‘Eyyy Avrupa’dan ‘Vayyy Avrupa’ya..
Yücel Özdemir, Türkiye'nin AB yolculuğunu ve Erdoğan sürecindeki macerasını Evrensel Pazar'a yazdı.
Yücel ÖZDEMİR
1963’te başlayan Türkiye’nin “Avrupa yolculuğu” pek çok aşamadan geçerek bugünlere geldi. 3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakerelerinin resmen başlatılmasıyla, yakınlaşma en üst seviyeye bulaştı. Ne var ki, gelinen aşamada müzakerelere başlamanın üyelikle sonuçlanacağı anlamına gelmediği bugün daha açık görülüyor.
Gerçi AB tarihinde bu pek sık görülen bir durum değil. Üye sayısı aşamalı olarak artan AB’nin, İngiltere’yi de sayarsak, 28 üyesi bulunuyor. Bu üyelerin çoğu birkaç yıllık müzakerelerin ardından tam üyelik statüsü aldı.
Müzakereleri uzayan elbette sadece Türkiye değil. Sırbistan ve Karadağ da 2005’ten bu yana AB aday üye statüsünde ve onların da ne zaman tam üye olacağı belli değil. Bu iki Balkan ülkesi bir yana Türkiye–AB arasındaki inişler ve çıkışlar, AB tarihi açısından özel bir yer tutuyor. Zira AB’ye üye olmak isteyen Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla AB’nin gelecek perspektifleri arasındaki makas kapanmak yerine sürekli açılıyor.
‘EYYY AVRUPA’ RETORİĞİNİN NEDENİ
Türkiye’nin 1999’da Bület Ecevit’in başbakanlığı döneminde AB’ye adaylık üyeliği statüsünü elde etmesi, müzakerelerin ise 2002’de tek başına iktidara gelen AKP tarafından yapılan “reformlar” nedeniyle başlaması, özellikle bugün yaşananlar açısından anlamlı. AKP’yi “en büyük reformcu parti” diye ilan ederek her türlü desteği veren, tek başına bütün gücü elinde bulundurmasına ses çıkarmayan AB, gelinen aşamada desteğiyle büyüttüğü AKP yönetimindeki Türkiye’ye tam üyelik için açık tuttuğu kapı aralığını daraltma hazırlığı yapıyor.
Çünkü, 17 Kasım 2004’te müzakerelerin başlamasına karar verdiği AB Zirvesi başlangıç kabul edilirse, aradan geçen 13 yıl içinde hem Erdoğan ve AKP’de hem de AB’de önemli değişimler yaşandı. Ne Türkiye ne de AB o günkü durumda...
Bu nedenle eski şablonlar ve kararlarla bugün ilişkilerin devam etmeyeceği artık netleşmiş bulunuyor. Bunu müzakere eden taraflar da biliyor.
Bildikleri için de Türkiye tarafından Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkilileri “Eyyy Avrupa” diye efelenerek, daha taviz verme eğiliminde olmadıklarını gösterme adına iç politikada siyasi ranta çevirmeye çalışıyorlar. İçeride temek hak ve özgürlükleri kısıtlayan ve bunlara yönelik Avrupa’dan gelen tepkileri görmezlikten gelen Erdoğan, gelinen aşamada iktidarını korumak için AB’den yapılan uyarıları kulak ardı etmekle kalmıyor, bir de efelenerek tepki gösteriyor.
En son Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından Türkiye’nin yeninden denetim sürecine (Monitoring) alınmasına karşı da aynı tepki gösterildi. Bundan tam 13 yıl önce insan hakları, düşünce özgürlüğü konusundaki ilerlemeler nedeniyle denetimin kaldırılması kararı veren APKM’yi yere göğe sığdıramayanlar, bugün ise “Vayyy Avrupa...” demeye başladılar.
Halbuki bu Avrupa’dan gelen ilk uyarı değil. Geçtiğimiz yılın sonunda Avrupa Parlamentosu da 37’ye karşı 479 oyla AB ile müzakerelerin dondurulmasına karar vermişti.
