Ne söylediler, Niye söylediler?
Her biri ayrı savaşçı. Ama hepsinin savaşı bir: Karanlığa karşı savaş, cahilliğe karşı savaş, yoksulluğa karşı savaş...
Her biri ayrı savaşçı. Ama hepsinin savaşı bir: Karanlığa karşı savaş, cahilliğe karşı savaş, yoksulluğa karşı savaş... Ozanlarla düşünür, ozanlarla sevinir, coşar, koşar, hüzünlenir, ayağa kalkar yürür, mücadele ederiz. Ozanlardır, ekinimizi bol eden, uzakları yakın, zoru kolay kılan. Kimi zaman; bir köylü kızının, çeşmeden dönerkenki etek hışırtısıdır, kimi zaman tünelden çıkan kara trenin haykırışı, kimi zaman da bir ağanın, beyin, generalin karşısında dimdik duruşudur. Halk ozanları, bir bakıma toplumun dilleridir. Halkla iç içe yaşarlar. Yaşadıkları dönemlerde her halk ozanının farklı bir yeri vardır. Ama tüm halk ozanlarımızın buluştuğu tek bir yer vardır: O da halkların gönülleridir.
ÂŞIK VEYSEL
“Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası”
Sivas’ın Sivralan köyünde Veysel gözünü dünyaya açtığında 1894 yılıydı. Veysel’in iki ablasını çiçek hastalığından toprağa vermişti anne babası. Aynı hastalık yedi yaşında gözlerinden gün ışığını aldı Veysel’in. Karanlığın bitimsizliğinde kız kardeşi Elif girdi koluna. Köyde, tarlada, toprakta, ağaç diplerinde, çiçeklerin kokusunda, ırmağın sesinde dolaştırdı Veysel’i. Tertemiz indiği bu kirletilmiş dünyamızda, büyük bir miras ve aşk izi bırakarak, ışığıyla bugün de yolumuzu aydınlatan Âşık Veysel, “Bunca yıldır kendi kendimi aradım, hiçbir türlü bulamadım ben beni.” dese de hayatın sırrını bulmuş, bize de fısıldamış gibidir: “Kim okurdu kim yazardı / Bu düğümü kim çözerdi / Koyun kurt ile gezerdi / Fikir başka başka olmasa.” Bu insanlık sırrının yer aldığı bu güzelim şiirinde o yalın diliyle aşkın sırrını da çözmüş gibidir Âşık Veysel.
YUNUS EMRE
“Gitti beyler mürveti (erliği, yiğitliği) binmişler birer atı
Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar (olmaktadır).”
Dil, din, düşünce ve ırk farkı gözetmeksizin tüm insanlığa barışı, hoşgörüyü ve sevgiyi aşılayan Yunus Emre 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında Eskişehir Sarıköy’de yetişmiş, Ankara’da Taptuk Emre Dergâhı’nda yaşamıştır. Yunus Emre’yi döneminden ileri kılıp günümüze ulaştıran onun eşitlik anlayışıdır. Onun için, “yetmiş iki millet” birdir. “Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu/ Peygamber yerine geçen hocalar/ Bu halkın başına zahmetli oldu” diye özetlediği dönemde her dinin inananları ayrı renk giymek zorunluğundaydılar. “Hepsi Tanrı’nın kuludur ve bir çeşmeden akan sudur. Bir çeşmeden akan suyun acısı tatlısı olmaz” demiştir.
ÂŞIK MAHZUNİ ŞERİF
“Ben hoca değilim muska yazmadım
Boş boşuna arap halkı gezmedim
Kuvvetliyi sevip zayıf ezmedim
Namussuza boyun büktüm ise yuh
Yuh yuh ben böyleysem
Yuh yuh sen öyleysen yuh
Yuh yuh soyanlara soyup kaçıp doyanlara
Nefsine uyanlara yuh”
Kahramanmaraş’ta 17 Kasım 1940’da doğmuştu Mahzuni diye tanıdığımız Şerif Çırık. 453 plak, 50 kaset, 9 kitabı, TRT’nin çektiği iki belgeseli vardır. Gözaltına alındığında yiten iki de romanı. Yaşamına bakınca soyunun geldiği köyün “Ağuiçen” ocağının merkezi olduğu anımsanmalı. Zehir içen ve zehirden etkilenmeyen bir soyun çocuğuydu. Acılardan ilacını alan, Pir Sultanlar gibi darağacını seçmiş bir halk ozanıydı. O sadece bir söz ustası değil, düşünce insanıydı aynı zamanda. Dünyaya bakarken, gördüğü ve gösterdiği evrenselliktir. O nedenle “Üstün soy sözcüğü bana çok tuhaf gelmektedir. Çünkü bir insanın üstünlüğü, soyuyla değil, kendi öz nitelikleri ile belirgindir.” der. 1989-1991 yılları arasında Halk Ozanları Federasyonu tarafından Dünya’nın en büyük 3 ozanı arasında gösterilmiştir. Sivas Dramı adlı türküsünü, 1993 yılında yaşanan Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirenlere ithaf etmiştir.
NEŞET ERTAŞ
“Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümden sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar yar oy yar oy dil gizli gizli”
Kırşehir’de 1938’de doğan Neşet Ertaş, Çiçekdağı’ndan Türkiye’ye açılan bir halk ozanıdır. Çocukluğu köyde geçen Neşet Ertaş, ilkokulda keman ve bağlama çalmaya başlamıştır. Babasının ondaki yeteneği görmesi sonucu düğünlerde saz çalarak müzik hayatına 1950’lerin başında başlamıştır. Süleyman Demirel tarafından kendisine teklif edilen Devlet Sanatçılığı’nı, halkın sanatçısı olmayı daha çok önemsediği için reddeden Neşet Ertaş, abdallık kültürünün son büyük efsanesi olarak bilinir. Herkesin malk mülk sahibi olmaya çalıştığı şu üç günlük dünyada, ömrü boyunca yoksulluk çekmiş bir ozan, son yıllarında biraz para kazanınca, kazandığı parayı da kimseler duymadan, bilmeden kendi “gariplerine” göndermiştir. Bir konserden kazandığı bir poşet parayı gözünü kırpmadan yol kenarındaki mevsimlik işçilere dağıtmıştır. Ve hatta şöyle bir sözü vardır: “Öldüğünde evde bir çuval un fazladan kalmışsa, günaha girmişsin demektir.” Zaten böylesi gani bir gönül ancak böyle bir kültür yaratabilir.