14 Mayıs 2017 02:00

Ey kaptan! Canım kaptanım!

Ebru Nihan Celkan, Evrensel Pazar'a açlık grevlerini yazdı.

Paylaş

Ebru Nihan CELKAN
Oyun Yazarı

“Ey Kaptan! canım Kaptanım! korkulu yolculuğumuz sona erdi
Bütün tehlikeleri atlattı gemi, kavuştuk isteğimize kavuştuk,
Liman şuracıkta, bak, çan sesleri geliyor, sevinç içinde halkımız,
Gözler dümdüz ilerleyen teknemizde, teknemiz gururlu, korkusuz;

Ama ey yürek! yürek! yürek!
Ey kanayan kırmızı damlalar,
Orada, güvertede Kaptanım yatıyor,
Buz gibi olmuş, ölmüş.” 

Walt Whitman*

Ölü Ozanlar Derneği, senaryosunu Thomas H. Schulman’ın yarı otobiyografik temellere dayandırarak yazdığı, Peter Weir’ın yönettiği ve Robin Williams’ın unutulmaz performansıyla izleyenlerin hafızasında yer etmiş, sinema klasiklerinden biri olarak gösterilen güçlü bir filmdir. John Keating geleneklerine oldukça bağlı, muhafazakar ve sert kuralları olan bir erkek okuluna edebiyat öğretmeni olarak gelir. Kendisi de bir zamanlar bu okulun öğrencisi olmuştur. John Keating özgün eğitim yaklaşımıyla genç erkekleri edebiyat, şiirlerle yaşamı anlamlandırmak, anın kıymetini kavramak ve kendilerine özgü olmanın gücü gibi konularda düşünmeye cesaretlendirir. İyimserlik, güler yüz ve diyaloğa açıklık bu öğretmenin yönteminin temelini oluşturur ki bu yaklaşım geleneklerine sıkı sıkıya bağlı okul için rahatsız edicidir. Öğretmen bir öğrencinin intiharından sorumlu olduğu gerekçe gösterilerek yönetim tarafından okuldan uzaklaştırılır. İlk kısmını alıntıladığım Walt Whitman şiirinin sesleniş bölümü olan “Ey Kaptan! canım Kaptanım!” öğrencilerin öğretmenlerine vedalarının ve teşekkürlerinin bir simgesi olarak son sahnede ses bulur. Bazı öğrenciler sınıftaki gelenekçi öğretmenin uyarılarına kulak asmaz ve sıraların üzerine çıkarak hocalarıyla vedalaşırlar. Bazıları ise kafaları önlerinde hiç hareket etmeden oturmaya devam ederler. Olduka sarsıcı olan bu son sahne filimin genelinde olduğu gibi itaat, özgürlük, sürü, özgünlük, tutku, duyarsızlık gibi kavramlar üzerine düşünmemizin önünü açar. 

Son sahneye başlığıyla konu olan şiir çetin geçen mücadele sonrası zafere ulaşılan bir yolculuğu mürettebattan birinin dilinden anlatır. Görev sona ermiş, zafer kazanılmış, geminin yanaşacağı sahilde kutlamalar başlamıştır. Ancak kaptan hayatını kaybetmiştir. Şiir mücadele, zafer ve hayatın değeri konusunda düşünmeye davet eder ve her okuduğumda şu soruyu zihnime getirir. Ölümle sonuçlanıyorsa zafer nasıl kutlanabilir? 

İKİ ÖĞRETMEN İKİ CAN

İki öğretmen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça yüz on beş gün Ankara’nın merkezinde işlerine iade taleplerini dile getirdiler. Bu taleplerine karşılık bulamadıkları için 10 Mart 2017 tarihinde açlık grevine başladılar. Ölmek istemediklerini ancak işe iadeleri gerçekleşene kadar grevi sürdüreceklerini defalarca farklı haber kaynakları aracılığıyla duyurdular, duyuruyorlar. Yaşamak istediklerini, verdikleri mücadelenin ekmek kavgası olduğunu ve duyulmak istediklerlerini defalarca belirttiler, belirtiyorlar. Ölerek bir zafer (!) kazanmak değil direnerek haklarını geri almak istiyorlar. Her bir canın değerli ve vazgeçilmez olduğuna dair sarsılmaz bir inanca sahip olmakla beraber kendi adıma özgür iradeleriyle aldıkları bu karara saygı duymak zorunluluğuyla hareket etmekten başka yol göremiyorum. 

2015 yılından bu yana yüzlerce insanımızın kaybını yaşadık. Türkiye acıların üst üste yığıldığı bir yer oldu. Oysa her bir can kaybı binlerce on binlerce hayatın kaybı değil mi? Diyalogtan korkmanın, barıştan korkmanın, tevazudan korkmanın, uzlaşıdan korkmanın, birbirimizden korkmanın bizi daha fazla acıya sürüklediğini görmek zorundayız. 

YENİ HİKÂYELER YARATMA SIRASI BİZDE

Nuriye Gülmen 7 Kasım 2016’da “Yeni hikayeler yaratma sırası bizde” diyerek basın açıklamasına çağrı yapmıştı. Bugün yetkili makamların atacağı bir adım Türkiye hikayemizi tersine çevirmek için bir başlangıç olabilir. Nuriye Gülmen ve Semih Özkaça’nın işe iade taleplerinin karşılanması, Dersim’de oğlunun cenazesini almak için 80 gündür açlık grevinde olan Kemal Gün’ün talebinin yerine getirilmesi ölümün değil yaşamın değerlenmesi, inadın değil adaletin tesisi, geçmişin öcü değil geleceğin beraber inşaası için devlet adına küçük Türkiye’nin geleceği adına tarihi bir adım olabilir.  

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişlerinin işe iadeyle son bulması, Kemal Gün’ün oğlunun cenazesinin teslim edilmesi daha insanca yaşayabileceğimiz bir Türkiye hikayesini başlatabileceğimiz bir an olabilir. 

Kemal Gün, Nuriye Hoca ve Semih Hoca’nın gözlerimizin önünde kapıdan çıkıp gitmemeleri için, insan hayatının değerine vakıf her bireyin sıralarının üzerine çıkması ve bu gidişe razı olmadığını göstermesi gerekiyor. 

Bütün vicdan sahibi yetkililer, siyasetçiler, bürokratlar, parlementerler, inanç temsilcileri, ülkeyi yönetmekle yükümlü canlar; insan hayatının geri kalan her şeyden daha önemi ve kıymetli olduğunu hatırlatmak için, başka bir Türkiye’nin mümkünlüğüne hep birlikte inanabilmemiz için lütfen Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Kemal Gün’ün taleplerine kulak verin. 

Bir kez daha acıda ve utançta değil, bu defa yaşamda ve yaşatmada ortak olalım. 

* Çeviri: Memet Fuat

ÖNCEKİ HABER

Evet, Vedat Bey, endişeliyim Nuriye ve Semih için...

SONRAKİ HABER

Brexit karşılaşmasında ikinci raunt hazırlıkları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa