Zaman aşımı yürekleri bir kez daha yaktı
Sultan Özer
2 Temmuz 1993 tarihi, on yıllar, yüzyıllar geçse de unutulmayacak; ‘insanım’ diyen herkesin yüreğini burkacak, acı ve öfke uyandıracak bir tarih. Sivas Madımak Oteli’nden yükselen o kara duman, o ateşi yakanların, 35 güzel insanı ateşin, dumanın içine atanların, onları teşvik eden, tetikleyen ve sonrasında onlarca yıldır koruyanların da fotoğrafı gibi...
Almanya Solingen’de yaşanan ve Nazilerin benzer şekilde katlettiği 5 Türkiye vatandaşı anısına bir anıt dikilmesi, yakılan evin müze haline getirilmesi, ailelerin, insanlığın acısını bir nebze azaltıp, yüreklerdeki kora su olurken; Türkiye’de Madımak’ın ateşi sürekli harlanıyor.
35 ‘can’ı yok edenler bizzat devlet tarafından korunup, kollanıyor, ‘kırmızı bülten’le arananlar bile bulunmuyor, arananlar yıllarca evinde rahatça yaşayıp evlenebiliyor, askere gidip sigortalı işte çalışabiliyor, çocuk sahibi olabiliyor. Aziz Nesin itfaiye merdiveninden itilerek indirilirken, onun da diğerleri gibi yanması için adeta çırpınan, kollarını açarak, ‘yakın, yakın’ diye feryat eden, dönemin Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak evinde ölüp ailesi tarafından törenle toprağa veriliyor.
Bu da yetmiyor, ailelerden, avukatlarından saklanarak yürütülen davalar ancak basın yoluyla açığa çıkarılırken imdada ‘zamanaşımı’ yetiştiriliyor. Ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, “Milletimize hayırlı olsun” diyebiliyor. Ailelerin ‘Utanç Müzesi olsun” dediği Madımak Oteli, ‘demokrat’ Kültür Bakanı’nın da katkılarıyla ‘anı evi’ne dönüştürülüp, yakılanlarla yakanların isimleri yan yana konuluyor ki, bu, yüreklerdeki ateşi daha da harlıyor.
Bütün bu nedenlerle Madımak’tan yükselen o ateş, kara dumanlar 19 yıldır hala tütüyor, anaların, babaların, evlatların, kardeşlerin, insanlığın yüreğini daha da yakarak…
Biz de bu sayfalardan, bu ateşin niçin hala sönmediğini, o acıları yaşayanların hissettiklerini, anne-babaların, evlatların özlemlerini, hukuk adına da kapkara olan yargılamaları özetle vermeye çalışacağız.
Onlar, bir kültürel şenlik için, yüzyıllar öncesinden zulmedenlere başkaldırının simgesi de olan Pir’lerini, Pir Sultan Abdal’ı kendi memleketinde yeniden yaşatmak için gitmişlerdi Sivas’a. Nereden bileceklerdi ki, Pir Sultan’ı darağacına gönderen Hızır Paşa’ların kendilerine de ateşi harladığını…
Üstelik de Kültür Bakanlığı’nın, Sivas Valiliği’nin de desteğiyle organize edilen bir etkinlikte... Aydın, yazar, şair, ozan, semahçı, tiyatrocu, yüreği aydınlık bir Türkiye için atan 33 ‘can’, kimi arkadaşı, eşi, yoldaşı, kimisi anne-babasıyla büyük bir heyecanla gitmişlerdi. Geri dönemediler ama…
SULTAN ANANIN ÖFKESİ DEMİREL, ÇİLLER VE İNÖNÜ’YE
Katliamda kızı Gülsün Karababa’yı kaybeden Sultan Karababa, onlarca yıl geçse de öfkesi, acısı bitmeyecek annelerden biri. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i, Başbakanı Tansu Çiller’i, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve katliamda payı olan tüm devlet yetkililerini bir çırpıda bu kadar sayıp, ‘ah’ eden başka bir anne yok sanırım. Saydığı sözleri ise ilk kez ‘otosansür’ uygulamak pahasına yazmayacağım.
Sultan Karababa’yı ilk görüp tanıdığım 6 Temmuz 1993’den bu yana hep öfkeli, gözleri yaşlı. Kızına duyduğu özlem dinmek bir yana giderek artmış. Son ‘zaman aşımı’ kararı öfkesini daha da artırmış Sultan Karababa’nın.
