17 Mayıs 2017 02:08

İşçiler darbe karanlığını grevlerle yırttı

'Türkiye işçi sınıfının yakın dönem mücadele deneyimleri' dosyamızın 3. gününde işçilerin 12 Eylül karanlığını yırtan mücadelesine mercek tutuyoruz.

Paylaş

 Hazırlayan: Sinan CEVİZ

12 Eylül darbesi tüm örgütlü güçlere, ama en çok da sendikalara saldırdı; sendikalar kapatıldı, işçi liderleri hapse atıldı, haklar gasbedildi, ileri işçiler işten atıldı. Ama bu darbe karanlığını yırtan yine işçiler oldu. Bir yandan kapatılan sendikalar yeniden faaliyete geçmeye başlarken, bir yandan da bağımsız sendikalar kuruluyordu. Bu sendikalardan biri de Bağımsız Otomobil-İş’ti. 

‘BU YASALARLA GREV YAPILAMAZ’ DİYORLARDI 

Ve kıvılcım Netaş’te çakıldı. Darbe öncesi DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikasının örgütlü olduğu fabrikada, DİSK’in kapatılması nedeniyle Maden-İş’in devamı olan Bağımsız Otomobil-İş örgütlendi. 18 Kasım 1986 tarihinde 3 bin 150 işçinin katılımıyla 18 Şubat 1987’ye kadar süren grev, 12 Eylül sonrasında işçi sınıfı ve halk hareketinin ihtiyacı olan gücü verdi. 

Netaş grevi, bir çok işverenlerin ve bir sendikacının “Bu yasalarla grev yapılamaz” dediği bir dönemde  gerçekleşmiş ve işçiler 93 gün süren grevle 80 maddelik taleplerinin önemli bir bölümünü kazanmıştı. Darbe yasaları ile 4 olarak sınırlandırılan ikramiye sayısını 6’ya çıkarmışlardı. Disiplin kurullarında işçilerle işveren vekilleri eşit temsiliyete sahip olacak ve başkanlık da üç ayda bir dönüşümlü olarak yapılacaktı. 

ÖRGÜTLÜ VE KARARLI KAZLIÇEŞME 

Netaş’ın ardından Kazlıçeşme deri işçileri harekete geçti. Sağlıksız bir çalışma ortamında pis kokular içerisinde çalışan Türk-İş’e bağlı Deri-İş Sendikası üyesi işçiler, toplusözleşme görüşmelerinde ücretlerin artmasını ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep ediyordu. Deri patronları bu talepleri kabul etmeyince 1987 yılının 15 Haziranında 3 bin deri işçisi grev dedi. Kararlı ve örgütlü işçilerin karşısında hiçbir güç duramazdı. Öyle de oldu; 129 gün süren mücadelenin ardından işçi ücretlerine yüzde 83 zam yapıldı, sosyal haklar kabul edildi. 

BAHAR EYLEMLERİ

12 Eylül darbesi ile bir sayfayı kapattıklarını düşünenler yanılmıştı. İşçi sınıfı eylemler yapıyor, grevler gerçekleştirerek hem gasbedilen haklarını kazanıyor hem de demokrasi mücadelesinin kanallarını yeniden açıyordu. Netaş, Kazlıçeşme gibi birçok grev yaşandı. Bu lokal hareketler, 1989’da kamu sözleşmeleriyle birlikte genel ve yaygın bir mücadeleye dönüştü. 

Türkiye işçi sınıfı tarihine Bahar Eylemleri olarak geçen bu dönem, işçilerin tepkilerini göstermek için yaptığı sakal bırakma, çıplak ayakla yürüyüş gibi eylemlerle başladı. Ardından 40 bin işçinin belediyelerde greve çıkmasıyla büyüdü. Bu arada 600 bin kamu işçisinin toplusözleşme pazarlığı başlamıştı. Ağırlığı kamu sektöründe olmak üzere yüz binlerce işçi mücadele içerisindeydi. 

Bahar Eylemleri 1990’da da devam etti ve yılın sonuna doğru Zonguldak madencilerinin büyük Ankara yürüyüşü ile daha da ileri sıçradı.

