30 Nisan 2017 01:57

Sanatta yaşamı örgütleyen işçiler

Başak Şahindoğan, Mehmet Aksoy'dan Jonathan Pauwels'a, Diego Rivera'dan Vera Muhina'ya sanatta yaşamı örgütleyen işçileri yazdı.

Paylaş

Başak ŞAHİNDOĞAN

Türkiye işçi sınıfına selâm! 
Selâm yaratana! 
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! 
Bütün yemişler dallarınızdadır. 
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, 
haklı günler, büyük günler, 
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, 
ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Nazım Hikmet Ran

Andrey Tarkovski  “Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır.” der. Sanat çoğu zaman görünmeyeni ve hatta gösterilmek istenmeyeni göz önüne sermeye yarar. Sessizliğin sesi, gölgede kalmışların ışığı olur. Sanat eserleri de toplumların en önemli bellekleridir. Sanat tarihinin insanlık tarihiyle birlikte yazılması da bu nedenledir. Dünyayı değiştirmek ve tarihe tanıklık etmek amacıyla yola çıkıldığında sanat hiç bir zaman tarafsız değildir. Sanatçı çağına tanıklık ederken, özgürlüğünü ve etkinliğini kontrol altına almaya çalışan sisteme, kendisine ve topluma dayatılan yaptırımlara karşı muhalif bir tavır sergilemek zorundadır. Biraz da bu nedenle tarih boyunca sanatın büyüsü direnenlerin en büyük gücü, direnilenlerin ise en korkulu rüyası olmuştur. Ve tabiî ki her sanatçı eserlerini emeğiyle yoğuran bir işçidir aynı zamanda…

Kutsal emekleriyle hayatı örgütlemek,
Alın terleriyle dünyayı yaşanabilir kılmak,
Güçlü elleriyle her yeni günü ilmek ilmek işlemek için,
Fabrikalardan, atölyelerden, tarlalardan bahçelerden 
Günlerin getirdiği baskı zulüm ve sömürüye direnmek için yola çıkan, 
Tarih boyunca daha yaşanılası bir dünya için bu uğurda yaşamlarını feda eden,
bedel ödeyen, bedel ödemeyi göze alan tüm emekçilerin anısına saygıyla…
İyi ki varlar ve hep var olacaklar…

MEHMET AKSOY’UN GÖZÜNDEN İŞÇİ SINIFI

1939’da Hatay’ın Yayladağı ilçesinde doğmuş, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Berlin Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim görmüştür. Berlin’de sosyalizm ile tanışıp politik etkinliklere katılan sanatçının, bu dönemden itibaren ürettiği eserlerde sosyalist ideallerini ön plana çıkarttığı görülmektedir. İşçiler, hapisler, işkenceler, köylüler sanatçının çalışma konularından bazılarıdır.

1 Mayıs 1977’de meydana gelen ve daha sonra “Kanlı 1 Mayıs” olarak hatırlanacak olan saldırının ardından yaptığı heykel bu çalışmaların en güzel örneklerinden biridir. 1979 yılında bu olay anısına yaptığı heykelinde yerde cansız olmasına rağmen dimdik yatan bedenin zayıf ve genç gövdesine karşın iri ve yaşlı elleriyle hem işçi sınıfının zorlu yaşam mücadelesini hem de güçlü duruşunu temsil etmektedir. Ölmüş bedeni kucaklayan anne figürünün de elleri ve yüzü heykelin en önemli detaylarıdır. Ellerindeki kırışıklıklar Anadolu kadınının yıpranmışlığını simgelerken, alnındaki çizgiler bu erken kaybedişin yaşattığı derin acıyı yüzü kapalı olduğu halde göstermektedir. Heykelin ayaklarından ortaya çıkan, yüzü embriyo şeklinde ve gövdesi tam oluşmamış ama yine de dimdik duran çocuk heykelinde ise bu bedensel ölümün bir yok oluş olmadığı, sınıfsal mücadelenin yenilenerek ve güçlenerek devam edileceği anlatılmıştır. Sanatçının tüm çabalarına rağmen bu heykel yasak ve baskılar nedeniyle Taksim’de sergilenememiştir.   

Sanatçının kariyeri boyunca yaptığı heykeller kimi zaman sistem kimi zamansa faşist ideoloji tarafından yok edilmek istenmiştir. 1976 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında halkın gözü önünde yaptığı “işçi ve çocuk heykeli” bir gece faşist bir saldırıyla parçalanır. Yılmayan Aksoy Antalya’da bir ay daha kalır ve halkında yardımıyla heykeli tekrar yapar. 1994 yılında ise dönemin Refah Partili Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek sanatçının Ankara Altınpark’taki “Periler Ülkesinde” isimli heykelini müstehcen bularak ve “böyle sanatın içine tüküreceğini” söyleyerek parktan kaldırdı. Tam da o yıl bir başka eseri daha parçalandı. 2000 yılında ise Can Yücel için yaptığı mezar taşı saldırıya uğradı. Son olarak 2011 yılında ise Kars’ta yaptığı ikiye bölünmüş bir insan şekliyle Türkler ve Ermenileri simgeleyen “İnsanlık Anıtı” ismini verdiği eser dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bu ucube yıkılacak” talimatı ile “Allahuekber” nidaları arasında yıkıldı.

“Mücadele bir çember gibidir, her noktasında başlar ama asla bitmez…” Suncomandante Marcos

KENTSEL MÜDAHALE UZMANI: JAUNE

Jonathan Pauwels bilinen adıyla JAUNE kendini ‘kentsel müdahale uzmanı’ olarak tanımlayan bir sanatçı. Brüksel’de yaşayan Jaune her gün karşılaştığımız, yaşamın arka planında kentlerin sokaklarında emek harcayan ancak bu emeklerinin karşılığını hakkıyla veremediğimiz şehir işçilerini daha görünür bir hale getirmeyi amaçlıyor.