AB SESSİZ KALIRSA ALTTA KALIR
Uyarıları dikkate alma yerine “Eyyy Avrupa” diye efelenmeye devam eden Erdoğan ve AKP’si, hiç şüphesiz 16 Nisan şaibeli referandumuyla Türkiye’de otoriter bir rejim kurmak istediğini açıkça göstermiştir.
Sürekli otoriterleşme yönünde doğru giden Erdoğan ve AKP hiçbir şey olmamış gibi ilişkilerin devam etmesini isterken, Avrupa cephesinde ilişkilerin bundan sonra nasıl devam edeceği, hem AB hem de tek tek Avrupa ülkelerinin en önemli gündemleri arasında yer alıyor.
47 ülkenin üyesi olduğu AKPM’nin kararı süreci hızlandırmışa benziyor. Zira, Türkiye’ye karşı açık ve net bir tutumun alınması konusundaki baskı her geçen gün yoğunlaşıyor.
AB NE YAPACAK?
Gelişmeler hem Türkiye’yi hem de AB’yi yol ayrımına getirmiş görünüyor. Erdoğan, herkesin sözünü özgürce söyleyebildiği demokratik bir Türkiye’de iktidarını zor ve şiddet olmadan daha fazla koruyamayacağını gördüğü için çareyi daha fazla otoriterleşmede gördü. Hal böyle olunca da “Eyyy Avrupa” demekten, iktidarının sürekliliği için gerektiğinde AB ile ipleri koparmayı da göze almış görünüyor. Başka bir deyişle “Her şey iktidar için, gerisi teferruat” diyor.
Avrupa’da ise Türkiye ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesi talepleri artarken, bu değerlendirmelerden nasıl sonuçların çıkacağı ise tartışmalı. Otoriterleşmeye taviz verilmemesini isteyen siyasi gruplar AB ile müzakerelerin derhal kesilerek, bu baskıyla Erdoğan ve AKP’nin hizaya getirileceğini savunuyor. Alman birinci televizyon kanalı ARD’ye konuşan AB’nin eski Türkiye Elçisi Marc Pierini, “Türkiye’nin hukuk devletine dönmesini sağlayacak her adım Erdoğan’ın iktidar planlarını bozar” diyor. (tagesschau.de)
AB-Türkiye ilişkilerinin seyri özellikle ekonomi açısından önemli. Türkiye’nin dış ticaretinin neredeyse yarısı (yüzde 45) AB ile. Bu da AB ile ilişkilerin bozulmasının ekonomiyi, dolayısıyla Erdoğan’ı sarsacağı anlamına geliyor.
Ancak, tartışmalar ve açıklamalara bakılırsa, AB’nin Erdoğan üzerinde baskıyı artıracağı ancak müzakereleri kesmeye yanaşmayacağı anlaşılıyor. Malta’daki AB Dışişleri Bakanları toplantısında Almanya ve Fransa’nın bu yönde açıklamalar yapması bunu gösteriyor.
Türkiye’nin pazar genişliği ve jeopolitik konumu, Almanya’nın siyasi ve ekonomik çıkarları böylesine ara formüllerde anlaşmayı gerektiriyor. Bu ara formülde AB ile gümrük birliğine devam edilmesi, ancak siyasi entegrasyonu gerektirmeyen bir ilişki olarak görülüyor.
Zira günümüzde AB içindeki sorunlar ve çelişkiler özellikle sorunları çok olan bir Türkiye’yi kaldıracak durumda değil. Türkiye ile üyelik yönünde müzakerelerin hızlandırılmasının AB’deki sorunları daha da ağırlaştıracağı, bölünme sürecini hızlandıracağını tahmin etmek zor değil.
Bu nedenle önümüzdeki süreçte bir tarafta “Eyyy Avrupa”, diğer tarafta ise “Vayyy Avrupa” denmeye devam edilecek.