GENEL GREV VE MADENCİ YÜRÜYÜŞÜ 

Zonguldak’ta 48 bin işçiyi kapsayan sözleşmenin tıkanması üzerine 30 Kasım 1990’da başlayan eylemler 6 Şubat 1991’e kadar sürdü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, madenleri ve madencileri Türkiye’nin sırtında kambur olarak nitelendiriyordu, maden işçileri bu tutuma karşı öfkelerinin ifadesi olarak eylemlerinde sık sık “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganını atıyorlardı. Sadece madenciler değil tüm işçiler öfkeliydi. 3 Ocak 1991’de genel grev yapıldı. Tehditlere, genelgelere rağmen hayata geçirilen grevden bir gün sonra Zonguldak madencileri, ailelerinin de içinde olduğu 100 bin kişiyle Ankara’ya yürüyüşe geçti. 

Büyük yürüyüş, işçilerin asker zoruyla Mengen’den döndürülmesiyle sona erdi ama grev devam etti. Bu sırada patlayan Körfez krizini gerekçe gösteren hükümet 25 Ocak’ta grevleri yasakladı. Maden işçilerinin sözleşmesi 6 Şubat 1991’de imzalandı. 

Bu eylemler dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut’u koltuğundan ederken, kitlesel eylemler, kararlı grevler sonucunda imzalanan sözleşmelerde tarihin en yüksek zamları alındı, ikramiye gibi yan ödemeler ve sosyal haklar yükseltildi. 

ÖZELLEŞTİRME VE ESNEK ÇALIŞMA 

Bahar eylemlerinin yarattığı etki ile ’91 yılında DİSK yeniden kuruldu. Kamu emekçileri arasında sendikal örgütlenme hareketi tetiklendi. Memurlar artık ‘kapıkulu’ olmak istemiyorlardı. 

’90’lar boyunca devam eden mücadelelerin temel hedefi ise özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma uygulamalarının durdurulması oldu. İşçi sınıfının tüm kazanımlarını yok etmeyi hedefleyen bu politikalarla birlikte, bir yandan da uzlaşmacı sendikacılık, sosyal partner gibi kavramlar tartışılıyor ve sendikal mücadelenin içi boşaltılıyordu. Sendikaların işçilerin gazını alan eylemler örgütlediği bir dönem yaşanıyordu. Sık sık Ankara yürüyüşleri düzenleniyor ve büyük mi-tinglerle işçilerin öfkesini ifade etmesi sağlanıyor ama işyerlerinde üretimi etki-leyecek eylemlerden kaçınılıyordu. 

Bu yürüyüşlerden biri 1995 yılında gerçekleşmişti. İşçinin öfkesi yatıştırılacak gibi değildi. Ankara’ya dört koldan yapılan yürüyüşü kimse engelleyemedi. İşçiler kolluk güçleri çatışarak, barikatları yıkarak girdiler Ankara’ya. Yüzbinlerce işçinin öfkesi Tansu Çiller iktidarını koltuğundan etti. 

Bir yandan Paşabahçe, Sümerbank, SEKA, TEKEL, Telekom gibi bir çok işletmede özelleştirmelere karşı direnişlerin yaşandığı, diğer yandan iş birlikçi ve uzlaşmacı sendikacılığa karşı mücadele verilen bir süreçti yaşanan. Her seferinde yalnız kalan bütün bu direnişler, özelleştirmeleri geciktirse de engelleyemedi. Sınıf hareketi mevzilerini kaybederken, örgütlü gücü zayıflarken, çıkış arayışları ve ‘Nasıl bir sendikal mücadele?’ tartışmaları başlamıştı.

TOPKAPI AMBARLAR GREVİ: BİR SÜRE AÇ KALMAZSAN EBEDİYEN AÇ KALACAKSIN

İstanbul bugün olduğu gibi o dönem de taşımacılık sektörünün merkeziydi. Topkapı’da kurulu Ambarlar Sitesi’nde 150 civarında firma bulunuyordu ve bu firmalar hemen her ile taşıma yapıyorlardı. Her firmada ortalama 10-15 işçi çalışırdı. Topkapı Ambarlar’da işçiler hiçbir sosyal hakları olmadan, yevmiye usulü çalıştırılıyor, sigortaları da çoğunlukla yatırılmıyordu. Uzun çalışma saatleri boyunca ağır yükler kaldıran işçiler bel fıtığı vb. hastalıklarla da boğuşuyordu. Hiç ara vermeden yük taşıyan şoförlerin bazen haftalarca evlerine gitmediği olurdu. Başlama saati belli, bitiş saati belli olmayan bu ağır iş için ödenen ücretler ise temel ihtiyaçları bile karşılamaktan uzaktı. 

12 Eylül darbesi sonrasında 1983 yılında yeniden faaliyetlerine başlayan Türk-İş’e bağlı TÜMTİS, 1984 yılında İstanbul başta olmak üzere birçok ilde örgütlenme çalışmaları yürütüyordu. İstanbul’da Topkapı bulunan ambarlar da örgütlenme hedefleri arasındaydı. 

HAMALIN SENDİKASI MI OLUR?

Örgütlenme süreci oldukça meşakkatli oldu. Sendikanın maddi olanakları yok denecek kadar azdı. İstanbul’daki şube yöneticileri ilk iş olarak ambarlarda tek göz bir oda tuttular. Bu oda hem yaşadıkları hem de ofis olarak kullandıkları yerdi. 

Sendika nedir, ne işe yarar? Ambar işçilerine tek tek anlatılıyor, yetmiyor tekrar tekrar anlatılıyordu. Gündüz molalarda, gece işçilerin mahallerinde toplantılar, görüşmeler yapılıyordu. 

Ambar işçileri içerisinde sendikayı ilmek ilmek ören sendika yöneticilerinin en çok karşılaştıkları söz; “Hamalın sendikası mı olur?” Günler haftalar, aylar, yıllar derken sendikalaşma süreci başarıldı. Fişlemeler, tehditler, rüşvet teklifleri gibi bir çok engel boşa çıkarılmıştı. Topkapı’da başlayan örgütlenme İzmir, Ankara, Denizli ve Manisa ambarlarını da kapsayarak büyüdü. Artık hamalların sendikası vardı!

Asıl iş bundan sonra başlıyordu. İşçilerin birliğini engelleyemeyen ambar patronları da kendi aralarında Nak-İş adında bir birlik kurdular. İlk sözleşme işçilerle işverenler arasında imzalandı. Bu arada işçiler işyerlerinde kendi temsilcilerini seçti, şubelerini kurdu ve sendika merkezinde görevlendirmeler yaptı. Örgütlenme süreci bütün aşamaları ile tamamlandıktan sonra ikinci sözleşmede kalıcı hakların kazanılmasındaydı sıra. 

GREVE DOĞRU...

1987 yılı nisan ayı TİS dönemiydi ve artık çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin insanca yaşam için uygun hale getirilmesi gerekiyordu. Sendikalı olan işçilerin sigortaları yatırılıyordu ancak çalışma koşulları halen çok kötü ve ücretler düşüktü. Ambar işçileri 30 bin lira ücret alıyordu.

İşçilerle görüşmeler yapılmış, anketler düzenlenmiş ve işçinin taleplerini içeren toplusözleşme metni hazırlanmıştı. Ancak patronlar talepleri karşılamaya yanaşmıyordu. 

Bunun üzerine işyerlerinde grev komiteleri oluşturuldu. Arabulucu aşamasında da anlaşmaya varılamaması üzerine işçiler, 16 Eylül 1987’de, o dönem TÜMTİS Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Sabri Topçu ile birlikte grev pankartını astı. Aynı anda İzmir, Ankara, Manisa ve Denizli’de de greve çıkıldı. 

Grev komitesi, kamuoyunu aydınlatacak komite, mali ihtiyaçlarla ilgili komite... Hepsi planlanmıştı. 1100 işçi öyle ya da böyle grevle ilgili sorumluluk ve görev almıştı. Ambar işçileri her gün toplu olarak ambarlardaki direniş yerlerinde oluyordu. Geceleri de ambarlarda nöbetler tutuluyor, grev kırıcılarına izin verilmiyordu. 

ORTAK İRADE KAZANDIRDI

İşçiler grevin ilk ayında ekonomik olarak sıkışmışlar ve evlerine bir parça ekmek götüremez duruma gelmişlerdi. Seyyar satıcılık gibi işlerle geçimlerini sağlayarak grevi devam ettirmeyi düşünüyorlardı. Her gün işyerleri önünde duramayacaklar demekti ve bu durumda grevin başarısız olması kaçınılmazdı. Bir toplantı yapıldı ve bu tutum eleştirildi; aç kalınacaksa kalınacaktı, bir parça ekmek var ise birlikte paylaşılacaktı. Eğer bir süre aç kalmak göze alınmaz ise ebediyen aç kalacaklardı zaten. Bu toplantıdan bütün işçiler ortak bir iradeyle çıktılar. 

İşverenler de sıkışmıştı ve çıkış yolu arıyorlardı. Hemen Zeytinburnu ve Büyükşehir Belediyesi devreye sokuldu. Ambarlarda lokavt ilan edilen işyerleri, başka bir yere taşınacak ve böylelikle bu bölge tasfiye edilerek sendika bitirilecekti. 18 Kasım 1987’de TÜMTİS, ambar işçileri ile birlikte, dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a kınama dilekçesi verdi. İşçiler kararlılıklarını ortaya koyunca ambarlar kapatılamadı. 

Her grevde olduğu gibi patronlar yalnız değildi; belediye başkanı, medya, diğer sektörlerden işverenler yanlarındaydı. İşçilerin direnişi kırılmalıydı, aksi halde başka iş kollarına ve işyerlerine de yayılabilirdi. Ama onca baskı, saldırı ve sindirme girişimlerine, yokluğa yoksulluğa rağmen grev kırılamadı. İşçiler her geçen gün daha da kenetlenerek, güçlenerek ilerledi. 

İşçiler direniş yerlerinde yılbaşı geçirdi, bayramlar gördü. Bu artık varlık ve yokluk greviydi. Aylar geçerken işçiler değil ama işverenler bölünmeye başlamıştı. Grev 7. aya girdiğinde sendika ile sık sık görüşmeler yapılmaya başlandı. Ücretleri 170 bin liraya çıkarmayı kabul ettiler. Bu işçiler için oldukça yüksek bir rakamdı, bir grup işçi sendika merkezine giderek Sabri Topçu’ya “Grevi bitirelim” dediler. Ama daha alınacaklar vardı, hemen pes edilmemeliydi. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra 1 Mayıs 1988’de, direnişin 226. gününde Nak-İş ile TÜMTİS arasında sözleşme imzalandı. Grev büyük bir kazanımla sona erdi. 

DARBE YASALARI YERLE BİR OLDU

Yedi ay süren bu grev tarihi kazanımlarla sona erdi. Grevin ertesinde gazeteler ‘yüzde 212 zam aldılar’ haberleri yaptı. En iyisinin 50-60 bin lira kazandığı ambarlarda ücretler bir anda 230 bin liraya çıktı. İşçilere 900 bin lira teşvik primi alındı. Hiç ikramiye uygulamasının olmadığı ambarlarda 4 ikramiye hakkı elde edildi. Çocuk parası, evlilik parası, yakacak, yiyecek kıyafet yardımı vs. alındı. 

Sözleşme 12 Eylül yasalarını da yerle bir etti. Grev sonrası imzalanan toplusözleşmeye hak grevi maddesi eklendi. Yani işçiler iki toplu iş sözleşmesi arasında hakları gasbedilirse grev yapabilecekti. Oysa yasalar hak grevini, dayanışma grevlerini yasaklamıştı. 1 Mayıs’ın yasaklı olduğu yıllardı; hamallar 1 Mayıs’ı ücretli izin günü olarak kabul ettirdi. İşçiler artık keyfi şekilde işten atılamayacaktı. Çıkışlara ancak işçilerin de içinde olduğu disiplin kurulları karar verebilirdi. İş kazalarına dönük tedbirler, hastalanan işçilerin hakları gibi bir çok hak kazanıldı. 

Ambar işçilerinin örgütlenme süreci ve bu ilk grev deneyimi, yasalarla sınırlı olmayan bir mücadele ve sınıf sendikacılığı anlayışı bakımından örnektir. Bu grevde elde edilen kazanımların halen üzerine çıkılabilmiş değildir. İşçi sınıfına, nasıl bir yolda ilerlemek gerektiğini net bir şekilde göstermiştir.

Ayrıca TÜMTİS’in ilk kongresinde sendikacıların maaşları, işçi ücretleriyle eşitlenerek bir ilke daha imza atılmıştır.

Yarın: Ünaldı direnişi, Telekom grevi

ÖNCEKİ HABER

Ali Rıza Arslan 16 aydır oğlunun cenazesini arıyor

SONRAKİ HABER

Kristal-İş Şube Başkanı Ergev: Grevden geri adım atmayacağız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa