30 Nisan 2017 06:21

Ayşen GÜVEN

Kazım Öz içinde yeşerdiği toprakları yeni filmi Zer’de de kazımaya devam ediyor. Dersim Katliamı’nın üstündeki toprağı daha önce atan yönetmen, bu defa acıların kuyusunu açarken masallar, hikâyeler, türküler, ritüeller, aşklar, delilikler, halaylar da saçıyor etrafa. Film, aslında pek tanış olmadığı babaannesinin New York’a gelişiyle tanıştığı bir şarkının ardından, Dersim’in dağ köylerinde kendini bulan Jan’ın aslında kendi kaynağına giden yolculuğunun filmi... Kazım Öz’le, bu yıl İstanbul Film Festivali’nde sansürlenerek ilk gösterimini yapmak zorunda kalan Zer’i bir kere de karartma ve yasaklamalardan azade konuştuk. Hiç bilmemiş de olsanız, kaçsanız da arkanızdan gelen bir tarih var diyor Zer. Bir şarkının, masalın, deyişin halkın esas lisanına dönüştüğü o görkemli kimi yerin üstünde kimi yerin altında Dersim coğrafyasında geziniyoruz yönetmenle. Halihazırda vizyondaki Zer’e, “kendine bile muhalefet” Dersim halkının yaşamakta direnen kültürüne dair belki merak ettiklerinizi bulursunuz. Biz yolunuza küçük ekmek lokmaları bırakıyoruz...

Zer, bir şarkının/türkünün izini sürerken, bir masal da ona eşlik ediyor. Mistik bir hava da getirmiş masal, filme. Peki nasıl biçimlenmiş Dersim’de masallar? Gerçeklikle ilişkileri nasıldır? 

Bölge insanı, meramını en iyi, masalla, hikâyeyle, deyişlerle anlatabilmiş her zaman. Tabii kimi masallar dönemin koşullarına göre değişmiş kimileri yapısı gereği ilk haliyle kalmış. Mesela Topal Martı Masalı, bölgede binlerce yıldır anlatılır. Bana göre sebep sonuç ilişkisi ve doğadaki döngü çok iyi işlenir bu masalda. Aslına bakarsanız tarihin ve yaşanılanların büyük bir kısmı bu masallarda ve hikâyelerde gezinir. Derya gibidir o alan. Babam beni eleştireceği zaman mutlaka bir tane masal anlatır. Başka hiçbir şey yapmaz. “Bunu neden böyle yaptın” demez. Her duruma da uygun bir masalı vardır hani. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla gibi.

Bu masalı ilk nerden duydun?

Dersim’de kör bir kadından duydum. Bu filmdeki kör kadın karakterine ilham veren kadının, anlattığı bir masaldı. Daha sonra çok ilginç bir şeyle karşılaştım. Bu masal, Latin Amerikalı Yazar Eduardo Galeano’nun bir kitabında da vardı. Büyük ihtimalle burdan o taraflara doğru gitti diye düşünüyorum. Ayrıca masallar sinemamızda çok besleyici kaynaklar da olabilirler gibi geliyor. Üslup çok önemli tabii. Yine bir diğer filmim Son Mevsim: Şavaklar da bir masalla başlayıp masalla bitiyordu. Çok güçlü bir kader masalıydı o. “İnsan kaderini değiştirebilir” diyordu. Mesela o iki masal da bana çok güç verdi. Elbette bu masallar zamanla bir değişim yaşayarak günümüze geldiler. O yüzden o kaynağa dönüp dönüp bakmalıyız diye düşünüyorum. 

Deyişler, türküler, masallar, efsaneler...Bu coğrafyada neden bu kadar bereketliler diye düşünüyor insan.  

Öncelikle o köklü Mezopotamya tarihi ile ilgili. Burada binlerce yıllık bir medeniyetin izleri var. Onun devamlılığı var. Bu sonuçta kültürel olarak, soyağacında devam eden bir süreç. Yazılı edebiyat olmadığı için de hepsi bu sözlü kültürde toparlanmış. Hafızada toplanmış aslında. Ve bu da babamdan bana benden çocuğuma şeklinde aktarılıyor. Güzel ve kalıcı bir yöntem bu. Mesela Kürt kültürünün bunca asimilasyon çabasına rağmen bunca katliamlara ölüme şiddete rağmen kaybolmamasının sebebi bence bu ses üzerinden oluşan hafızanın gücünden kaynaklanıyor. Bunu yok edemez. Nasıl yok edecek. O bir şekilde kuşaktan kuşağa geçiyor.

 “Zer” ile “Annemin Şarkısı” arasında çokça benzerlik de kuruldu. Kimi bunu Kürt hikâyelerinde daralma mı var diye tartıştı kimileri de bölgenin sözlü/sesli(müzikli) aktarım geleneğiyle bağını kurdu. Bu iki film arasında kurulan paralellikle ilgili ne düşünüyorsun? 

Bence bu öncelikle Kürtlerdeki sözlü edebiyatla ilgili.Yani bu kadar güçlü sözlü edebiyatı olan bir halkın, hikâyeleri, edebiyatı ve dolayısıyla sinemasının da  bu tür ögeler üzerinden yürümesi çok doğal. Hatta oldukça az olduğunu da söylemek lazım. Buna rağmen sesle ilgili çalışma yapan ancak birkaç filmden söz edilebilir. Hele dengbejlerle ilgili yüzlerce film yapılabilir yüzlerce hikâye onlar üzerine kurulabilir. Bu nedenle de hikâye darlığına bağlamak yerine, Kürt sinemasında ses kuşağı daha güçlü olabilir mi gibi bir yere çevirebilirsek bu tartışmaları geliştirici olur diye düşünüyorum. Sinemamızda sesin rolü, gösterdiğinden daha verimli ve olanaklı. Sesle ilgili bir dil çıkabilir buradan ve belki de bu sinema tarihine bir katkıya dönüşebilir.  

Filmde bölgeye ait birtakım inanç ritüelleri de izliyoruz. Bize biraz o ritüellerden de bahseder misin?

Dersim bölgesinde özellikle Alevi Kürtlerin arasında inanç, Türkiye’deki pek çok halka göre daha farklı yaşanıyor. Zerdüştlüğe dayalı, eski Şaman geleneklerine dayalı unsurlar var. Doğayı esas alan bir inanç biçimi bu. Zaten Jan da o yolculuğa çıktığında bir taraftan da etkilendiği şey bu; yeryüzü, toprağın kendisi, gökyüzü, yıldızlar, masallardaki yarı tanrı figürler..Mezopotamya’nın arkaik zamanları o dağlarda yaşamaya devam ediyor. Filmdeki Düzgün Baba ziyaretinde de böyle bir dervişin hikâyesi var. Modern yaşamın gürültüsünden uzak, kendini doğaya adamış bir ermiş orada yaşamını sürdüyor. Kapitalizmin merkezindeki bu büyük şehirlerden doğuya doğru gittikçe, daha doğal bir hayata yaklaşıyoruz. İnanç açısından da bu böyle. Bu merkezlere yaklaştıkça inanç açısından da çok katı, dinin neredeyse bir uyuşturucu olarak kullanıldığı, hatta bir iktidar olduğu noktaya doğru gidiyoruz. 

Dinin daha çok inanç şeklinde yaşandığı gibi bir şey söylenebilir yani? 

Evet, kurumsallaşmış bir din gibi de değil, daha esnek olan bir inanma hali. Saygıya dayalı, doğayı, insanı esas alan bir inanç biçimi var orada. 

Film tüm engellemelere rağmen vizyonda. Seyirciye bir şey söyleyecek misin? 

Evet. Sansür tartışmasından dolayı biraz talihsiz başladık vizyona. Film daha çok salonda gösterime girebilecekken daha az salonda gösterilebiliyor. Ama sonuçta film de seyircimiz de orda duruyor. Geç de olsa ben buluşacaklarını düşünüyorum. Elbette seyirciye şu çağrıyı yapabiliriz, filmimizi lütfen salonlarda izleyip, üzerine tartışmayı, eleştirmeyi, konuşmayı seçsinler. 

DERSİM HİZAYA GELMİYOR DİYE Mİ?

Aslında iktidarın bir ara sıkça gündemindeydi Dersim ‘38 gerçeklerinin açığa çıkarılması gerekliliği. CHP’ye karşı bir propaganda olarak da kullandı. Ve filme Bakanlık destek de vermişti. Peki şimdi ne değişti? Neden Dersim Katliamı’nı anlatan bir film sansürlendi? 

Yani Dersim’e öfkeliler herhalde biz de tam bilemiyoruz. Yoksa hakikaten bu konuda o kadar siyaset yapıp, canlı yayınlarda çıkıp özür dileyip, adına “katliam” deyip, “çoluk-çocuk öldürüldü” diye anlatıp sonra bir filmde bununla ilgili bir yazıyı yasaklamak, gerçekten anlaşılmaz. Sormak lazım bunları. Acaba referandumda bu kadar yüksek ret çıkıyor, bir türlü Dersim “hizaya” gelmiyor diye mi? Sanırım bu iktidarın Türkiye illeri içerisinde hiçbir zaman milletvekili çıkaramadığı şehirden bahsediyoruz. Dersim’le ilgili açılım yaparken bekledikleri siyasi karşılığı kentten alamayınca öfkelenmiş de olabilirler. 

DERSİM’İN DELİLERİYLE İLGİLİ BİR FİLM PROJEM VAR 

Dersim’in delilerle ilgili efsanesi nedir? Nereden gelir? 

Bence bunun naif insanlar olmalarıyla ilgisi var. Dersim’deki deliler, dünya malında, nimelerinde gözü olmayan aslında özel mülkiyetle bağlarını koparmış tiplerdir. İhtiyacı olduğu kadarını alır, sermayeye çevirmez. Deli derken kastımız daha çok divaneliktir aslında. Bu toplumun bir güzel yanı da buradadadır doğrusu; zengine, parası-pulu olana değil kendini başka bir hayata adayan kimselere değer vermesinde yani. Dersim’in delileriyle ilgili bir proje de  düşünüyorum. Bir on yıl kadar önce neredeyse çekimlerine başlayacaktık. Mesela bizim köyde bir deli vardı. Kendisinden “o” diye bahsederdi. Sana küsmüş diyelim “o sana küsmüş” diye bahsediyor. “Ben” yok onun için. Günümüz dünyasında, bencilliğin, bireyciliğin bu kadar hüküm sürdüğü bir tüketim toplumunun ortasında adam kendini de terk etmiş, düşünebiliyor musunuz! “O kadar abartmayınız kendinizi” diyor bir nevi. Tam da bunun üzerine bir film düşünüyorum. Hatta filmin ismi, “O” olabilir. 

CEMAL SÜREYA DA O TRENDEN İNİYOR

Cemal Süreya’dan bir alıntıyla başlıyor film. Senin için şair, alıntı ve film arasında nasıl bir bağ var? 

“Tarih öncesi köpeklerin havlaması” metaforu bana çok güçlü geldi ve sahneleri çekerken bu cümle hep aklımdaydı. Tabii tanıklarından çok dinledim. Tren hikâyesini özellikle... Cemal Süreya’nın da o trenden inmesi başkaca bir his bıraktı bence.

AHMET ASLAN, TOMRİS İNCER’E ZAZACA ÇALIŞTIRDI

Oyuncu şeçimleri ile ilgili konuşalım biraz da. Ahmet Aslan elbette baya sürpriz bir isim. Nasıl ikna ettin? Hemşehrilik yetmez gibi geliyor bana. 

Valla dedim “Ahmet böyle böyle bir rol var, oynar mısın?”. O da oynadı. Bana güvendi herhalde. Ahmet ile daha önce belgeselde de çalışmıştık. Çok da heyecanlıydı ve olayı baya ciddiye aldı. Sette varlığı da çok güzeldi. Zorlu bir çekim gecesinde, Ahmet bağlama çaldı çaldı, söyledi. Hepimize de enerji verdi. 

Yakın zamanda kaybettiğimiz, usta oyuncu Tomris İncer için Dersim’deki çekimler nasıl geçmişti acaba? 

Onun gözlerinde başka bir şey yaptığı hissiyatını hep hissettim. Çok özel bir şey yapıyor, sanki hayatı boyunca yaptığı şeylerin dışında yeni bir şey yapıyor gibi bir heyecanla geldi. Zazaca önerdiğimde acayip heyecanlandı. Üstelik mümkün olduğunca Zazaca olsun istedi. “Ben iyi çalışırım” dedi. Ahmet Aslan ona Zazaca çalıştırdı. Baya buluşup buluşup çalıştılar. Maalesef filmi göremedi.

  •  

Künye: Filmin oyuncu kadrosunda Nix Xhelilaj, Güler Ökten, Levent Özdilek ve 2015 Ekim’inde kaybettiğimiz usta oyuncu Tomris İncer de yer alıyor.

Yapımcılığını Köz Film ile Newa Film’in üstlendiği Zer’de, görüntü yönetmenliğini Feza Çaldıran, Eyüp Boz ve Orçun Özkılınç üstlenmiş.

Filmin müzikleri ise Mustafa Biber imzası taşıyor.

Yönetmen Kazım Öz daha önce, Bahoz (Fırtına), Demsala Dawî: Şewaxan (Son Mevsim: Şavaklar), He Bu Tune Bu (Bir Varmış Bir Yokmuş) ve Cinara Sipî (Beyaz Çınar) gibi belgesel ve kurmaca filmlerle seyircisiyle buluşmuştu. 

Evrensel'i Takip Et