Bu durumu ilk olarak 2011 yılında fark eden sanatçı parlak flüoresan giysileriyle işçi karakterler yaratıyor. Görünür ve görünmez arasındaki paradoksa dikkat çeken Jaune bu karakterleri sembolik olarak şehir sokakları ve çevresine kamunun onlara rollerin dışında komik senaryolarla yerleştirerek bu rollerinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Brüksel’in duvarlarını bu minik kahramanların eğlenceli grafitlileriyle donatan sanatçı, kentsel çevrenin dışına itilen ve neredeyse görünmez kabul edilen işçilerinin aslında varlıklarıyla ne kadar önemli olduklarını göstermeyi amaçlıyor.

Bu eğlenceli ve bir o kadar da düşündürücü grafitlilerle şehrin sokaklarına dağılan minik işçiler bu kompozisyonlarda hallerinden çok memnun görünüyorlar.

DİEGO RİVERA’NIN ‘DETROİT SAVAŞI’

1886 doğumlu Meksikalı sanatçı Diego Rivera yirminci yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Protest tavrıyla dikkat çeken ve sanatını devrimci öğelerle birleştiren bir sanatçı politik sisteme başkaldırmasıyla Meksika’da bir sanat devrimi gerçekleştirmiştir. 1914’de Meksika’daki Halk Devrimi ve 1917’de Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nden etkilenen sanatçı, ‘toplum için sanat’ yapmaya karar verir. Bu konuda da araç olarak fresk sanatını seçer. Fresk sanatını modernize ederek tekrar canlandıran Rivera, eserleriyle gerek ülkesini gerekse uluslararası camiayı derinden sarsar. Hatta bu dönemde sanatçı bazı çevrelerce “Meksikalı Michalangelo” ismiyle anılır. 

Ünü ülke sınırlarını aşan Rivera’ya, 1930’da kapitalist dünyanın başkenti, Büyük Buhran altında ezilen ABD’den bir teklif gelir. Bunun üzerine Diego Rivera, 1932 yılının Nisan ayında sonraki yıllarda en büyük eserim diye anacağı “Detroit Industry” adlı duvar resimlerini yapmak için şehre ulaştığında politik ve toplumsal açıdan son derece hareketli bir ortamla karşılaşır.Bu gerilimli ortamda Rivera da duvar resimlerini tamamlayabilmek için mücadele eder ve bu yaşadıklarını “Detroit Savaşı” olarak tanımlar.

Rivera mekânın karşılıklı iki duvarına yaptığı bu freskleri tasarlarken endüstriyel işçi sınıfını çalışmanın merkezinde konumlandırmıştır. İşçiler resimlerde, o dönemin algısına ters olarak silik bir kitle olmak yerine renkli, güçlü ve kolektif hareket ederek tarihe yön veren toplumsal bir güç olarak tasvir etmiştir. 

Endüstriyel devrime hayran olan Rivera biyografisinde Meksika’dan kalkıp Amerika’ya “endüstri işçilerinden oluşan dev bir kitle ile resmim arasındaki etki ve tepkiyi ölçmek için geldim” demiş ve işçilerin resimlerine gösterdikleri ilgiye minnettarlığını belirtmiştir. Rivera o duvar resimlerini toplumun devrimci dönüşümüne ilham vermek ve etkin bir rol almak için yaptığını ile getirmiştir.

“Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değildir, dünyayı biçimlendireceğiniz bir çekiçtir.” Vladimir Mayakovski

DEVRİMİN SİMGESİ ‘İŞÇİ VE ÇİFTÇİ KADIN HEYKELİ’

İdeolojik ve kavramsal olarak mimar Boris İofan tarafından ortaya atılan, Vera Muhina tarafından tasarlanan heykel Sosyalist gerçekçi sanat tarzının tipik bir örneğidir. 60 ton ağırlığında ve 24,5 metre uzunluğunda paslanmaz çelikten yapılan heykel ilk olarak 1937 yılında Paris’te gerçekleşen bir uluslararası fuarda sergilenmiştir. Rusça adıyla “Rabochiy i Kolkhoznitsa” olarak bilinen bu anıtsal heykel, günümüzde altındaki 34,5 metre uzunluğundaki alt bina ile birlikte toplam 60 metre yüksekliğindeki heybetli görüntüsüyle Moskova’da sergilenmektedir.

Muhina heykelde sosyalist gerçekçilik kavramına dikkat çekmiştir. Sosyalist gerçekçilik, Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfı ve onun kurtuluşu için mücadele eden devrimci kahramanların 1930’larda yarattığı ideolojidir. Heykelde çiftçi kadın orakla, işçi erkek ise çekiçle tasvir edilerek hem komünizmin sembolleri kullanılmış hem de proletarya davası olan sosyalizmin cinsiyetler arasındaki eşitliği simgelenmiştir. Ayrıca heykelin tasarımı tüm Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinde yürütülen kolektivizasyon politikalarına bir atıf da bulundurur. Heykelde havaya doğru kalkan çekiç ve orak, sosyalizmin daha ileri ve yukarı taşınacağını anlatmaktadır. Heykel sosyalizmi simgelemenin yanı sıra Sovyetler’in simgesi olarak işçi sınıfını da temsil etmektedir

ÖNCEKİ HABER

‘Gelip konan göçtü nişane yeter’

SONRAKİ HABER

Bu kitap baştan aşağı ‘klişe!’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa