30 Nisan 2017 06:39

Ercüment AKDENİZ

Özünde bir burjuva devrimi olan Fransız devrimi, bütün monark yönetimler gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarstı. Dalgalar halinde gelen ve 100 yıla yayılan milliyetçi akımlar karşısında imparatorluğun parçalanması kaçınılmazdı.

1789 Fransız Devrimi’nin 100. yıl dönümünde vuku bulan bir hadise, Osmanlı’da yeni bir dalgalanmanın önünü açacaktı. Zira 1889’da toplanan 2. Enternasyonal 1 Mayıs’ı işçi sınıfının beynelminel birlik, mücadele ve dayanışma günü ilan etmişti. Osmanlı’da güçlü bir sanayi olmamasına karşın; ulaşım, liman, tütün, pamuk, taşımacılık, tersane vb iş kolllarından işçiler bu çağrıya kayıtsız kalmadı. 1889’un 1 Mayıs çağrısı 15-20 yıl içinde etkisini gösterdi ve İzmir’den Üsküp’e uzanan kutlamalar, sınıf mücadelesine yeni bir boyut kazandırdı.

Osmanlı’da işçi sınıfı yapısı çok dilli, çok dinli, çok milliyetli bir yapıydı. Bu nedenle gerek sendikalaşma (ilkel işçi birlikleri) gerekse siyasal örgütlenme  (ilkel sosyalist gruplar) bu yapıyı gözetmek zorundaydı. Öyle ki basılan mecmua ve bildiriler bazen üç bazen de dört dilde yazılabiliyordu. Bu tip örgütlenmelerin uç verdiği İzmir, Selanik, Üsküp, İstanbul, Van gibi şehirlerde gayr-i müslim kadroların önemi tartışılmazdı. Ne ki Trablusgarp ve Balkan savaşları ve Ermenilerin yerinden yurdundan edilmesi sonrasında bazı işçi merkezleri Osmanlı toprakları dışında kalacaktı. Üstüne bir de 1. Dünya Emperyalist Savaşı (1914-18) çıkınca Osmanlı’da işçi hareketi hepten geriye çekilecek ve henüz embriyo halindeki  1 Mayıs’lar bir süre nefessiz kalacaktı.     

SOVYET ELÇİLİĞİNDE BİR KUTLAMA

İmparatorluk yıkılırken ulusal bağımsızlığını ilan eden cumhuriyet henüz uluslararası statüsünü tam olarak netleştirememişti. Üstelik İstanbul hâlâ işgal alındaydı. Yeni rejimin önünde 1921 Londra Konferansı vardı. Ne var ki Türkiye bu konferansta batı cephesini yanına alamadı. Üstelik İngiliz emperyalizmiyle hareket eden Yunan ordusunun yeni bir taarruza geçeceği konuşuluyordu. Tam da bu süreçte Kemalist yönetim SSCB’ye göz kırptı ve diplomaside pragmatizme kanat açtı. Oraya gelene kadar; her ne kadar Mustafa Suphi ve yoldaşları öldürülmüş (29 Ocak 1920) ve TKP daha kuruluş aşamasında ağır yara almış olsa da rejimin böylesi bir makas değişikliğine gitmesi kaçınılmazdı. Çünkü yeni işgal ve yaptırım tehdidi altında SSCB’nin mutlak desteğine ihtiyaç vardı.   SSCB’nin Ankara Büyükelçiliği’ne atanan S.İ Aralov, 26 Ocak 1922’de göreve başladığında Sovyetler Birliği- Türkiye ilişkileri artık zirve yapmıştı. Bu durumda 1 Mayıs’ın, Ankara Sovyet Elçiliği’nde düzenlenmesine kim ne diyebilirdi?

Etkinliğin düzenleyicisi Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) idi. Elçilikteki törene, Türkiyeli sosyalistlerin yanı sıra Meclis’ten de bazı mebuslar katıldı. Fakat kutlamanın içeriğine, sınıfın taleplerinden daha ziyade savaş koşulları ve işgal tehdidi damga vuracaktı. 

Elçilikte yapılan kutlama, Ankara’da düzenlenen ilk 1 Mayıs töreniydi. Fakat yarım asrı aşkın süre Ankara’da 1 Mayıs bir daha kutlanamayacaktı. Zira rejimin SSCB ile olan münasebeti yeniden “batı” çizgisine çekildiği vakit, korkunç bir baskı devreye konacak ve THİF kapatılacaktı. 1 Mayıs da bu vakitten sonra -komünist kışkırtıcılığa yol açtığı gerekçesiyle-yasaklıydı artık.   

Bu gelişmelerin hemen akabinde yapılmış olan ve SSCB- Türkiye ilişkilerini temsil eden Taksim’deki “Cumhuriyet Anıtı” ise; genç cumhuriyeti selamlayan nice törenler görmesine karşın 1 Mayıs kutlamalarına tanık olamayacaktı. Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında bulunan general Mihail Frunze ve Kliment Voroşilov’un heykelleri ise sadece Sovyet yardımına duyulan minnettarlığın bir simgesi olarak kalacaktı. 

YENİ HAYAT

Ankara’daki ilk ve son 1 Mayıs etkinliğine imza atan TİHF, Paris Komünü’nün 51. yılına da çok hızlı giriş yapmıştı. Öyle ki; fırka, kendi yayın organı olan “Yeni Hayat”ın ilk sayısını 18 Mart 1922 tarihine denk getirmişti. 

Derginin üstünde ‘Bütün dünyanın emekçileri birleşiniz’ çağrısı yer alıyordu. Yeni Hayat 7. sayıya ulaştığında Türkiye’de ilk kez “1 Mayıs Fevkalade Nüshası” (1 Mayıs özel sayısı) yayınlanıyordu. Türkiye işçi sınıfına “yeni bir hayat” tahayyülü sunan dergi şunları diyordu:

“Amele kardeş, yoldaş, arkadaş!

Bir Mayıs günü sana tebrik eylerim. Bugün mefkûremiz henüz çocuk halindedir. Ati o koca saadet-i beşer sizindir. 1 Mayıs Bayramı ileride göreceksiniz ki umum insanların umum milletlerin bayram günü olacaktır. Çünkü o vakte kadar herkes çalışacak ve bayramlar yalnız çalışanların olacaktır.

Mecmuamız 1 Mayıs Bayramını umum cihan amelesine tebrik etmeyi kendisine en büyük şeref bilir.”

İŞGALE MEYDAN OKUDULAR

1 Mayıs 1922 - İmalat-ı Harbiye işçileri1. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşının ardından İstanbul’da ilk 1 Mayıs 1921’de kutlandı. Ne var ki İstanbul o sıra hâlâ emperyalist işgal ve işbirlikçi yönetim altındaydı. Böylesi bir konjonktürde kentte 1 Mayıs kutlamak “ihanet” ile eş anlamlıydı ve cezası son derece ağırdı. Nitekim Türkiye Sosyalist Fırkası’nca (TSF) gündeme gelen kutlama girişimi de aynı sertlikle karşılandı. Beynelmüttefikin Zabıta Komisyonu Reisi Miralay Ballar, İkdam gazetesinde bir bildiri yayımlayarak işçileri şöyle tehdit etti: “1 Mayıs gösterilerine izin verilmeyecek, emre karşı gelenler şiddetle cezalandırılacak!” 

Fakat ne TSF’de, ne de işçilerde bu tehditlere pabuç bırakacak göz vardı. TSF, vakit geçirmeden 1 Mayıs tarihli Vakit gazetesinde komutana meydan okudu. Yayınlanan bildiriye göre 1 Mayıs kutsal bir bayramdı ve bütün işçilerin bu bayrama katılması bir vazifeydi. Şehir karanlıkta kalmasın diye sadece “elektrik aydınlatma ameleleri” 1 Mayıs’ta çalışabilirdi!

Sonuç müthişti! İşçilerin işbırakma ve eylemlere katılımı beklenen sayının üzerindeydi.

Bir yıl sonra, 1 Mayıs 1922’de yapılan kutlamalar hem daha örgütlü hem de bir önceki yıla göre daha görkemliydi. Nitekim fırka, cemiyet ve esnaf birliklerinin kurduğu ‘1 Mayıs Komisyonu’na şu kuruluşlar katılmıştı: Türkiye Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçiler Derneği, Beynelmilel İşçiler İttihadı, Sosyal Demokrat Fırkası, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi, Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası ve Esnaf Cemiyetleri.

Şişli Pangaltı’da toplananan işçiler, kollarında kırmızı pazubentlerle Kâğıthane’ye yürümüşlerdi. En önde bulunan bando ve mızıka takımı “Beynelmilel” (Enternasyonal) marşını çalmıştı. Kağıthane’de yapılan konuşmalarda ise hem işçilerin ekonomik talepleri sıralanmış hem de işgal protesto edilmişti.

