle yürüyordu, ama atelle merdiven çıkamıyordu. Dahası tekerlekli sandalyesi de yoktu. O sırada belediyeyi aramak aklımıza geldi, tekerlekli sandalye talep ettik. Kadıköy Belediyesi neyse ki kısa sürede tekerlekli sandalyeyi göndermişti de yukarı çıkarabilmiştik onu… Ve daha sonra gelen ileri yaştaki seçmenleri…
Oylamada saatler ilerledikçe, heyecanımız artıyordu. Bu sırada okulun giriş katından yine sesler geldi. Koşarak aşağıya indiğimizde doğumsal kalça çıkığı olan bir erkek ve çok ağır hareketlerle yürüyebildiğini gördüğümüz bir kadın gördük. Erkek zorlukla merdivenleri çıkabiliyordu. Ancak kadın için bu olanaksızdı. Gençler tekerlekli sandalye seçeneğini önerdilerse de, eş olan erkek, “Bu bizi incitecek bir şey, neden buna gerek duyuluyor? Neden giriş katında oy kullanamıyoruz? Neden asansör yok? Okul müdürünü istiyorum. Ben hayatım boyunca engellilerin karşısına çıkarılan engellerle uğraştım. Ülke için en kritik günde de bu mu çıkacak karşımıza! Unutmayın sorunlarımızı, gündeme getirin” diyerek yüksek sesle bağırıyordu. Bu yazının yazılma nedeni de bu isyandır.
Erkek zorlukla merdivenleri çıkmaya başladı. Eşi aşağıda kalmıştı ve üzüntüyle “o oyu” kullanamıyorum diye tekrarlıyordu. Dokunsak ağlayacaktı. Gençlerden biri, kullanmalısınız, biz çok rahat çıkarabiliriz demişti. Ben de, bu sizi neden incitecek olsun, okulun yetersiz şartları işte, dedim. Birkaç cümle sonra ikna olmuştu. Gençler de üst katlara doğru kadını uçuruvermişlerdi. Saatlerce, insanları yukarı taşımışlardı ve yüzlerinde hiçbir yorgunluk işareti yoktu. Onlara baktığımızda gözlerimizin yaşarmasına zor engel oluyorduk. Yine aynı hızla kadın seçmeni aşağı indirmişlerdi. Kadın, taşıyan gençlerden bir tanesinin ve benim ellerimi tuttu, gözleri dolu doluydu, “Oyumu ne zorlukla attığımı gördünüz… Sayımda dikkat edin, size emanet” dedi gitti. Gözümüz gibi bakacağız deyip söz verdim.
Saat beşi geçmiş, oy sayımına başlamıştık, geçersiz oylardan biri için tartışma çıkmıştı. Engelli ve ileri yaştakileri gün boyu taşıyan gençler artık müşahitti. Şimdiki mücadele açık sayımın adaletli yürümesi içindi. Tartışma büyüyordu, gençlerin hararetle inandıklarını savunduğunu görenler, “Tamam, sakin olun,” diyorlardı. Bir genç, ayağa kalktı, “Bugün de mi susup oturacağız, bugün de mi!” dedi. O gencin haykırışını hiç unutmadım. Sonuç ne çıkarsa çıksın unutmayacaktım. Bir de engelli seçmene verdiğim sözü… Oylara gözümüz gibi bakacağımıza dair söz…
Referandum sayımının ardından süregelen adalet mücadelesinin her anında sekizden beşe tekerlekli sandalyeleri yukarıya uçuran mahallenin gençlerinin alınterini, engellilerin, ileri yaştakilerin üst katlara çıkmak için soluk soluğa çabalarını hatırlıyorum.
Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam / diyor birisi yineliyorum / hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın / insan nasıl direnir başka / hiç unutma
(Turgut Uyar)
Şiirini unutma.
Evrensel'i Takip Et