Bir cıvıltılık* saltanat
Bir holdingin yöneticisi seçim sonuçlarına dair bir tweet atmıştı. İktidarı öven iletisi, kısa zamanda etki yapmış; boykot çağrısıyla arşa yükselmişti
Alper KAYA
Büyük, çok büyük; sonu gelmeyecekmişçesine büyük bir holdingin yöneticilerinden birisiydi adam. Uzun süredir kendisini gergin hissediyordu, çünkü içinde bulunduğu pazara ve hatta yaşadığı ülkeye bir kerpetenle sıkıştıran siyasi bir iklim hakimdi.
İnsanların birbirini bıçakladığı, çekip vurduğu, sık sık keyfî gözaltıların yaşandığı haberler günaşırı mobil bildirimlerine düşmeye başlamıştı. Her haberde daha çok bunalıyor; her haberde tekrar tekrar borsadaki hisselerini, bankadaki yatırımlarını kontrol etme dürtüsüyle yerinden sıçrıyordu.
Neyse ki malına mülküne zeval gelmiyordu.
Bir sabah, çok acı bir haberle uyandı. Uzun süredir yürütülen bir operasyon sonucu, uzaktan bir akrabası gözaltına alınmıştı. Yıllardır, ciddi anlamda ilk kez o kadar endişelenmişti. İlk iş olarak telefonuna sarıldı, ne olur ne olmaz diye düşünerek gündemi odak yaptığı ve iktidara yanaştığı bir tweet attı. Akabinde hem şirketlerinin hem de ailesinin avukatı olan yaşlı adamı aradı.
“Rasim Bey! Benim yeğenin oğlu tutuklanmış…”
Rasim, kurt bir avukattı. Her işin içinden sıyrılmayı da, müvekkilini sıyırmayı da bilirdi. Dava kaybettiği neredeyse vaki değildi. Bunun güveniyle, günün ilk kahvesini içerken telefonun öte yanından böbürlenerek atak yapacak olduysa da, müvekkilinin talebi farklıydı.
“Sakın ha! Senden kim bu konuda savunma yapmanı, dosyayı üstlenmeni isterse istesin; sakın ha! Uzaktan akraba zaten, işin ucu bize sıçramasın…”
Yarım ağızla kabul ederek telefonu kapattı Rasim. Kahvesini içiyordu içmesine ya, ne içtiğinin farkında değildi artık. Ofisindeki sekreter kız, çekine çekine gelip öğleden sonra iki saatlik izin istediğinde kendine geldi. İzin mi?
Bıyıkları titreye titreye, izin kavramının ne kadar saçma olduğundan bahsedecek oldu. Kız daha da ezilip bükülüp, “Bari bir saatçik…” diyecekti ki “Tamam!” diye kestirip attı.
“Kırk beş dakikalığına git, gel. Maaşından keserim ama!”
Kız uçarcasına giderken bir şeylerin ters gittiğini düşünüyordu Rasim. Bu kadar ezilen, hor görülen bir insanın inatla mutlu olması sinirini bozuyordu.
Öğlen saatini bekleyen Asuman, saat dolar dolmaz fırladı. Nişanlısıyla, yaklaşan düğünlerinin arifesinde artık son alışveriş turlarını atıyorlardı. Evleneceğini patronuna söylememişti. Niyeti, liseden bir arkadaşının kendisine söylediği üzere evlilik sonrası tazminatla işten çıkmaktı. Bunu öğrenmek Rasim’in pek hoşuna gitmezdi.
Nişanlısıyla buluştuğunda Ahmet’in her zamanki munis tavrından eser olmadığını görünce şaşkına döndü. Hatta onu hiç bu kadar öfkeli görmediğini fark edince merakı gittikçe artmıştı. Ne olduğunu sorduğunda ilk başta hiç tepki vermeyen Ahmet neden sonra dayanamayıp kendi kendisine çıkışıyormuş gibi konuştu.
“Her şey iyi gidiyor diyorduk, satış rakamlarını tutturmuştuk… Bizim salak patron, bir twit atmış! Millet interneti yıkıyor boykot edeceğiz diye… Hayır, boykot et de; benim ne günahım var!”
İnternete ne zamandır girmemişti Asuman. Nişanlısının söyledikleri yabancı bir galaksiden gelen sinyaller gibiydi. Ahmet yükseldikçe yükseliyor, iyice üst perdeden esip gürlüyordu. Alışverişleri zehir olmuştu.
Hiçbir şey alamadan dükkanlardan çıkıyorlar, üstelik Ahmet hiçbir şeye doğru düzgün de bakmıyordu. O an babasının “Evlilik çift kişilik bir müessesedir; eğer karşındaki özen göstermiyorsa sen sabır gösterme!” deyişi geldi aklına Asuman’ın. Ne yapacağını bilemez bir şekilde kahve içmeyi teklif etti. İzin saati de bitmek üzereydi…
Buluştuklarından beri hiçbir şeye olumlu yaklaşmayan Ahmet bu kez ılıman davranmış ve kahve sipariş edebilecekleri, birbirinin aynısı görünen onlarca kahve zincirinden birisinin terasına geçmişlerdi. Garson gelip de siparişlerini aldığı sırada dahi Ahmet hâlâ patronuna saydırıyordu.
Garson, mutfağa geçip siparişleri bildirirken sırıtarak konuştu:
“Etekleri tutuşmuş çakalların… Dışarıda bir herif var; boykot da boykot, boykot da boykot yanındaki kızın kafasını ütüleyip duruyor…”
Mesaiye yeni gelen çömez garson ise, bu söze anlam verememişti. Ne olduğunu sorduğunda araya farklı muhabbetler girip bir de siparişler devreye girince sorusu arada kaynadı gitti. Merakına yenilip yasak olduğu hâlde mesai saatinde telefonunu açıp interneti şöyle bir kolaçan edince mevzuya aşina olmuştu.
Sonu gelmezmişçesine büyük görünen bir holdingin yöneticisi, seçim sonuçlarına dair bir tweet atmıştı. İktidarı öven iletisi, kısa zamanda kartopu gibi etki yapmış; boykot çağrısıyla arşa yükselmişti. Üstelik bütün bunlar sadece üç saatte olmuştu.
Dudak büküp, hayretle diğer iletilere bakmaya başladı çömez. Bir altında, alakasız duran bir haber vardı.
“Ulan, gene onlarca adamı terörden içeri almışlar. Nasıl cemaatmiş bu, kazı kazı bitmiyor…” diye içinden geçirirken, bir parmak darbesiyle birbirine geçiş yaptığı haberlerin aslında et – tırnak kadar bitişik olduğunun ayırdına belki de hiçbir zaman varamayacaktı…
* Twitter’ın tekil içeriğini tanımlayan “tweet” tabiri, kuş cıvıltısına ithafen belirlenmiştir.