YARIM ASIRLIK YASAK

13 Kasım 1918’de işgal edilen İstanbul 6 Ekim 1923’te kurtulmuştu. Ama işin acı yanı; işgal altındayken kutlanan 1 Mayıs’lar, kurtuluştan sonra tam yarım asır boyunca yasaklı kalacaktı! Aynı yıl içinde Meclis tarafından ilan edilen “Amele Bayramı” ise; işyeri, sokak ve meydanlar için uygulanan kutlama yasağının bir perdesiydi artık. 1 Mayıs, işçi bayramı olmaktan çıkmış tipik bir devlet bayramı haline gelmişti.

Devletin böylesi bir makas değişikliğine gitmesinde şüphe yok ki 1922-23 Lozan Konferansı’nın büyük etkisi vardı. Zira Türkiye’nin kapitalist batı dünyasına entegrasyonu esasen bu konferansta karar altına alınmıştı. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresi ise bu yönelime uygun olarak kapitalist kalkınmanın köşe taşlarını döşemişti. 

1 Mayıs 1923’te çok ilginç bir gelişme daha yaşanacak ve imzalanan mübadil değişimi anlaşmasıyla işçi sınıfı yapısı daha da parçalanacaktı. Tam 19 maddeden oluşan sözleşmeye göre Türkiye topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus ile Yunanistan topraklarındaki Türk/Müslüman nüfus yer değiştirecekti. Bu karar işçi sınıfı içinde yer alan mücadeleci unsurların da yerinden edilmesi anlamına geliyordu.

1924 yılı, kitlesel 1 Mayıs kutlamalarına resmi yasak mührünün vurulduğu yıldı. 1925’te çıkarılan “Takrir-i Sükun Yasası” ise diğer birçok yasağın yanına “işçi bayramını kutlamayı” da ekledi. Öyle ki bu yasak ancak 1935 yılına gelindiğinde “esnetilebildi” ve 1 Mayıs’a “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi! 1936’da yürürlüğe konan “İş kanunu” ise 1 Mayıs’la birlikte grevleri de yasakladı ve işçi sınıfı uzun yıllar grev silahından mahrum kaldı.

BELLEK TAZELENMESİ

En son 1922’de gerçekleşen 1 Mayıs kutlaması ile DİSK’in 1976’da Taksim’de organize ettiği 1 Mayıs mitingi arasında tam 54 yıllık bir zaman farkı vardı. 

Şimdi kritik soru şu: Ne olmuştu da yarım asrı aşan bu dönemde, 1 Mayıs neredeyse hiç akıllara gelmemişti? 

Oysaki bu zaman aralığında sayısız grev ve hak arama eylemi olmuş, 1952 yılında Türk-İş kurulmuş; işçi hareketinin basıncı ile grev ve toplu sözleşme hakkı yeniden kazanılmış, şanlı 15-16 Haziran direnişi yaşanmış ve sendikal bürokrasiye öfke duyan işçilerin önemli bir bölümü DİSK’e katılmıştı. Yine bu süreçte “Kavel” gibi tarihe adını altın harflerle yazdıran işçi direnişleri vardı. Ve ‘68 gençliğinin eylem dalgası Türkiye’nin siyasi hayatını alt üst etmişti. 

O kritik sorunun cevabı aslında tek bir kelimede saklıydı: “Kopukluk”! 

Üstelik bu cevap bana değil değerli hocam Aydın Çubukçu’ya ait. Bu önemli saptama dile geldiğinde; işçi sınıfının en önemli kürsülerinden biri olan Hayatın Sesi Televizyonu daha kapatılmamıştı. Bir tarih programı olan Babil Kulesi’nde söylenmişti o söz. 

İşin özü şuydu: 1 Mayıs’a vurulan prangalar 50 yıllık bir kesintiyle birlikte toplumsal belleği de zedelemişti. 1977 1 Mayıs’ının kana bulanması da aynı nedenleydi. Çünkü bir yıl önce yapılan 1976 1 Mayıs’ı hem 12 Mart askeri darbesine güçlü bir tokat olmuş hem de sınıfın hafızasında yeni bir tazelenme sağlamıştı.

Sonuç olarak; burjuvazi sadece işçi sınıfına saldırmakla yetinmiyor, onun tarih bilincini de yok etmek istiyor. İşçilerin ve kaderini ona bağlamış aydınların bu boyunduruktan kurtulmaları ise kendi tarihine verdikleri değerle doğrudan orantılı.

Kopuk halkalar birleştikçe hem geçmiş hem de gelecek aydınlanacak.   

Yeni Hayat dergisinin o güzel sözüyle okurları selamlayıp bitireyim:

Bir Mayıs günü sana tebrik eylerim. 

Evrensel'i Takip Et