Günden güne Beyoğlu
Yeşer Sarıyıldız, 'ne kadar kötü olabilir ki' dediğimiz İstiklal Caddesi'nin ahvalini Evrensel Pazar'a yazdı.
Yeşer SARIYILDIZ
Aylardır, hemen hemen her gün Beyoğlu’nun dönüşümüyle ilgili yeni bir yazı yazılıyor. Türkiye’nin simgelerinden İstiklal Caddesi’nin geldiği tanınmaz hal konuşuluyor ve hepimiz zaten külleri kalmış umudumuzu biraz daha yitiriyoruz.
İşyerim Galatasaray Lisesi’nin orada, son zamanlarda göçebe bir yaşama geçtiğimden, şimdilik İstiklal’in ara sokaklarından birinde, çok sevimli bir café’nin üzerindeki otelde kalıyorum. Her gün en az iki kez İstiklal Caddesi’nden geçiyorum. Son yıllarda başlayan değişimin, son bir yılda hızla arttığını günden güne, bizzat kendi gözlerimle gördüm. Ofise ilk taşındığımızda, herkesin neşe içinde yürüdüğü ve ne kadar değişse de, dokusunu çok da kaybetmeyen, sonuçta “İstiklal Caddesi, ne kadar kötü olabilir ki” dediğimiz caddenin şu anki hali, akıl almaz boyutta. Önce mekanlar birer birer boşaldı, etraf kiralık tabelalarıyla doldu ve sonra sırayla hepsi birer nargile café’ye dönüştü.
Caddede şöyle bir yürürken, insan resmen tüm anıları zedelenmiş bir tablonun içinde gibi hissediyor.
Yine de arka sokaklar o kadar da kötü değil. Hâlâ direnmeye çalışan, Beyoğlu’nun simgesel birkaç mekanı duruyor ve bazı sokaklarda sanki hiç yan sokakta elinde tüfeklerle sivil polisler gezmiyormuş gibi kahkahalar yükselebiliyor.
Buralardan geçerken içime bir umut dolu ve kendi kendime dedim ki; “Böyle bitemez, hala değişebilir.” Tam bir haftadır, Beyoğlu ile ilgili umut verici bir yazı yazmak için, Beyoğlu’da tanıdığım tüm işletme sahipleriyle konuşuyorum. Açıkçası pek iç açıcı bir şey söyleyen de olmadı. Dolu olan oteller, fiyatları çok aşağıya çektikleri için maliyetleri anca karşılayabiliyor ama “En azından bu sayede hayatta kalabiliyoruz, biraz artırmak istediğimiz an boş kalıyor” diyorlar. Şu anda oturmakta olduğum café’nin sahibi, “Menüdeki fiyatları artırmak istemiyoruz, ama maliyetleri zor çıkarıyoruz. Ben menemeni 9 liradan satıyorum, kapya biberin kilosu pazarda 10 tl” diyor. Dışarıdaki masaları kaldırarak Asmalımescit’i bitirdikten sonra, sıranın Cihangir’e geldiğini söylüyorlar. Dediklerine göre bundan sonra dışarı konan her masa için aylık bir işgaliyet bedeli alınacakmış. Hükümetin genel olarak uyguladığı “ya sev ya terket” politikası mekanlar için de geçerli yani.
Sizi bilmiyorum, ben yıllardır birileri evime girmiş, eşyalarımı izinsiz kullanıyor, anılarıma hakaret ediyor ve benim evimde tüm prensiplerimi ezip geçiyor gibi hissediyorum. Davet etmediğim bir misafir alanını gittikçe genişletirken bu çirkeflikle uğraşamayan ben olabildiğince gururlu bir şekilde “Al ya senin olsun, ne yaparsan yap” dedim sanki, dedik hatta. Masaların kaldırılmasıyla önce Asmalımescit’i, Tünel’i terk ettik; aşağılara Karaköy’e indik ve dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden biri olan İstiklal Caddesi’ni sahipsiz bıraktık. Artık tüm anılarımız bizim olmaktan o kadar çıktı ki üzerinde hak bile iddia edemediğimizi hissediyoruz.
MASALARI DOLDURALIM VE KADEHLERİ TEKRAR TOKUŞTURALIM
Oysa ki çok değil birkaç yıl önce, bu ülkenin yüzde ellisi evde zor tutulurken, günlerce Taksim Meydanı’nın ortasında yaşamış, hayvanları sevmiş, çöpleri beraberce toplamış ve kendimize başka bir dünya yaratmıştık.
Şimdi bakıyorum İstiklal Caddesi’ne bağlı, özünden hâlâ kopmayan çok güzel sokaklar var. Caddenin baş taraflarındaki Çukurlu Çeşme Sokak, akşamları olmasa da, sıra sıra dizilmiş café’leriyle İstiklal’in ruhunu koruyor. Galatasaray’ın yanından indiğiniz Yeniçarşı Caddesi ve Tomtom Sokak da değişime direnenlerden.
İnanın, bir yıl önce hiçbir şey böyle değildi. Dönüştüğünü görüp vazgeçtikçe başkalarının oluyor. Sevsek de, sevmesek de, dayanamayıp terk etsek de, sonuna dek yaşamaya karar versek de burası bizim. Sokaklar bizim.
Sokakları terk ettiğimizde bizim olmaktan çıkıyor. Safları sıklaştıralım, masaları dolduralım ve kadehleri tekrar tokuşturalım!
Evrensel'i Takip Et