24 Mayıs 2017 01:05

Mültecilere yönelik saldırılara dikkat!

Ercüment Akdeniz mültecilere yönelik saldırılara dikkat çekerek 'Artık çok geç' dememek önlem alınması gerektiğini yazdı.

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Türkiye’de mültecilere yönelen saldırılar korkunç boyutlara ulaştı. Sadece son üç ayda yaşanan olaylar bile gidişatın ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Vaziyeti anlamak için kısa bir basın turu yaptım. Verilen haberlerin dilini de mümkün olduğunca nefret dilinden ayıklamaya çalıştım. İşte ibresi giderek yükselen o korkunç tablo: 

19 ŞUBAT: İzmir’de bir işyeri sahibi, işe geç kalan Suriyeli işçiyi döverken selfie çekti ve  “Türk’ün Suriyeliden intikamı” yazısıyla sosyal medyada paylaştı. 

28 ŞUBAT: Adana Yüreğir ilçesi Bahçelievler Mahallesi’nde, çadırda kalan mültecilerle tartışma çıktı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi  üzerine, 2’si Suriyeli 3 kişi silahla yaralandı. Suriyelilerin çadırları ateşe verildi, araçların camları kırıldı. Polis müdahalesinin ardından Suriyeliler otobüslerle bölgeden tahliye edildi.

19 MART: Denizli Sarayköy’de Suriyelilerle yaşanan “kavga”da bir kişi yaralandı. Bölgeye takviye birlikler gönderildi.

26 MART: Urfa’da 150 kişilik bir grup Suriyelilere ait işyerlerine zarar verdi. Öfkeli grubu gören Suriyeli esnaflar kepenk kapatıp evlerine çekildi. Olay, bir gencin kız arkadaşıyla kavga etmesi ve yunus polislerin bu kavgaya müdahalesiyle başladı. Bir polisin darbedildiği olayda saldırganın aslında Suriyeli olmadığı, Akçakale ilçesine kayıtlı bir vatandaş olduğu ortaya çıktı. 

8 NİSAN: İzmir Torbalı’da “Çocuk dövme tartışması üzerine” çıktığı iddia edilen kavga sonrası, mülteci tarım işçilerinin çadırları basıldı. 30 kişinin yaralandığı olayların ardından 500 mülteci çadır bölgesini terk etmek zorunda kaldı.

17 NİSAN: Mersin Adanalıoğlu’da mülteci tarım işçileri ile köylüler arasında “hırsızlık” iddiasıyla çıkan kavgada silahlar kullanıldı. Çevre köylülerin de dahil olmasıyla olaylar büyüdü. Bölgeye çevik kuvvet ve jandarma birlikleri gönderildi. Yaklaşık 2 bin mülteci bölgeden tahliye edildi.

29 NİSAN: Ankara Kazan’da Suriyeli bir ailenin kaldığı gecekondu, kimliği belirsiz kişilerce kundaklandı. Dumandan etkilenen 4 çocuk hastaneye kaldırıldı. Ailenin, evden çıkmaları için tehdit edildiği ortaya çıktı.

30 NİSAN: Adana’da Suriyeli sığınmacılarla kavga eden bir grup, ateş yakarak yolu trafiğe kapattı. Yüreğir Doğankent Mahallesi’nde yaşanan olayda öfkeli grup Karataş Caddesini trafiğe kapattı. Grup polisin uyarısıyla dağıldı ve yoldaki ateş TOMA ile söndürüldü. 

14 MAYIS: Sultangazi’de, “kızlara laf attığı” iddia edilen Afgan ve Suriyeli mültecilerle çıkan kavgada Ramazan Şahin adlı genç bıçaklanarak öldürüldü. Çıkan olaylara polis TOMA ile müdahale etti. Daha sonra olayların mültecileri haraca kesmek isteyen bir grup tarafından çıkarıldığı iddia edildi. Ev baskınlarında Afganlıların linç edildikleri bilgisi basına yansıdı. Sonuç olarak mülteciler polis nezaretinde kamyonetlere bindirilerek mahalleden çıkarıldı.

18 MAYIS: Konya Selçuklu’da “Suriyelilerin bir kafeye baskına gittiği” iddiası üzerine çıkan olaylarda 1 kişi yaralandı.

21 MAYIS: Adana Doğankent Mahallesi’nde olaylar yeniden çıktı. Suriyeli sığınmacılara ait çadırların kaldırılmasını isteyen kalabalık lastik yakıp çöp konteynerleri ile Karataş Caddesi’ni trafiğe kapattı. Atılan taşlar üzerine polis havaya ateş açtı.  

Bunlar basına yansıyan olaylar, bir de yansımayanları düşünün. 

Daha önce hep söyledik, söylemeye de devam edeceğiz: yaşananlar sadece buz dağının görünen yüzü. Çünkü suyun altında kırılmaya hazır çok ciddi sosyal fay hatları oluştu. 

ÜÇÜNCÜ DALGA

Son aylarda yeniden tırmanışa geçen vakaları, mültecileri hedef alan “üçüncü saldırı dalgası” olarak tanılamak mümkün. Hatırlarsak ilk saldırı dalgası 2013-2014 yıllarında Antep, Maraş ve Urfa hattından başlamış Çukurova ve Ege’yi de içine alarak İstanbul’a dayanmıştı. 

İkinci saldırı dalgası ise 2016 yaz başında hükümet sözcülerinin sığınmacılara vatandaşlık verileceğini açıklaması üzerine patlak vermişti. Ve kabul edelim ki; üçüncü dalga yani bugünkü olaylar; hem yaygınlığı hem de içerdiği şiddet düzeyi bakımından öncekilere göre çok daha kötü sinyaller veriyor. 

“Çocuk kavgası”, “hırsızlık”, “kızlara laf atma” ve her ne iddiayla ortaya çıkarsa çıksın bütün bu olaylar hep aynı sona varıyor: Mülteciler topluca tahliye ediliyor ve egemen medyanın diliyle söylersek hayat “normale” dönüyor!

‘ARTIK ÇOK GEÇ’ DEMEMEK İÇİN

Şüphe yok ki; yukarıdaki tablo tutarlı bir yüzleşmeyi ve acil önlemler almayı gerekli kılıyor. Makale sınırlarını gözeterek birkaç öneriyi paylaşmak istiyorum:

1- Yaşanan olaylar, yetkililerin ifade ettiği gibi birbirinden kopuk ve “münferit” olaylar değildir. Ne görmezden gelerek ne de sadece güvenlik tedbirleriyle bu olayların önüne geçilebilir. Mültecileri yerinden sürmek, kamplara kapatmak, Geri Gönderme Merkezleri ile tehdit etmek ise ne insanidir ne de sorun çözücüdür. Bu tehlikeli tırmanışta esas olarak sosyoekonomik ve politik nedenler üzerine odaklanmak gerekir. 

2- Hükümet ve siyasi erk, yaşanan olaylardan doğrudan sorumludur. Kabul edilmeli ki; “geçici koruma statüsü” krize çözüm olmamış, tersine krizi erteleyerek daha patlamalı hale getirmiştir. Bu nedenle sığınmacılar tez elden “uluslararası koruma” altına alınmalı ve mülteci statüsüne kavuşturulmalıdır. Öte yandan mültecileri pres altına alan, başka ülkelere geçiş hakkına bariyer koyan “geri kabul” gibi insanlık dışı antlaşmalar iptal edilmelidir. 

3- Mülteci işçilerin patronlar tarafından kayıt dışı/kaçak ve kölece çalıştırılması derhal son bulmalıdır. Mülteci işçiler Türkiyeli işçilerle birlikte eşit haklara sahip olmalı ve sosyal hakları güvence altına alınmalıdır. Bunu en çok da Türkiyeli işçiler, emekçiler savunmalıdır. 

4- Irkçı saldırılar, hep milliyetçiliğin yükseltildiği yer ve zamanlarda kendine zemin bulur. Milliyetçiliğin hem muhafazakar hem de ulusalcılar eliyle yükseltildiği bugünkü konjonktürde; her iki düşünce etrafında kümelenmiş toplulukların bu tip olaylara karışmış olmaları tesadüf sayılmamalıdır. Mevsimlik Suriyeli tarım işçileri kadar, mevsimlik Kürt tarım işçilerini de hedef alan saldırı haberleri de bu bakımdan ibret vericidir. Öte yandan muhalif kimi çevrelerin iktidara mülteci düşmanlığı üzerinden yüklenmeleri de garabetle eş değerdir. Olayların bu noktaya gelmesinde elbette bu tutumun da belirli bir payı vardır.   

5- Bazı medya ve siyasetçi çevrelerinde vuku bulan ve mültecileri hedef yapan ırkçı dil, nefret suçları kapsamında ele alınmalı ve teşhir edilmelidir. Mültecileri hedef alan saldırı ve eylemler düzenli bilançolarla açıklanmalı, ırkçılığın önüne geçecek şekilde toplum bilgilendirilmeli ve Meclise sıklıkla soru-araştırma önergeleri verilmelidir. 

6- Saldırılara ve mültecileri hedef alan eylemlere karşı; emekçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini temel alan “dayanışma ve kardeşlik etkinlikleri” düzenlenmelidir. Emek ve meslek örgütleri bu tür çalışmalara öncülük etmelidir. 

7- Soruna kaynaklık eden sosyal-siyasal-ekonomik nedenleri açığa çıkarmak ve çözüm modelleri üzerine çalışmak için akademik çevreler sürece dahil edilmelidir. Bunun için elbette ihraç ve uzaklaştırma kararları geri çekilmeli ve bilimsel özgürlüğün önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Aksi halde durum ciddidir.

Zira ateşli silahların, demir çubuk ve bıçakların konuştuğu son olaylara bakınca yakın süreçte çok daha vahim olayların yaşanması işten bile değildir. Bu gerçekle ne kadar erken yüzleşilirse tahribatı da o kadar hafif atlatılır. 

ÖNCEKİ HABER

Aladağ’daki yangında MEB’i yalanlayan rapor

SONRAKİ HABER

İçeride ve dışarıda: 100 gün

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa