13 Mayıs 2017 00:24

Avrupa Macron’u tartışıyor

Avrupa'nın Gündemi'nde Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sıkça tartışma konusu haline gelen Macron yer aldı.

Paylaş

Fransa 7 Mayıs günü 5 yıl boyunca görev yapacak cumhurbaşkanını belirledi. İkinci turda ırkçı ve yabancı düşmanı Marine Le Pen’e karşı kalınca ülke genelinde geniş kesimlerden destek geldi. Fakat destekler sadece ulusal düzeyde değil. Eski ABD Başkanı Barack Obama, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Pierre Junker, Belçika Başkanı Charles Michel, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras da vs... destek açıklaması yaptı. Tüm bu yöneticiler, Le Pen’in tersine, Macron’un AB’yi “kurtarmak” istemesini ve savunmasını destekliyorlardı... İlk tebrik edenler arasında Angera Merkel vardı. İki ülke arasında geleneksel dostluk çerçevesinde ortak çalışılacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Ancak kendi biçimlendirdiği, kendi önderliğinde bir Avrupa Birliği çabası içindeki Almanya’nın, Macron’lu Fransa ile de arası düzelmeyecek. German Foreign Policy’nin analizinde Macron’u bekleyenler ve Almanya’nın rolü konusu ele alınıyor.

Öte yandan Macron’un “emek düşmanı” politikalarını hayata geçirebilmesi için 11-18 Haziran’da iki turlu gerçekleşecek genel seçimleri de kazanması gerekecek. Fransız Politis dergisi, yeni cumhurbaşkanının ilk 100 gün içinde yapmayı planladığı saldırılara dikkat çekti. 

İngiltere’deki Telegraph gazetesi de Macron’un zayıflıklarına değindi ve 5 yıllık cumhurbaşkanlığı süresinde atacağı adımların bir sonraki seçimlerde pahalıya patlayabileceğini ileri sürdü. 


EMMANUEL MACRON’UN YOL HARİTASI CEBİNDE

Michel SOUDAIS
Polistis

Emmauel Macron’un yol haritası cebinde hazır. Adayken bir çok defa ilk ‘100 güne’ inanmadığını belirtmişti. Fakat bu, verdiği art arda mülakatlarla reformlarının seyrine ve ülkeye hangi damgayı nasıl vuracağına açıklık getirmesine engel olmadı. 
Seçilmiş Cumhurbaşkanı, François Hollande’ın yaptığı hataları yapmama kaygısıyla zaman kaybetmek istemiyor. 2019 AB Parlamentosu seçimleri ve 2020 belediye seçimlerinden önce sonuç alabilme umuduyla acelece reformlarını hayata geçirmek istiyor. Tabii ki 5. Cumhuriyetin kurumları da buna olanak sunuyor... Fakat Mecliste çoğunluğu oluşturma şartıyla... 
Dolayısıyla Emmanuel Macron’un projelerinin ön önemlilerinin hayata geçmesi 11 ve 18 Haziran’da gerçekleşecek genel seçimlerin sonucuna bağlı. Bu engeli aşmanın ilk koşulu seçeceği başbakan ve hükümet olacaktır. Marine Le Pen tarafından sıkıştırılmış olmasına karşın, Emmanuel Macron kimi başbakan olarak seçeceğini söylemeyi şu ana kadar reddetti, fakat 2 Mayıs’ta “biri erkek, biri kadın olmak üzere kafasında 2 kişinin” olduğunu ifade etmişti. Yeni Cumhurbaşkanı ne soldan birisini seçerek sağdan gelen seçmenleri, ne de sağdan birisini seçerek soldan gelen seçmenleri hayal kırıklığına uğratmak istemiyor. (...) Ustaca bir taktik, zira Sosyalist Partiye göre adayları 23 Nisan’da yenilmiş olmalarına karşın daha az bölünmüş olan sağcı blok LR-UDİ böylelikle bölmeyi amaçlıyor. (...) Başbakanın kim olacağını 14 Mayıs’ta görevi teslim aldıktan sonra ilan edecek, fakat hükümetin oluşması da (15 bakandan oluşacak) kendi başına hassas bir denge oyunu olacaktır. Emmanuel Macron hükümetinde sayısal olarak kadın ve erkek eşitliği olduğu kadar, sivil toplum ve siyasetten gelenler arasında da eşitlik sağlayacağını ilan etmişti. Seçilen bakanlar, genel seçimlerden sonra da göreve devam edecekler ve bir kısmı milletvekili seçimlerinde bile aday olmak zorunda değil. (...) Fakat yeni bir Meclis seçilene kadar cumhurbaşkanı ve hükümet sadece atama kararnamelerini ve oylama gerektirmeyen (çok fazla olmayan) düzenlemelere imza atabilir ve ancak sunulacak yasa taslaklarını hazırlayabilir. İktidara geldikten sonra Emmanuel Macron derhal kamu maliyesinin durumunu anlamaya yönelik sistemli bir inceleme gerçekleştirecek. Bu ise zaman alacak ve tepki çekecek önlemlerin ilanlarını geciktirecek. Çünkü bu ilk ay çok hassas bir aşama: Cumhurbaşkanlığında oy veren seçmenleri kaybetmemek için yeni hükümet eylemden çok söylemlere ağırlık verir. 2012’de aynı dönem François Hollande kendisinin ve tüm bakanların aylıklarını yüzde 30 düşürmüştü. Emmanuel Macron ise genel seçimlerin ilk turundan önce Bakanlar Kurulunda, daha sonra ise Mecliste oylamak üzere, siyasi hayata ahlaksal kurullar getirecek önlemi onaylatacak. Bu proje, desteğini sunmadan önce (orta yolcu) François Bayrou tarafından savunuluyordu. Bu projeye göre, milletvekili ve bakanlara akraba kayırıcılığını ve aile fertlerini yanında çalıştırmayı yasaklayacak (…), parlamenter olabilmek için temiz kağıdını zorunlu kılacak, parlamenterlerin görev süresinde danışmanlık şirketlerinde çalışmaları yasaklanacak... Diğer taraftan parlamenterlere üç dönem üst üste milletvekili olmaları yasaklanacak, partilere devlet kasasından yapılan yardımlar adayların yenilenme oranına göre yükseltilecek ya da düşecek. Yanı sıra bakanların görev kapsamında yaptıkları harcamalar için aldıkları bütçe de vergiye tabi tutulacak ve bundan sonra harcamalarını faturalarla kanıtlama zorunluluğu getirilecek. Geniş kesimlerin desteğini alan bu önlemler sayesinde Emmanuel Macron, Meclisteki çoğunluğu denetim altında tutmak istiyor. 

İLK HEDEF YİNE İŞ YASASI

Zira bu çoğunluğa ihtiyacı var... İlk reformlarını kararnamelerle yapacağını ilan etmiş olsa bile.(...) İlk yasalar arasında, şirketlere ayrıcalık tanıyarak resmi çalışma süresini belirleyecek, işten çıkartma nedeniyle ödenen tazminatların çerçevesini yeniden belirleyecek İş Yasası’nı “basitleştirme” projesi var. Bu aslında ağırlaştırılmış bir El Khomri’ye (İş Yasası) tekrar dönüşten başka bir şey değildir. Bir ankete göre Fransızların yüzde 61’inin reddettiği ve Meclise, bu projeye karşı çıkan milletvekillilerinin gönderildiği koşullarda, durdurulacak bir yasa tasarısı. Zira, uzun ve bitmez tükenmez tartışmaları engellemeye yönelik Anayasa’nın 38 maddesinin öngördüğü kararnameleri kullanmak için hükümetin önce Meclisten bir yetki yasası alması ve daha sonra da bakanlar kurulu onayı gerekiyor. 

Genç bir cumhurbaşkanının kararnamelerle yasaları geçirmeye başvurmayı tercih etmesi aslında parlamentarizme sırt dönmeyi seçtiğinin açıkça ilanındır. Yıl sonundan önce Meclis seçimlerine sınırlı da olsa nispi temsiliyet getirmeyi düşünüyor (Ancak bu 2022’de geçerli olabilecek bir önlem), fakat bu bile parlamenterlerin sayısının 3’te 1 düşürülmesi projesiyle birlikte gündeme getirilecek. Projelerine parlamenterlerin karşı çıktığı durumlarda ise “Halkın önüne gitme” olasılığını gündeme getirmeden bahsediyor. Her şeyden de öte, bütçe tartışmalarını dışarıda tutarak, Meclisin yasama faaliyetini sadece üç ayla sınırlı tutmak istiyor, böylelikle kararnamelerle idare etmenin önüne açmış olacak. 

Bu yaz Meclisin gündemine gelecek tartışmalar içerisinde -temmuz ortasında bitecek- OHAL’ın uzatılma sorunu da olacak. Emmanuel Macron bugüne kadar bu konuda net bir tavır belirlemeyi reddetti ve her zaman teröre karşı mücadele eden kurumların kararına bağlı olacağını ilan etti. Bu ise yaş tahtaya basmamak için dikkat etmeci politikacılığından başka bir şey değildir. 

(Çeviri: Deniz Uztopal)


ALMANYA’NIN AVRUPASI

German Foreign Policy

Emmanuel Macron’un seçimleri kazanması Berlin’i rahatlattı. Başbakan Merkel, eski bankeri telefonla kutladı, özellikle de dünyaya açık birleşik bir Avrupa’nın temsilcisi olması nedeniyle övdü. Bir hükümet sözcüsü, Merkel’in geleneksel Alman-Fransız dostluğuna bağlı olarak yeni seçilen Fransız Cumhurbaşkanı ile ortak çalışmaktan sevinç duyduğunu belirtti.  Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel de, arkadaşı Emmanuel Macron’un seçimleri kazanmasına çok sevindiğini, Fransızlar için olduğu kadar Almanya ve Avrupa için de çok güzel bir güne uyanıldığını ifade etti. Medyada da hemen hemen aynı türden yazılar yazıldı, ancak ikili ilişkiler ve AB konusunda Macron’a kuşkuyla bakanlar da vardı.  

ALMAN MODELİNE ÖFKE

Berlin’den Macron’a bu denli destek verilmesinin ardında neler yatıyor? Macron’un ana hedefi 2014-2016 yılları arasında ekonomi bakanıyken başlattığı Almanya’daki Hartz yasalarını örnek alan iş piyasası reformunu sürdürmek ve bazı özel yaptırımlarla genişletmek. 

Bu sayede patronların üretim masraflarını azaltarak onları korumak, çalışma süreleri ve ücretlerle ilgili kararları tek tek işletmelere kaydırarak sendikaları zayıflatmak istiyor. Bu, 35 saatlik iş haftasının ortadan kaldırılması anlamına geliyor. İşletme vergilerini azaltarak sermaye sahiplerinin kârlarını arttırmayı esas alırken işsizlerin sunulan işi reddetme imkanları azaltılacak, reddedenler sert yaptırımlarla karşı karşıya kalacaklar. Almanya’dan esinlenilen bu iş piyasası reformları aslında Fransa’da hiç sevilmiyor. Hollande tarafından uygulamaya sokulmaya çalışılan bazı  sözde reformlar kitlesel protestolarla karşı karşıya kaldığından cumhurbaşkanlığının kanun hükmündeki kararnameleriyle uygulamaya sokuldu. 

HALKIN DESTEĞİ ZAYIF

Le Pen’le arasında yapılan seçimde oyların üçte ikisini aldığına bakarak Macron’a verilen desteğin büyük olduğundan yola çıkılabilir ama durum hiç de öyle değil. Seçmenlerin dörtte biri seçimlere katılmadı, katılanların 4 milyondan fazlası yani seçmenlerin en az dokuzda biri Macron ve Le Pen’in cumhurbaşkanı olmasını istemediğinden geçersiz oy kullandı. Anketler Macron’a oy verenlerin yüzde 57’sinin onun politikasının doğru olduğuna inandığı için değil, Le Pen’in cumhurbaşkanı olmasını engellemek için oy verdiğini ortaya koydu. Bu nedenle iş piyasası reformlarını hayata sokma girişimine karşı protestoların devam edeceği açık. Ek olarak Macron’un küçük En Marche hareketiyle 11 ve 18 Haziran’da yapılacak parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde etmesi imkansız. Seçimlerden sonra başka bir partiyle ortak çalışmak zorunda kalacak. Bu nedenle şimdiden, Hollande gibi, ülkeyi  kararnamelerle yöneteceğinin sinyalini verdi. Bu durumun  Paris’te hoşnutsuzluk yaratacağı kesin. 

İSTİKRAR İÇİN TEHLİKE

Ekonomi uzmanları, Macron’un reform planlarının Fransa’yı içinde bulunduğu derin ekonomik krizden kurtaramayacağı düşüncesindeler. Bu nedenle Macron, AB’nin Fransız işverenlerini Alman rakiplerine karşı korumak için bazı kolaylıklar getirmesini istiyor. Avrupa bölgesindeki ekonomik eşitsizliği gidermek için Avrupa Parlamentosunun ülkeler üstü önlemler alması ve AB içinde kendine ait bütçesi olan bir maliye bakanlığı kurulması da Macron’un talepleri arasında yer alıyor. Yeni Fransa Cumhurbaşkanı açıkça Almanya’nın diğer AB ülkelerinin zayıflamasına yol açan ihracat fazlalığını eleştiriyor. Bu fazlalık uzun yıllardan beri yüzde 6 basamağının üstünde ve sadece Avrupa ülkelerinin değil ABD’nin de protestolarına yol açıyor. 

Ekonomi uzmanları Macron’a hak veriyorlar. Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü Başkanı Marcel Fratzscher seçim kampanyası sırasında, “Almanya, Fransa ve Avrupa’nın diğer ülkelerinden gelen haklı eleştirilere açık olmalı” dedi. Dışişleri Bakanı Gabriel de seçimden önce Le Monde gazetesindeki bir yazısında Almanya’nın ortodoks mali politikasından vazgeçmesi gerektiğine dikkat çekerek taviz verilecekmiş gibi bir hava yarattı. 

ALMANYA’NIN ÇIKARLARI

Seçimden sonraki gün ise tam tersi açıklamalar yapılmaya başlandı. Alman İşverenler Birliği Başkanı Dieter Kempf, uluslararası eşitsizliklerin düğmeye basarak ortadan kaldırılamayacağını söylerken Alman Aile Şirketleri Birliği Başkanı Lutz Goebel,  Almanya’nın ihracat fazlalığının Avrupa’nın yararına olduğunu, Avrupa’nın Macron’un seçim kampanyasında açıkladığı Avro Transfer Birliği gibi yeni fikirlere ihtiyacı olmadığını ifade etti. Macron’un bir AB Maliye Bakanlığı kurulması önerisine AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker Berlin’den verdiği cevap ise gerçeği ortaya koymaktaydı: “Bu çok zor gerçekleşecek bir şey. Macron’un önerisi kendinden önceki iki cumhurbaşkanı tarafından da gündeme getirildi, ikisi de bu konuda çetin mücadeleler verdiler ama ikisi de Alman hükümeti karşısında yenilgi aldı”.

Alman-Fransız Enstitüsü Toplum Bölümü Müdürü Dominik Grillmayer de AB Maliye Bakanlığı kurulması Almanya’nın çıkarlarına ters. Almanya Avrupa’yı kurtarmak için kendi çıkarlarından vazgeçmeyecektir” açıklamasını yaptı. 
Gerçekten de Berlin’de öncelik ulusal çıkarlarda! Önce can sonra canan...

(Çeviren: Semra Çelik)


MACRON, HALKI DÜZENE İKNA ETMEZSE ZAFERİ KISA SÜRER

Telegraph
Başyazı

Bilgisayar korsanlarının Fransız cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını etkilemek için son anda yaptıkları hamle pek etkili olmadı ve Emmanuel Macron beklenen zaferiyle 39 yaşında yeni çağın en genç Fransız devlet başkanı oldu. Hiç bir siyasi partisi olmayan bir aday için bu sonuç muazzam bir başarı.

Marine Le Pen ile arasındaki oy farkına baktığımızda Macron’un zaferi ikna edici ama oy kullananların üçte birinin oylarını Ulusal Cepheye vermeye göze alması popülist ve AB karşıtı bir parti için de iyi bir sonuç.

Eğer Sayın Macron görev sürecinde halkı, François Hollande’ın açıkça yaptığı gibi, hayal kırıklığına uğratırsa, (bir sonraki seçimlerde) Le Pen iktidara gelmek iyi bir konumda olur. Zaten uzun zamandır Le Pen’nin amacı da buydu ve Ulusal Cephe için aslında bu seçim düşük ihtimalli bir fırsattı.

Macron’un omuzlarında büyük bir yük var. Bu seçimlerde hiçbir aday ana akım sol veya sağ partileri temsil etmedi. Fransız seçmenler haklı olarak, çok söz veren ve az iş yapan siyasi liderlerden çok yoruldular. Siyasi sistem ile genel tatminsizliğin bir göstergesi bu seçimde katılımın normalden daha az olmasına neden oldu, zira bu seçimlerde son 40 yılın en düşük katılım oranı oldu.

Fransız seçmenleri, kendilerini, parasının üstü az verilmiş ve kandırılmış gibi hissediyor. Geleneksel siyasi partileri reddetti, Le Pen iktidara gelmedi ama sözde orta yolcu ama Eski Başkan Hollande ile yakınlığı olan Macron’u seçerek de istediğini elde edemedi.
Önümüzdeki 5 yıl içinde, Macron’un görevi ülkesini Beşinci Cumhuriyet, yani mevcut sistem (1958’de Charles De Gaulle yönetim sürecinde getirilen siyasi düzen) konusunda ikna etmektir. En Marche! (İleri) hareketinin parlamentoda hiçbir temsiliyeti olmaması işini zorlayacak. Gelecek ay gerçekleşecek seçimlerde bu durumu süratle değiştirmesi gerekecek.

Etkin bir tabanı bulunmayan Macron, cumhurbaşkanlık koltuğunda olmasına rağmen yasamada çoğunluğu olmadığı için güçsüz bir durumda olabilir. Dahası, hacklenen ve internet ortamında sızdırılan verilerde kendisini politik bir skandala boğacak bilgiler de olabilir. Seçim kampanyalarının son aşamasındaki sıkı kurallar yüzünden bu verilerin içeriği Fransa’da açıklanmadı. Fakat Fransız Cumhurbaşkanı bu verilerde yüz kızartıcı ya da daha kötü bir şey olmamasını umuyordur.

Her şeyden önce, Macron’u kurtarıcı olarak gören Avrupa’daki elitler, Le Pen’in seçimlerdeki kazanımlarından ders çıkarmalı. Bunun Avrupa projesine karşı, olanlara karşı kesin bir galibiyet değil, sadece en son atılan zar olarak görmeliler.

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)

ÖNCEKİ HABER

Kenan Otlu: CHP ‘hayır’ çıkartan Türkiye’ye uymalı

SONRAKİ HABER

Çay üreticisi kendi çaylığında işçi haline geldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa