Taksim ve çevresi yeniden dönüşürken
Cihan Uzunçarşılı Baysal, Taksim ve çevresinde yaşanan dönüşümün nedenlerini ve ilerlediği yönü Evrensel Pazar'a yazdı.
Cihan UZUNÇARŞILI BAYSAL
Taksim Meydanı siluetinde ön plana çıkan tarihi Maksem ile bütünleştirilerek meydana hakim kılınacak devasa cami projesi, yayalaştırma adı altında beton bir kütleye dönüştürülen meydan, yetmedi, tasarım ucubesi kent mobilyaları, İstiklal Caddesi’nin üçüncü kez sökülüp döşenen granitleri ve caddenin kim bilir kaçıncı kez sele teslimi, ağaçları kurumaya terk edilen ama ‘‘ekolojik’’ köprüsü de projelendirilen Gezi Parkı, parkın bakımsızlığı, yıkılmaya bırakılan AKM, Meydan ile özdeşleşmiş 1 Mayıs’ın, 1977’nin 40. yılında Bakırköy’e sürülmesi… Birer ikişer kepenk kapatan zincir markalar, kafeler, barlar,kültür ve sanat mekanları, bunların yerlerinin nargilecilerle kebapçılar ve şimdiye dek varlıklarından haberimizin olmadığı FilanZade, Hafız/HacıFeşmekan ve benzeri lakaplı tatlıcı-lokumcu dükkanlarıyla doluşu, Arapça tabelalar…Açıkça göremesek de dipten fokurdayan diğer dönüşüm sinyalleri. Taksim Meydanı ve çevresinde neler oluyor?
Aslında, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi ve Gezi Parkı’na Topçu Kışlası ihyasının gündeme girişinden itibaren bu soru üzerine çok yazıldı çizildi; konu enine boyuna tartışıldı; dolayısıyla, söylenecek yeni ya da farklı bir kelam yok gibi gözüküyor. Öte yandan, meydan ve çevresindeki son gelişmeler, önceki tartışmaların gözden geçirilmelerini gerektiriyor. Bu yazı, böyle bir ihtiyaçtan yola çıktı; iktidarın Taksim projesini nasıl okuduğumuzu tartışmak istedik.
Tarlabaşı’na lüks konut projesinin girişiyle başlayan soylulaştırmanın, İstiklal boyu devam ederek, sanat galerileri, kafeler, butikler, oteller vb. vasıtasıyla zaten dönüşmekte olan Tophane, Şişhane ve Karaköy üzerinden Galataport’a uzanması, 3 kuruşa bira içenlerin, sokaklara masa-sandalye atanların, çeşitli pasajların özgün esnafının ve İstiklal’in onlarca yıllık kiracılarının kovularak, Taksim ve civarının varlıklı, “mutena” kullanıcılara açılması ve sermayeye yeni birikim alanları yaratılması, iktidarın neoliberal kent tasavvurunun bir veçhesi idi. Küresel sermaye, üst gelir gruplarının, varlıklı turistlerin ve yükselen yeni orta sınıf olarak yaratıcı endüstriler sektöründekilerin arzu ve talepleri doğrultusunda bir Taksim-Beyoğlu inşa ederek birikimi sağlayacaktı. Neoliberal kent tasavvurunun diğer ayağı ise bu neoliberal iktisadi yönetim ile el ele giden otoriter yönetimin tesis edilmesiydi. Şöyle ki kentin ve ülkenin en önemli agorasının kitlelere erişilmez kılınarak/yasaklanarak kentsel toplumsal muhalefetin sesinin kısılması amaçlanmıştı. Taksim Meydanı yayalaştırması ve Gezi’ye Topçu Kışlası biçiminde bir AVM dikilmesiyle, vatandaşlık taleplerinin yerini tüketici taleplerinin alacağı ehlileştirilmiş mekanın ehlileştirilmiş kullanıcıları, kapuçinolarını içerken agorafobik iktidarı da rahatsız edemeyeceklerdi! Öte yandan gayrimüslim Pera’yı İstiklal Caddesi’ne dönüştürerek Türkleştiren, homojenleştiren, ferah feza kamusal alanlarıyla inşa ettiği Gezi Parkı’ndan kamusallığı ören, ideolojisini de Cumhuriyet Anıtı ile meydana damgalayan Cumhuriyet projesine karşı Topçu Kışlası, kentin önemli bir kentsel kamusal alanına fil gibi çökerek kamusallığı yok ederken, Osmanlı’yı da gözümüze sokarak toplumsal belleğe çizik atacak ve AKP’nin rövanşizmini tescilleyecekti. Zamanın yorumlarının çoğu böyle bir tablo çizmekteydi.
