28 Mayıs 2017 02:44

Güner YALNIÇ*

Kapitalizm aşırı kâr, küçük ulus devlet, endüstriyalizm üzerine projesine devam etmekte. Son yüzyılda da Ortadoğu’yu pazar olarak seçmiştir.

Irak ile başlattığı bu süreç Suriye ile devam etmektedir. Çıkan savaşla endüstriyalizmin motorize gücü olan silah sanayi beslenmekte, kentlerin yıkılmasından yeniden yapılmasına kadar da inşaat sektörünü beslemek niyetindedir. Kapitalizme göre demokratik sayılabilecek; toplumsal yaşam da yok edilmelidir. Birlikte, barışık ve dayanışmacı bir yapının yıkılarak bireysellik üzerine kurulu; kimliksiz, kültürsüz, bireyselleşmiş bir toplumsal yapı yaratması gerekiyordu. Aşırı kâr için gerekli ucuz iş gücü de bu savaşlarla göç edenlerden oluşacaktı. Kapitalizme göre tarihi ve kültürü yok edilirse toplumsal hafıza da yok olur ve kendine sömürmek için bulunmaz bir fırsat yaratmış olacaktı.

Ortadoğu’da kapitalizmin bir projesi olarak savaşla yaşamına başlayan DAİŞ’in en önemli tahribatlarından biri de Suriye’deki antik kentlerde oldu. İlk işleri ele geçirdikleri kentlerden; Humus, Hama ve Palmira’daki tarihi eserler balyozlarla inandırıcılıktan uzak gerekçelerle yıkmak ve parçalamak olmuştu. Bu kentlerden Palmira antik kenti UNESCO dünya mirası geçici listesinde idi. 

Sermayece kurulan birleşmiş milletler kapitalizmin yeşil ve merhamet kokan sivil toplum kuruluşları olarak hemen çalışmaya başladılar. Bu kurumlar Palmira da; UNİCEF çocukları koruyamadı, UNHCR göçü engelleyemedi, UNESCO’da tarihi ve kültürel varlıkları koruyamadı. Bu kurumlar zaten yapılabilecek bir çalışma varsa biz yapıyoruz deyip iyi niyetli yaşam hakkı aktivistleri ve gönüllüleri ya kandırdı ya kendinde toplayarak DAİŞ’in yapmaya çalıştığı çalışmaların tamamlayıcısı oldular. Bu kentte yaşayan binlerce insan göç etmek zorunda kaldı, elektrikleri ve suları kesildi, açlığa ve yoksulluğa mahkum edildi.

Bir dönem popüler olan Toledo yapacağız söylemi de kapitalist paradigmanın farklı alanlarda aynı amaçları gerçekleştirmeye çalıştığı bir çalışmadan öte değildir. Halka danışılmadan tamamen aşırı kâr amacı güden bir bakış açısıyla kültürel, tarihsel, sosyal doku ve toplumsal kaygılardan uzak olacaktı. ki, tasarlanan projelerde Toledo ile ortak hiçbir nokta yok.

Gelirsek Suriçi ’ne, yıllardır Sur içine göz koymuş sermayenin desteklediği yoksul kesimi yerinden yurdundan eden bir projeler silsilesi ile karşı karşıya kalıyoruz.  Kentin merkezinde kalmış rantsal değeri yüksek bu alanın sömürülmesi gerekirdi. Bunun ilk adımı olarak dönemin yerel yönetimi ve TOKİ işbirliği ile oldu. Dönemin moda çalışması olan ve kentleşmenin temelini oluşturan kentsel dönüşüm rüzgârı Suriçi içinde esti ve uygulama burada yaşama geçirilmeye çalışıldı. Yoksul değil sistemce yoksun bırakılmış halkın yaşam alanları istimlak edilecek ve TOKİ’nin yaptığı genellikle kent merkezleri dışında kurulmuş izole bir yaşam yeri olan Getto benzeri yapılara yollanacaktı. Bir kısım böyle de yapıldı. Gelişen kentsel sivil muhalefet sesini duyan yerel yönetimler yaptığı yanlıştan dönerek TOKİ ile olan protokolü iptal etti. Doğru olan kentsel dönüşüm değil yerinde kentsel dönüşümdü ve bu da TOKİ’nin kuruluş mevzuatına uygun değildi.  

Sermayenin yoksun halkı oradan çıkararak kendine peşkeş çekilmesini istemesi ve bu aç gözlülüğü devam etmesi kabul edilemez bir talepti. 2012’de yarıda kalan rantsal alandan nemalanma çalışmaları bugün ki yerel yönetimle devam ediyor. Şimdiki yerel yönetim yapılan yanlışı bizden önceki belediyenin projesi diyerek meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Adına acele kamulaştırma dense de asıl adı zorla kamulaştırma olan bu karar ile bankalarda adlarına açılan hesaplara para aktarılması ev sahibi olan kendisine dahi bilgi verilmemesi,  evini otuz gün içinde boşaltması gerektiği aksi takdirde kamu malına zarara kadar cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalacakları söylenmekte. Bu uygulama ile yaklaşık 25 bin kişi göçe zorlanacak ve yine Birleşmiş Milletlerin tanımladığı gibi ‘Ekolojik mülteci’ olacak ve kapitalizme karşı çaresiz ve yoksun olarak yaşamaya devam edecekler. 

Beşbin yıllık bir tarihe sahip Suriçi, Hewsel bahçeleri ile birlikte UNESCO dünya mirası geçici listesine girebilmiş bir yaşam alanıdır. Özellikle doksanlı yıllarla birlikte köylerden göçe ev sahipliği yapmış, kucak açmıştır. Komşuluk ve dayanışma örnekleri ile dolu, asgari ücretin altında geçinmek zorunda kalanların sığınağı olmuştur.

Elbette Suriçi için bir iyileştirme yapılmalıydı. Özellikle yaşanan çatışmalı sürecin yarattığı tahribat ile son dönemde aşırı göçle bozulan sosyal kültürel dokunun korunması adına. Gelinen nokta da geri dönüşü olmayan tahribatlar en yüksek noktaya ulaşmıştır. Zorla göçe direnen evinden, yaşam alanından kopmak istemeyen halk çok aciz yöntemlerle; elektriklerinin ve içme sularının kesilmesi gibi âcizane davranışlarla çıkarılmaya çalışılmaktadır. Buna direnemeyecek kadar yoksul olan bu halk çaresiz bırakılamaya çalışılmaktadır.

Tarihi ve kültürel varlıkları koruyan UNESCO, çocukların sağlıklı bir yaşamı olsun diye çalışan UNİCEF ve dünya da zorunlu göçe karşı duran UNHCR ile elektriği suyu kesilerek yoksunlukla başbaşa bırakılanların sağlığını koruyan sağlık örgütü (WHO)’nü göreve ve samimiyete çağırıyorum. 

Palmira da zorunlu göç, yıkım, ucuz işçilik, savaş, çaresiz ve mecburi mevsimlik işçilikle yüz yüze kalan Ekolojik mülteciler ile Suriçi’nde yaşayanlar mı aynı yoksa Toledo’da yaşayanlar mı? Kapitalizmin sadece yöntemi ayrı gerisi aynı sömürü çarkı devam etmektedir.

Suriçi’ni Hewsel bahçelerindeki çay bahçelerinden izlemiş ya da surlarda turistik geziler yapmış olanların ah vah ederek, pratikte Sur için verilen mücadeleye omuz vermemiş olanların sivil toplum örgütlerini eleştirmesi ile Ankara’da masa başında oturup nerenin yıkılıp nerenin imara açılacağına karar vermesinden çok da uzak değildir.

 İki yılı bulan sokağa çıkma yasakları ve son dönemde ki OHAL ile yalıtılmış, yalnızlaştırılmış bir halk çok zor günler yaşamaktadır. Bu nedenle kentsel sivil muhalefet ile sivil toplum örgütlerinin Suriçi ile dayanışmaları ve mücadelelerini desteklemeleri imkânsız olmuştur. Bu güne kadar ister yerel, ister merkezi iktidarca birçok yanlışlar yapıldı, gelinen noktada yapılan her türlü yanlışa dur demek ve yanlışın sahibini de tüm demokratik yollarla uyarmak gerekir. Yaşam alanlarında yaşayan Suriçi halkının ve kentteki sivil toplum örgütlerinin katılımı ile alınacak kararlar doğrultusunda düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılmalıdır.Ve yapılan yanlıştan bir an önce dönülmelidir.

*Amed Ekoloji Derneği Aktivisti
 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et