Hayır bloğu program yaratmalı
Doç. Dr. Murat Somer: Hayır bloğu başarısını sükunetine borçlu. Alınan sonuçla haklı olmaktan kaynaklanan bir özgüven geldi, bunu korumak gerekiyor.
Serpil İLGÜN
Referandumun meşruiyeti, sokağın tepkisi, CHP’nin eleştirilere neden olan tutumu, 2019 seçimlerine yönelik projeksiyonlar ve hayır bloğunun aldığı yüzde 49’luk oranın yarattığı imkanlar…
Başkanlık sisteminin oylandığı referandumun siyasal ve toplumsal sonuçlarını, Koç Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer’le konuştuk.
Hayır bloğunun aldığı yüzde 49’un demokratik halk hareketinin önünde yeni bir yol açtığı yorumlarına katılan Murat Somer, bunun için hayır bloğunun alternatif bir siyasal program yaratmasının elzem olduğunu vurguluyor. Somer’e göre böyle bir program, “Hayır bloğunun bölünmüşlük problemini aşmasına yardımcı olabilir ve evet tarafında da bazı kesimlerin buna destek vermesini sağlayabilir.” Çünkü, evet kesimi içerisinde de endişeleri olan çok insan var.
Türkiye’de bir seçimsel otoriter rejim inşa süreci yaşandığını belirten Somer, “Bunun henüz yerleşmemiş olması, bütün siyasal aktörlere bir imkan sağlıyor. İyi bir yöne doğru götürmeye çalışabilirler” diyor.
Dünyada ve Türkiye’de demokratikleşme, otoriter ve hibrit rejimler, Kürt sorunu, siyasal İslam, etnik siyaset ve çatışmalar alanlarında yaptığı çalışmalarla tanınan Murat Somer, referandumun AKP’ye olası etkilerini ve “Kürtler Erdoğan’a kazandırdı” tartışmalarını da değerlendirdi.
Sıcak bir başlık olmayı sürdürdüğü için YSK kararı ile başlayalım. Mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli sayılmasını siz nasıl yorumluyorsunuz?
Çok üzücü. Türkiye, 1950’den beri en azından oy verme, oy sayma işlemleri açısından mükemmel olmasa da kabul edilebilecek düzeyde şeffaf bir seçim yerleştirmeyi başarmış bir ülke. Daha önce bu konularda yaşanan problemler daha yerel düzeydeydi. Bunlar da az çok kanun içinde çözülebilmişti. Bugün olduğu gibi seçimlerin tümünü çok etkileyecek düzeyde değildi. Verilen karar önemli sorunlar ortaya çıkartıyor. Bir tanesi YSK’nın bağımsızlığı ile ilgili şüphe yaratması. İkincisi, referandum sonucunu etkileyebilecek oranda bir hilenin veya hatanın mümkün olması. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, yerleşmiş çok önemli hayati bir prensibin, güvenli ve gizli oy prensibinin yok sayılması. Zaten bu yok saymayı Meclisteki anayasa değişikliği oylamasında görmüştük. Orada açıkça “gizli oya gerek yoktur” denilmişti. Oysa gizli oy prensibi çok önemli. Mühürsüz oy pusulaları geçerli sayıldığında, oyun gizli olduğunu iddia etmek mümkün olmuyor. Dışarıdan gelmediğinden emin olmak da... Oy verme esnasında genel bir izinle mühürsüz pusulalar mühürlendiği, yani tabir caizse delil yok edildiği için, yeniden sayımla saptamak da çok zor.
Mühürsüz oy pusulularının aslında ‘hayır’ın kazanma ihtimaline karşı hazırlanan bir plan olduğu yönündeki iddialara ne dersiniz?
Somut kanıt çıkmadıkça bunu bilemeyiz ama demokrasi için sürecin önceden belirlenmiş kurallara uygunluğu önemlidir. Sorun YSK’nın en temel prensiplerini çiğneyerek süreci ihlal etmiş olması ve bütün seçim üzerinde bir şaibe yaratmış olması. Bu yönde itirazlar yapıldıktan sonra devleti temsil eden tarafsız bir makamın olmamasının eksikliğinin görüldüğünü düşünüyorum. En büyük birinci ve ikinci muhalefet partileri sandıkların yüzde 60’ına itiraz ediyor. Milyonlarca insan seçimin sonucundan kuşkulu... Bu aşamada kesinlikle tarafsız bir makamın şeffaf bir sürecin ve soruşturmanın işlemesini sağlama alması gerekiyordu. Fakat böyle olmadı. İtirazlar bir tarafa atılarak açıkçası yeni bir fiili durum yaratıldı. Bu fiili durum yaratılmasaydı belki de sonucu değiştirecek kadar bir hile olmadığını anlayacaktık, ama YSK birkaç saat içinde “ihlal olmadığına karar verdik” dedi. Bu ikna edemez çünkü bu kadar kısa sürede ihlal olup olmadığını saptaması mümkün değil.
Ve bu durum, önümüzdeki seçimlerin güvenilirliğine dair kuşkuları da artırmış oldu?
Tabii ki. YSK’nın güvenilirliği konusunda büyük bir kuşku ortaya çıktı. Bu düzeyde bir güvensizlik geçmişte yoktu. Bunu kaybetmiş görünüyoruz. Hayır tarafının -aslında “hayır tarafı” yerine “demokrasi bloğu” demeliyiz çünkü evet diyenlerin de bir kısmını kapsayabilecek bir blok bu- önümüzdeki dönemdeki gündeminin en önemli parçalarından bir tanesinin bu olması gerekiyor. Yani bir sonraki seçimin güvenliğini sağlayacak reformlar. Tarafsız YSK’nın güçlendirilmesi, seçim güvenliğini ve kampanya döneminde asgari adaleti sağlayacak mekanizmaların yaratılması gerekiyor. Diğer daha büyük reform gündeminin de 2019 yılı seçimleri olması gerekiyor. 2019 seçimleri için şimdiden hayır kesiminin, evet tarafını da dışlamaksızın -çünkü evet tarafı içinde de benzer beklentileri olan çok insan olacaktır ortak çalışılabilecek- bir çalışma yürütmesi gerekiyor.
Bu nasıl sağlanır, ne yapmalı?
Alternatif bir siyasal program yaratmaları gerekiyor. Denetlenebilir bir yönetim ve demokrasi talebine sahip çıkan bir cumhurbaşkanı adayı çıkması ve bu adayın savunulan başkanlık sistemine alternatif olarak, parlamenter sistemi güçlendirmek, demokratik sistem için gerekli reformları yapmak vaadiyle seçime katılması. Değişik kesimlerin üzerinde anlaşacağı böyle bir aday, kendi yetkisini de belki böyle bir geçişi sağlamak için kısıtlayabilir.
Açar mısınız?
Bu bir yarı başkanlık sistemi de olabilir, çünkü buna AKP içinden de destek gelebilir, ama gerçekten kuvvetler ayrılığını sağlayan, yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını sağlayan bir sistem. Kendisine oy vereceklerin üzerinde anlaşabileceği böyle bir reform gündemiyle seçime girip kazanması. Gerekirse kazandıktan sonra 6 ay ya da 1 yıl içinde vaat ettiklerini gerçekleştirip yeniden seçime gitmek üzere de seçilebilir. Bu, hayır bloğunun içindeki değişik kesimleri birleştirebilecek bir ajanda olabilir. Böyle bir ajanda, hayır bloğunun bölünmüşlük problemini aşmasına yardımcı olabilir ve evet tarafında da bazı kesimlerin buna destek vermesini sağlayabilir. Çünkü vurguladığım gibi, evet kesimi içerisinde de endişeleri olan çok insan var.
2019 SEÇİMLERİNE YOĞUNLAŞILMALI
Seçimin iptali yönündeki başvurular reddedildi. CHP Danıştay’a başvurdu, AİHM’e başvuru konuşuluyor vs ama hukuk yoluyla bir sonuç alınamayacağı görülüyor. Diğer yandan toplumun yarısındaki haksızlığa uğramışlık duygusunun yol açtığı öfke ve huzursuzluk dinmiş değil. Kriminalize etmelere, ev baskınlarına rağmen sokak eylemleri sürüyor. Ama sokakta olmaya dair muhalefet içinde dile getirilen görüşler yekpare değil. Sizce nasıl bir yol izlenmeli?
Yeni ifade alanları oluşturmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bir yandan her türlü hak arama mücadelesini yürütmek gerekli. Haklılığı ifade etmek ve peşini meşru yollardan bırakmamak, yani adalet aramak demokrasi bloğunu kamçılayan bir faktör olmalı. Ama bu konunun aslında daha da önemli olan diğer konuların, hedeflerin önüne geçmesine izin vermemek gerekir. Değişik kesimlerden insanların bir araya gelerek “2019’da nasıl başarılı olunur, asgari hangi müştereklerde birleşilir ve demokratik bloğu bölen ayrılıklar nasıl aşılabilir” buna yoğunlaşması gerekiyor. 2019’da nasıl bir gündem ve siyasal program önerisiyle, nasıl bir aday çıkartılabilir? Bu aday nasıl bir örgütlülükle desteklenebilir. Enerjiyi esas olarak buna yönlendirmek lazım.
MECLİSE KATILMAMAK GİBİ KRİTİK ADIMLAR ATACAKSANIZ GEREKÇELERİNİ İYİ OLUŞTURMALISINIZ
CHP’nin seçim gecesinden başlayarak YSK kararına itirazları, seçimin iptali istemi vs talep ve söylemlerinin altını doldurmadığı, sokağa sahip çıkmadığı yönündeki eleştiriler için yorumunuz ne?
Bu tür krizleri çok dikkatli yönetmek, hızla ama iyi düşünülmüş adımları kararlılıkla ve kamuoyuna ulaşacak iletişim stratejileriyle beraber uygulamak gerekiyor. Ama daha genel anlamda CHP’nin yaşadığı zorluklar, seçimsel otoriter dediğimiz rejimlerde, dünyada da yaygınlaşmakta olan bu rejimlerdeki muhalefetin yaşadığı zorluklara çok benziyor. Türkiye’de şu anda bir tür seçimsel otoriter bir rejim inşa edilmeye çalışılıyor bir kesim tarafından. Bu hâlâ inşa olma sürecinde. Yerleşmiş değil. Başka yönlere de gidebilir, daha kötü ya da daha iyi yönlere de gidebilir. Burada CHP’nin yaşadığı ikilemler aslında sadece Türkiye’ye özgü değil.
CHP nasıl bir ikilem ve zorluk yaşıyor?
Bu tür rejimlerde iktidarın belirlediği bir siyaset alanı var. Çok kısıtlı ve manipüle edilen bir siyaset alanı. Bu alanın içinde çalışmayı kabul ettiğiniz taktirde yapabilecekleriniz çok sınırlı oluyor. Üstelik de burada hep dayak yiyen, çelme takılan ve güçsüz gösterilen pozisyonda oluyorsunuz. Amaç da o zaten. Bu tür rejimlerin mantığı ona göre işliyor. İktidarın medya yardımıyla kurulmuş yenilmezlik imajını yeniden üretecek aktörler isteniyor. “Ben bu alanda siyaseti reddediyorum” dediğiniz zaman da bu sefer marjinalleştiriliyorsunuz. Daha tabandan gelişmiş bir partinin bu tür ikilemlerle mücadele etmesi nispeten daha kolay, çünkü bu yönde siyasi tecrübesi var. Fakat CHP zaten sistemin dışında hiç olmamış. Sol siyasetle ilişkisi bağlamında böyle bir deneyimi var aslında fakat omurgası hep sistemin içinde olmuş, devleti temsil ettiğini düşünen bir parti olduğu için böyle seçimler yapmak konusunda deneyimi, bilgi birikimi, refleksleri yok. Sivil toplumdaki muhalefet için de benzer ikilemler söz konusu. Buradaki avantaj Türkiye’de seçimsel otoriter bir rejimin henüz yerleşmiş olmaması.
Ancak bütün işaretler o yönde. Ve son iki yıldır otoriter rejimin bütün pratikleri sergileniyor...
İşaretler güçlü olabilir ama Türkiye’de şu anda zihinlerimizdeki rejimle, gerçekte aktif olan rejim çok farklı. Oyunun kuralları henüz zihinlere yerleşmiş değil. Yerleşmemiş olması, bütün siyasal aktörlere bir imkan sağlıyor. Yani, iyi bir yöne doğru götürmeye çalışabilirler. Ama bunu aceleyle değil, sivil toplum ve siyasal partiler dahil inceden inceye tartışıp, oluşacak uzlaşıyı kamuoyuna çok kararlı ve net bir şekilde vermek, kamuoyunu da hazırlayarak vermek. Örneğin CHP’de gündeme getirildiği gibi Meclise katılmamak gibi çok kritik bir adım atacaksınız, buna önce kamuoyunu hazırlamanız, gerekçelerini oluşturmanız ve sonrasını çok iyi hesaplamanız lazım. Ondan sonra eğer böyle bir adım atacaksınız, bunu da herkesin aynı anda duyacağı, anlayacağı şekilde yapmanız gerekiyor. Ancak böyle yaptığınız zaman kendi hakkınızı da koruyabileceğinizi göstermiş oluyorsunuz topluma. Çünkü bu tür hibrit rejim dediğimiz durumlarda en büyük tehlike, haklı ama güçsüz pozisyona düşmek. Aslında CHP de bu duruma düşüyor, düşürülüyor. Ama mesele sadece CHP değil. Asıl önemli olan farklı parti ve ideolojilerden demokratik toplumun asgari müşterek ilkeler üzerinde anlaşıp ortak hareket etmesi. Bu da çok zor değil aslında. Adil seçimler ve hukuk devleti mesela, her iki konuda da yapılabilecekler belli ve uzlaşılabilir.
AKP’NİN BAŞARI HİKAYESİ ESKİDİ
Refah Partisi’ni de sayarsak AKP 30 yıldır ilk kez büyük kentlerde oy kaybetti. ‘AKP gerileme dönemine girdi’ yorumlarını güçlendiren oy kaybı için sizin değerlendirmeniz ne?
Bu tabii AKP için kötü, muhalefet için iyi bir haber! Çünkü büyük kentler değişimi temsil eder. AKP’nin iktidara gelme süreci yeniliği, değişimi temsil etme hikayesi üzerinden olmuştu. Bu hikayenin iki temeli vardı. Bir tanesi statükoya, statükocu bir elite karşı halkı temsil etmek; diğeri de millilik, yerlilik iddiası. Bu başarılı oldu fakat 2011’den beri bu hikâye eskidi. Çünkü bu hikayeyi anlatan siyasal hareket artık statükoyu, gücü ve ayrıcalığı temsil etmeye başladı. Devletleşti. Bugün statükoyu AKP ve onu yönetenler temsil ediyor. Muhalefet açısından bu çok büyük bir potansiyel. Çünkü artık değişimi onlar temsil edebilirler. Ve kentler tam da değişimi arzu eden insanların oluşturduğu alanlar.
Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek, AKP’nin gerileme dönemine girdiği doğru, oy desteğinde bir azalma var, fakat gerçek anlamda rekabetin olduğu bir siyasal sistemde olmadığımız için bu illa iktidar değişikliğine yansıyacak diye bir şey yok. Dikkat ederseniz, hayır kampanyasında da aynı problem vardı, hayır vereceğini söyleyen insanlar sandıktan evet çıkacağını düşünüyorlardı. “Bir yolunu bulup kazanacaklar, değişen bir şey olmayacak” deniyordu.
Dolayısıyla insanların iktidarın değişeceğine inanması da gerekiyor...
Evet. “Bir yolunu bulur kazanırlar” inancı tam da otoriter rejimlere özgü olan bir inanç. Ve bu çok tehlikeli. Bu inancı kırmanın yolu mutlaka ve mutlaka kutuplaşmayı aşmak. Bunun için köprüler kurmak. Karşı tarafı ötekileştirmeden, iktidarı şu ya da bu nedenlerle destekleyen kesimlerle de mutlaka köprüler kurmak gerekiyor. Bu bağlamda hayır bloğunun yapması gereken en önemli şeylerden bir tanesi, kırsal kesime daha çok açılmak ve çok daha iyi anlamak. Seçimlerin doğası ile ilgili de şunu çok iyi düşünmek gerekiyor, büyük kentlerde yaşayan insanlar tercihlerini yansıtmada daha özgürler. Ama başta Kürt coğrafyası olmak üzere, küçük kentlerde, kasabalarda, köylerde iktidarın hoşuna gitmeyen bir oyu vermenin sonuçları çok daha büyük. Dolayısıyla özellikle Anadolu’da çıkan ‘evet’lere ön yargıyla bakmamak gerekiyor.
Yani homojen bir kitleden söz etmiyoruz ve altını çizdiğiniz baskılar bu düzeyde olmasa evet oyları çok daha az olabilirdi?
Kesinlikle. Verilen evet oylarında tabii ki kırsal kesime, Anadolu’ya götürülen hizmetlerin, buna duyulan minnettarlığın etkisi var. Ama öte yandan da evet verenlerin büyük çoğunluğunun hesap vermeyen, tek adama dayalı bir yönetimin tehlikelerinden yeterince haberdar olmadıklarını, ama olsalar da böyle bir yönetimin hayatlarını farklı etkileyeceğini, buna hayır demekle farklı riskler aldıklarını düşünmek gerekiyor. Hayır bloğuna kırsal kesimden insanların da katılması önemli. Kırsal kesimdeki insanların da durumun değişebileceğine güvenmeleri gerekiyor ki aykırı bir oy verebilsinler. Dolayısıyla onlara o güveni vermek lazım.
EVET BLOĞU OTORİTER BİR REJİM VAADİNE EVET VERMİŞ OLSAYDI KARAMSAR OLABİLİRDİK
Referandumun en temel karakteristik sonuçları ne oldu?
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan etrafında toplanmış, ona hala güvenen ve onun mobilize edebileceği büyük bir kitle var. Çok asimetrik bir kampanya yaşandı. Hayır diyenler başka bir şeye hayır diyorlardı, evet diyenler başka bir şeye evet diyorlardı. Evet diyenlerde AKP, dolayısıyla Erdoğan faktörü çok ön plana çıktı ama hayır diyenler daha çok demokrasiyi korumak ve başkanlık sistemine karşı olduğu için hayır dediler. İşte asimetri burada ortaya çıkıyor. Evet diyenler güçlü devlet, halkın devleti, büyük Türkiye ve lidere güven için evet demişler. Hayır tarafı şimdi bunun bekçisi olmalı. Çünkü kampanya boyunca iktidarın evet kesimine verdiği sözler var. Örneğin cumhurbaşkanının denetlenememesi, meclisin zayıflaması, yargının bağımsız olamayacağı gibi eleştiriler için iktidar bunların tam tersinin olacağı konusunda güvenceler verdi. Yani evet bloğu gerçekten otoriter bir rejim vaadiyle evet vermiş olsaydı, Türkiye açısından daha karamsar olabilirdik. Fakat çok fanatik veya bilgisiz olanları dışında, evet vermeyi düşünen insanlarla konuşulduğunda “bak, evet verirsen cumhurbaşkanı denetlenemeyecek” denildiğinde, “yok, bize diyorlar ki daha da fazla denetlenecek, meclis denetleyecekmiş” yanıtı alınıyordu. Yani, insanlar bu konuda ikna edilmişler. İşte hayır bloğu bunu kullanabilir. “Bakın meclis işlevsiz kalmayacak dediniz, o zaman işlevsiz kalmaması için bize destek verin” denilebilir.
HAYIR BLOĞU BAŞARISINI TAHKİR EDEN BİR DİL KULLANMAMASINA BORÇLU
Hayır bloğunun aldığı yüzde 48.6 başkanlığı engellemeye yetmedi. Ancak yine de demoralize olma durumu söz konusu değil. Moraller neden bozulmadı?!
Çünkü bu kadar eşitsiz bir yarışa ve OHAL koşullarına rağmen bu sağlandı. Hayır’ın aldığı oy oranın bu kadar ümit verici olmasının en önemli sebebi bu. Yüzde 48.6 bu nedenle yenilmişlik duygusuna yol açmadı. Ve haklı olmaktan kaynaklanan bir özgüven geldi, bunu korumak gerekiyor. Bu kampanyanın en iyi özelliği bazı önyargıların ve korkuların aşılması oldu. Birbiriyle konuşamayacağını düşünen birçok insan konuştu, ortak çalıştı.
Bugünlerde seçim üzerindeki şaibeler konusunda gösterilen tepkilerdeki en büyük tehlike karşı tarafı ötekileştiren bir söylem gelişmesi olur. Hayır bloğu kendisine yapılan haksızlıktan dolayı, diğer grubu yekpare bir grup olarak algılar, ötekileştiren söylemlere kapılırsa bu hakikaten bir çuval inciri berbat eder. Çünkü hayır bloğu başarısını sükunetine, tahkir eden bir dil kullanmamasına borçlu. Bunu sürdürebilirse kazanmaya devam edecektir.
OTORİTER REJİMİ DURDURACAK TEK YOL ADALET VE DEMOKRASİ İLKELERİNDE BİRLEŞMEK
Yandaş yazar ve yorumculara bakılırsa, AKP yaşanan oy kaybından dersler çıkaracak ve sert, ayrıştırıcı dil yumuşayacak. Diğer yandan AKP’de beklenen revizyonun en kısa sürede yapılacağı, kabinenin en az yarısıyla yolların ayrılacağı söyleniyor. Bu müdahaleler parti içindeki “huzursuzluğu” dindirir ve bölünme, yarılma iddialarının önünü keser mi?
Bu süreçler kırgınlıklar da yaratacak. Bir yandan yeni bir merkez sağ parti arayışı da var. Fakat seçimsel otoriter rejim gelişirse farklı stratejilerle ve devlet olanaklarıyla tüm bu yeni oluşumları engelleyebilir. Bu samimi AKP’lilere de çok zarar verir. Bunu durduracak tek yol var. Kutuplaşmaya karşı çıkmak, karşı taraftan demokrasi isteyenlerle köprüler kurmak ve asgari müşterek adalet ve demokrasi ilkelerinde birleşmek.
DEMOKRASİ BLOĞU KÜRTLERİN DE DESTEĞİNİ ALMALI
Malumunuz, referandumun tartışma başlıklarında biri de Kürtler. Evet oylarının 1 Kasım’a göre 450 bin oranında artmasına bakılarak yapılan “Kürtler Erdoğan’ı kurtardı” türünden yorumların, yaklaşımların maksadı ne? Baskı ve tehdidin en yoğun hissedildiği yerlerin başında olmasına karşın Kürt halkının büyük çoğunluğunun hayır demesi neden önemsizleştiriliyor?
AKP’nin oylarının artmasında katılımdaki azalma mı etkili oldu, yoksa HDP’den bir kesim oyun AKP’ye geçmesiyle mi oldu, ondan emin değilim. Bunun için verileri incelemek gerekiyor. Ama bir kısım oy kayması olmuş olsa bile, resmin büyük parçasında bütün olumsuz şartlara rağmen parti tercihini değiştirmeyen Kürtlere de bakmak lazım. Kürtler kendilerini eşit hissedebilecekleri, kendilerinin muhatap alınarak gerçekleştirilebilecek bir barış beklentisi içindeler. Diğer yandan ben HDP’ye oy veren Kürtlerde de bir arayış olduğunu düşünüyorum, onlar da değişik gerekçelerle hoşnut değiller. Dolayısıyla hayır bloğunun onlara da bir ümit ışığı, bir alternatif üretmesi gerekiyor.
Kürt meselesinin barış içinde çözülmesi için Türk tarafının, özellikle siyasal elitlerin kendi içinde tartışması ve içselleştirmesi gereken şeyler var. Bunun 2019’a kadar gerçekleşmesini bekleyemeyiz fakat demokrasi bloğunun Türkiye’yi demokrasiye döndürecek başkanlık rejimine alternatif bir sistemi yaratmak için Kürtlerin de desteğini alabilecek vaatleri ne olabilir, bunun tartışılması gerekiyor.
Gözleminiz ne, AKP, Kürt oylarındaki yüzde 10’luk kaymayı nasıl değerlendirecek? Kürt halkının barış ve demokrasi talebi karşılık bulur mu?
Türkiye’nin tümüne gerçek demokrasi getirmeyen vaatlerin Kürt sorununa kalıcı bir çözüm getirebileceğini zannetmiyorum. Bu konuda sadece Türkiye değil tüm bölgede zengin bir tarihsel deneyim var.