Adaletin öksüzleri: Miraz bebekler
Ayşegül Tözeren, adaletin öksüzleri Miraz bebeklerin öyküsünü Evrensel Pazar'a yazdı.
Ayşegül TÖZEREN
Hapishanede annesi ile kalan Miraz, Roza ve isimlerini sayamadığım beş yüzün üzerinde çocuk, ebeveynden yana öksüz kalmış olmasalar da, adaletin öksüzleridirler.
Neden mi adaletten yana öksüzler?
Miraz daha 9 aylık, Roza 10 aylık… Onların oyuncağı yok, olmayacak da… Roza’nın tek oyuncağı gardiyanlar tarafından alındı.
Sadece oyuncakları mı yok hapisteki bebeklerin? Bir ekmeklik hakları bile yok! Annelerinin ekmek hakkı neyse, bebeğiyle de, çocuğuyla da paylaşmak zorunda… Küçücük bebeklerin bir dilim ekmeklik ihtiyaçlarını büyük büyük rakamlarla dolu bütçelere sığıştıramamışız.
Annesinin yemeğinden yemek zorunda kalan bebekler sofraya oturtulduğunda küçük kaşıklara ihtiyaçları olur… Veriliyor mu, hayır!
Bebek yatağı elbette yok. Hapisteki çocukların yatak hakları da yok. Anneleri ile yatmak zorundalar.
BEBEKLER, ÇOCUKLAR İNSANDIR. ‘SAYILMASALAR DA…’
İnsan hakları ve tabii ki çocuk haklarının hapishane duvarlarının ardında kalmaması gerekir. Ancak yaşadığımız coğrafyada ardında kaldığı dönemler olmuştur. Bunların başında da 12 Eylül dönemi gelir. 12 Eylül’de kadınların Mamak Cezaevinde yaşadıklarını anlatan UnutaMAMAK adlı derlemede Nermin Er’in yazdıklarını daha bir dikkatle okudum. Çünkü o mahpusken bebeğini kucağını almış bir kadın. Bebeğini doğurduktan sonra hekimin raporuyla 18 gün hastanede bebeğiyle kalabilmiş, ardından bebek koğuşta dayanışmayla büyütülmüş… Bu sırada görüşe gelenler istedikleri gibi bebeğe giysi ve oyuncak getirebiliyormuş. Düşünüyorum, 12 Eylül’de bile verilen bir haktan çocuklar neden bugün yoksun tutulur? Biliyoruz ki, Miraz’ın annesi Gülistan, bezden yapılma anne kucağını bile alamıyor. Böylelikle dar alanda elleri serbest biçimde bebeğini taşıyarak daha rahat yürüyebilecek. Nermin Er’in anı-anlatısının devamında hapishane bahçesine çiçek ekebildiklerini, hatta tavşanların bile geldiğini yazıyor. Soralım, çiçeklere izin vermemek, hapiste tutmanın bir rehabilitasyon amacı varsa da, hangi rehabilitasyona hizmet eder? Söylemeye gerek yok, Miraz’lar, dışarı çıktıkları birkaç saat içinde doğayı hiç tanımıyor, bilmiyorlar.
BELKİ GÖĞÜS BOŞLUĞUNDA YANKILANMIYORDUR SESİMİZ, DUYULUR
Er’in anlatısında kalbe ok gibi saplanan bir parça da var. Kızının ilk kez bir çocukla karşılaştığı an. Bir subay çocuğunu getiriyor ve küçük Özlem çocuğu görüyor, çok korkuyor, hemen annesinin arkasına saklanıyor, çünkü kısacık ömründe hiç kendi boyunda bir insan görmemiş! Yaşıtlarına o kadar yabancı ki, onlardan korkuyor. Miraz, Roza ilk kez yaşıtlarını gördüklerinde ne yapacaklar acaba? Dahası bu dönem, ileriki yaşamlarına nasıl yansıyacak… Tam da bunları düşünürken, Miraz’ın yeni bir duygusal travmayla karşılaştığı haberlere yansıdı…Miraz kusuyor, sağlık durumu kötüleşince sağlık hizmetine eriştirilmesi gerekiyor. Bunu yazıyor olmaktan bile utanıyorum, Miraz’a karşı utanıyorum: Miraz annesinden alınıyor, babasının gelmesi beklenmiyor, tek başına doktora götürülüyor. Yaşadığımız coğrafyanın kültüründe erişkinler bile doktora giderken yanlarında yakınlarını isterken… 9 aylık bebek Miraz, hastayken, anne kucağına belki en çok ihtiyacı olduğu anda, bir yabancıyla birlikte muayene masasında… 20 Kasım 1989 tarihinde yapılan BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ve 27 Ocak 1995’te 22184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak, bir “iç düzenleme” haline getirdiğimizi ilan ettiğimiz “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi”ne neden uymuyoruz? Küçük bir bebeğe karşı altına imza attığımız bir sözleşmenin sorumluluğunu yerine neden getiremiyoruz? Bizi engelleyen nedir? Cahit Zarifoğlu der ya, “Bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız.” Değiştiriyorum: “Bir kalbiniz vardı, onu hatırlayınız!”
Sonra aklıma Miraz’ın, Roza’nın bir süre daha oynayamayacağı çocuk oyunları geliyor, kovalamacalar, saklambaçlar, elim sendeler… 0-6 yaş çocuğu olan kadınlara özel infaz yöntemleri, denetimli serbestlik uygulanamaz mı, diye soruyorum, soruyorum… Belki göğüs boşluğunda yankılanmıyordur sesimiz, duyulur. Bir kitapta okumuştum hatırlıyorum. Sesleniyordu: “Sevgili İnsanlık.” Ekliyorum: Sevgili Adalet! “Bir çocuk masumiyetiyle bir kere daha ‘elma!’ diyoruz. Ne olur çık artık!”