‘BİZ HEP KIŞI YAŞIYORUZ’
“Dört mevsim yaşanan bir memlekette biz sürekli kışı yaşıyoruz” diye tarif ediyor acısını. Acısının yanı sıra öfkesini en çok artıran da Başbakan Erdoğan’ın, zamanaşımı kararının ardından “Milletimize hayırlı olsun” sözü ve katillerin çocuklarının ağladığını söylemesi olmuş. “Biz neler çekiyoruz bilmiyorlar. Biz aileler sürünüyoruz bilmiyorlar. Biz aileler hem zulüm, hem zalimlik, hem acı görüyoruz” diyor Sultan Karababa ve öfkeli sürdürüyor sözlerini, “Alevi Sünni ayrımı yapmıyoruz. Sivas’ta yakılanlar sazı ile kalemi ile gittiler, çocuklarımız kendilerini savunamadılar bile. ‘Kurtarırlar. Kurtarırlar’ diye umutla yardım beklerken onlar, İnönü’ler de seyirci kaldılar. Benim yedi sülalem sanatçı, sazları yorganlara dolayıp yine de çalmış bir halkız. Babasız kaldık ama vatansız kalmadık. Bunlar vatanı da sattılar.”
Roboski’de katledilen 34 kişinin acısını da yüreğinde hissediyor Sultan Karababa ve “Uludere’ye eşi Emine Erdoğan’ı gönderiyor kendisi neden gitmiyor? Uludere’de 34 çocuk ve insan ekmek davasına gittiler. Şimdi de her gün ölüm, her gün ölüm artık mezar kalmadı, her yer doldu” diye sesleniyor. Sultan Karababa çağrı da yapıyor: “Halkımız dayanışma içinde olsun. Kendilerine sahip çıksınlar ki, o zaman bize bir şey yapamazlar.”
Sivas’a, Madımak önüne gitmekteki kararlılıklarını da şu sözlerle ifade ediyor Sultan Karababa: “Zannettiler ki biz Sivas’a gidemeyiz, tam aksine Sivas’a daha çok gideceğiz. Sivas’ın suçu yok. Ben oralıyım. Bunu yapanlar insan düşmanı olanlar.”
HİÇ Mİ VİCDANLARI SIZLAMADI?
Pakize Doğan da bakmaya doyamadığı oğlu Serkan Doğan’ı kaybetti, Serdar Doğan’ına ise son anda kavuştu. Oğlu Serkan Doğan katledilirken, birlikte gittiği Serdar Doğan Sivas’ta atıldığı morgun soğutucusunun çalışmaması ve nabzının attığının tesadüfen fark edilmesiyle son anda kurtuldu. Pakize Doğan da katliamın ardından doğurduğu kızına, yine Sivas’ta kaybedilen Asuman Sivri’nin adını verdi, çünkü Asuman’ı çok seviyorlardı.
Davada daha adaletli bir karar beklediklerini ama zamanaşımı verildiğini belirten Pakize Doğan şöyle anlatıyor duygularını: “Suçluların cezalarını bulmalarını bekliyorduk. Ama yurt dışına kaçmış olanları getirmediği gibi burnunun dibindeki suçluları, yobazları besledi devlet. Suçlular askere gitti, evlendi, ehliyet de aldılar. Yapılanlar devletin gözünün önünde oldu. Hiç mi vicdanları sızlamadı. Biz adil bir yargılama beklerken, Başbakan ‘devletimize, milletimize hayırlı olsun’ dedi. Onlara hayırlı olsun da biz vatan evladı değil miyiz acaba? Başbakan’a sorarım, biz de vergi veriyor, biz de askerlik yapıyoruz, acaba biz neyiz? Bizim kimliğimizi söylesinler de biz de bilelim. Çocuğum Asuman büyüdü, ölenlerin adları binlerle yaşıyor, yaşatılıyor. Çok Asumanlar, Menekşeler, Koraylarla yolumuza devam ediyoruz.”
YANGIN DEVAM EDİYOR
Mehmet Gündüz de oğlu Murat Gündüz’ü kaybetti. “1993 yılından bu yana gelişmeler iç açıcı değil. Sivas’ın yangını sönmedi, kalplerimizde yanmaya devam ediyor. Madımağın ismini de değiştirseler, yerini dümdüz de yapsalar kalplerimizde Sivas yangını devam ediyor, devam edecek ve biz de mücadeleye devam edeceğiz” diyor...
Mehmet Gündüz de soruyor, “İnsan öldürmenin, insan yakmanın zamanaşımı olur mu?” diye. Dünyanın hiçbir yerinde böyle olmadığını söylüyor Mehmet Gündüz ve “Dünya alem kabul etmediği gibi, biz de kabul etmiyoruz” diyor.
Madımak Oteli utanç müzesi olana kadar mücadeleyi sürdüreceklerini belirtiyor Mehmet Gündüz ve şunları söylüyor: “Bilim Kültür evi olmasını kabul etmiyoruz. İnsan öldürmenin, insan yakmanın bilimi olmaz. Bilim kültür evi adı, iyi şeyler yapan yerlere verilir. İnsanlar yakılmış, katledilmiş, buraya bilim evi deniliyor. Üstelik saldırganlardan ikisinin ismini de çocuklarımızın isminin yanına koymuşlar. Aileler olarak mahkeme kanalıyla da olsa bu durumu değiştirecek, o iki ismi oradan kaldırtacağız.Aileler olarak mahkemelerde dışlandık horlandık. Başbakan’ın sözleri içimizi acıtıyor. Neyin hayırlısı olsun, katliamın mı? Kime mesajlar veriyor? Ve hangi Sivasları tertiplemeye çalışıyor anlamıyoruz. Biz davamıza sahip çıkacağız, 2 Temmuz’da Madımağın önüne gidip anmamızı yapacağız. Bizi vazgeçirmeye çalışmasınlar, güçleri yetmez. Bizim hala içimiz yanıyor. Ya tamamımızı yok edip bitirecekler ya da bu memlekette ayrımcılığı kaldıracaklar. Başka yolu yok. Başbakan sözleriyle, verdiği mesajla insanlık önünde küçülüyor. Bu sözleri yanlış buluyor, kınıyor, ayıplıyorum. Biz Sivas’a, canlarımızı anmaya gidiyoruz, bize biber gazı sıkıyorlar, ayıptır, günahtır. Almanya Solingen’deki anıta sahip çıkıyorlar, fakat burada anıt bile yapılmasına izin vermiyorlar.”
İNSAN YAKMANIN ZAMANAŞIMI MI OLUR?
12’sinde Koray’ını, 14’ünde Menekşe’sini kaybeden, sonradan can yoldaşı olan Menekşecan’ı ile avunan Hüsne Kaya da zamanaşımına öfkeli, “Kendi adıma lanetliyorum. İnsan yakmanın zamanaşımı mı olur” diyor. Katiller için zamanaşımı olsa da kendileri için bu davanın bitmediğini belirtiyor Hüsne Kaya ve ekliyor; “Sivas hala yanıyor, sönmedi. Çünkü bizim içimiz yanıyor. Adalet yerini bulmadı, suçlular suçunu çekmedi. Herkes elini kolunu sallayarak geziyor, kimi damat kimi gelin oldu, suçlular cezasını çekmedi, yurt dışına çıktılar, devlet onların ellerinden tuttu, isimleri değişti, pasaportları yenilendi, devlet alınlarından öptü. İçeride yatanların çocukları oldu.”
Hüsne Kaya da halka çağrı yapıyor; “Biz halk olarak yeter ki birlik olalım, iri olalım. Bizim mücadelemiz daha da çoğalacak. Bir araya gelmekten başka çaremiz yok. İyi ki siz, sizin gibiler var da… Evrensel olarak sizin de emeğinize sağlık, yolunuz açık olsun.”
HİÇ UNUTULMAYACAKLAR
Asım Bezirci, Asaf Koçak, Behçet Sefa Aysan, Nesimi Çimen, Metin Altıok, Muhlis Akarsu,
Muhibe Akarsu, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Erdal Ayrancı, Mehmet Atay, Edibe Suları Ağbaba, Murat Gündüz, Handan Metin, İnci Türk, Huriye Özkan, Özlem Şahin, Yasemin Sivri, Asuman Sivri, Sehergül Ateş, Gülender Akça, , Serkan Doğan, Muammer Çiçek, Belkıs Çakır, Ahmet Özyurt, Menekşe Kaya, Koray Kaya, Serpil Canik, Sait Metin, Yeşim Özkan, Nurcan Şahin, Carina Cuanna Thuıjs.
Ve otel görevlileri Kenan Yılmaz ve Ahmet Öztürk Madımak’ta katledildiler.
Ama isimleriyle hep yaşayacaklar…
YARIN: Ailelerin Avukatı Şenal Sarıhan Sivas davasını anlatıyor...
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et