UMULAN ZENGİN KULLANICILAR DA TURİSTLER DE GELMEDİ
Ancak, 2005’te ilan edilen Tarlabaşı dönüşümü, davalar nedeniyle umulan hızda yürümedi; proje hala tamamlanamadı. Tamamlansa da, Karagümrük’ün ortasında, çevresiyle uyumsuz bir ada misali boy gösteren yeni Sulukule gibi ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamlarda çevresinden tamamen soyutlanmış/ayrışmış bir konut projesi olacağından müşterisi olacak mı belirsiz. Gezi Parkı’ndan başlayan direniş ve isyan, iktidarı Topçu Kışlası projesini rafa kaldırmaya zorladı. Suriye krizi, Rusya ile dalaşma, AKP’nin antidemokratik gidişatının Batı kamuoyunda yarattığı güven bunalımı, büyük kentlerde yaşanan terör olayları gibi ulusal ve uluslararası gelişmeler iç ve dış turizme darbe vurdu. Bunun öncesinde Beyoğlu, rant iştahıyla, şantiyeye dönüştürülmüş; afet yasası ve yeni borçlar yasası kullanılarak emektar kiracılar kapı dışarı edilmiş; kiralar astronomikleşirken fiyatlar da bu gidişata eşlik etmişti. Tiyatroları, kitapçıları, sinemaları, ucuz yeme içme yerleri kapanan İstiklal’den eski kullanıcılar ayaklarını çekmişti ancak umulan zengin kullanıcılar da turistler de gelmedi. Sermaye caddeden çıktı ama bu kez boşalan dükkanların çoğuna yeni kiracılar bulunamadı. Var olanlar ise zamanın (iktidarın) ruhuna uygun dönüştüler. Nargileciler, Osmanlı’dan esinlenmiş adlar altında lokumcu-şekerci-baklavacılar, oryantal zevklere uygun koku dükkanları, kebapçılar vb ağırlıklı, muhafazakar burjuvaziye ya da Arap turistlere yönelik mekanlar ortaya çıkmaya başladı. Pera, iyice eksildi!
MEYDANIN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ SÜRECİNDE OLDUĞUMUZU SÖYLEYEBİLİRİZ
1997’den bu yana gündemde olan Taksim Camii ise otoriteryanizmin KHK’ler eliyle sultasını sürdüğü yeni düzende, fırsat bu fırsat inşa edilmeye başlandı. Mekanın yeniden düzenlenmesi, fizikselin ötesinde, kültürün ve ideolojinin mekandan inşasıdır. Bu bağlamda, meydana kondurulacak 960 kişi kapasiteli cami, iktidarın diğer gerekli gereksiz ihya projeleri ya da kentin hemen her yerinden görülebilen Çamlıca’ya konuşlandırılan mega cami ya da kendinden menkul Osmanlı-Selçuklu mimarisiyle yeniden yaratılan kentsel mekanlar gibi, bir muhafazakarlaştırma İslamileştirme projesidir; ne var ki çok önemli bir farkla. Burası, ülkenin ve kentin en önemli agorasıdır. Girişi her ne kadar diğer taraftan olsa da, Maksem’in olduğu yerden yükselecek cami, görsellerinden anladığımız kadarıyla, meydana hükmedecek, böylece burayı de-fakto cami avlusu eyleyecektir. Sergi ve konferans salonlarının ne çeşit etkinliklere açık olacağını telaffuza gerek yok. Meydanın İslamileştirilmesi sürecinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Emekçilerin meydanı, cami cemaatince ele geçirildiğinde misyon tamamlanmış olacaktır.
Meydanın ağaç, toprak yoksunu beton bir blok haline dönüştürülmesine yapılan itirazlar, bunun aslında iktidarın arzuladığı bir kentsel düzen olduğunu gözardı etmektedir. Gezi’de gözden çıkartılan ağaçlara da bu çerçeveden bakabiliriz. (Ağaçlar gözden çıkartılırken, adı ekolojik, kendi devasa beton ayaklı bir köprü tasarlanıyor!) Panaptikon misali, tepeden çeşitli denetim gözetim aygıtları (drone, helikopter, kamera vb) vasıtasıyla kitlelerin kontrolleri böylece çok kolaylaşmaktadır. Ucube havuzlar ve çeşitli kent mobilyaları ise kitlelerin bir araya gelmelerini, meydana akmalarını önleyecek bir düzenle yerleştirilmişlerdir. Sur’da geniş caddeler açan Haussmanncılık, Taksim Meydanı’na da bunu uygun görmüştür. Demokratik hak arama taleplerine, gösteri ve yürüyüşlere tamamen kapattığı meydanı, böylece iyice garantiye almak istemektedir.
AKM’nin harabeye dönüşmesi, Gezi’in bakımsızlığı, boşalan mekanlar…Sermaye, gerektiği zaman bilinçli olarak geri çekilir, çürümeye terk eder, fiyatları düşürür ve zamanı geldiğinde, ucuza kapattığı mekanları yaratıcı yıkımla yeniden inşa eder. Taksim ve çevresine böyle de bakmak gerekiyor. Demokrasi ve şeffaflıktan nasiplenmemiş iktidar, büyük projesini parça parça puzzle yapar gibi inşa etmekte ve şu an gördüğümüz kısmı bu kadar. Taksim Camii bittiğinde, diğer parçalar da yerleştirilmek istenecektir; eğer olanak olursa elbet.