Şenol Güneş Üniversitesi ikinci mezunlarını verdi
Onur Özgen, Beşiktaş’ın şampiyonluk hikayesini ve bu hikayede Şenol Güneş’in üstlendiği özel rolü yazdı.
Onur ÖZGEN
Tarihinde sadece bir defa, o da 1954’te Dünya Kupası’na katılabilmiş bir ülkeyi 2002 Dünya Kupası’nda yarı finale kadar götürmesine rağmen, Brezilya’yı eleyip Dünya Şampiyonu olamadığı için eleştirdiler. 33 yıldır şampiyon olamamış Trabzonspor’u iki defa şampiyonluğun eşiğine kadar getirdi, yine eleştirdiler. Şu sıralarda kümede kalma mücadelesi veren Bursaspor’a çok değil iki yıl önce ligde 69 gol attırıp rekor kırdırdı, Türkiye Kupası’nda final oynattı, yine eleştirdiler. Çünkü onlara göre Şenol Güneş bir “kaybeden” idi. Oynattığı oyunun hiçbir önemi yoktu. Sonunda bir şey kazanamıyordu işte. Kazanmayı bilmeyen biriydi. Hiç hak etmediği bir şekilde üzerine yapışan bu damgayı silip atabilmek için Güneş’in şampiyon olabileceği bir camiaya, Beşiktaş’ın da kendisini şampiyonluğa ulaştıracak bir teknik direktöre ihtiyacı vardı. En doğru zamanda buluştular.
Şenol Güneş bir taktik ustası mıdır? Pek sayılmaz. İsmi Avrupa’nın en devrimci ve yenilikçi 20 teknik direktörünün arasına yazılabilir mi? Zor. Ama Süper Lig’de başarılı olabilmek için belki de çalışılması gereken ilk teknik direktör. Çünkü burada başka bir oyun oynanıyor ve o bu ligin ‘bug’ını 20 sene önce bulmuş. Savunma yapmayı bilmeyen, savunma kültürüne sahip olmayan, savunmacıları pozisyon bilgisi zayıf ve tekniği kötü oyunculardan oluşan bu ligde başarılı olabilmek için oyunu rakip sahada oynamak gerektiğini 20 sene önce çözmüş. Rakipleri iki defansif orta sahayla oynarken, o bu yüzden sezonu Tolgay Arslan-Oğuzhan Özyakup ikilisiyle tamamladı. Bu yüzden kariyerinde 5 gol kralı çıkardı. Sadece şampiyonluğu bulunmuyordu. Onu da geçen yıl 64 yaşındayken Beşiktaş sayesinde kazandı ve ülke futbolunun zirvesine oturdu.
YİNE DENE, YİNE YEN, DAHA İYİ YEN!
Slaven Bilic’le iki sezon boyunca çok yol kat etmesine, doğru bir oyun planına ve saha içi geometrisine sahip olmasına rağmen kendisini şampiyonluğa ulaştıracak adımı atmayı bir türlü başaramayan takıma, o eşiğin nasıl geçileceğini kariyeri boyunca eğitici kimliğiyle ön plana çıkmış olan Şenol Güneş gösterdi. Bir başka deyişle üç yıl boyunca üçüncülükten öteye gidemeyen takım, Şenol Güneş Üniversitesi kampüsünü Ümraniye’ye kurduktan sonra dördüncü yılında ilk mezunlarını verdi. Bu yıl ise sıra ikinci mezunlara gelmişti, ama Ağustos ayı itibarıyla kampüste işler pek yolunda gitmiyordu.
Zira ilk mezunlardan bir kısmı üniversitede kalıp master yapmaktansa kariyerlerine başka yerlerde devam etmeyi seçti: Mario Gomez, José Ernesto Sosa, Gökhan Töre ve İsmail Köybaşı ayrıldılar. Devre arasında da Olcay Şahan ve Kerim Frei’la vedalaşıldı. Bir başka deyişle geçtiğimiz sezon rakip filelere 75 gol gönderen Beşiktaş’ın 45 golünü atan ön hattı tamamen dağılmış ve yerine yeni bir hücum hattı kurulması icap etmişti. Ki bu Güneş’in istediğinin tam tersiydi. O savunma oyuncularının değiştirilip, hücum hattının aynen korunmasını istiyordu.
Kuşkusuz bu durum ligde yeniden şampiyon olmak isteyen, üstüne bir de Şampiyonlar Ligi’nde tarihinde ilk defa grup aşamasını geçmeyi hedefleyen bir takım için hayli handikaplı bir başlangıçtı. Nitekim geçen sezon Avrupa’nın beş büyük liginde şampiyon olan takımlara bakarsak, kadrosu Beşiktaş kadar değişime uğramış bir takım göremiyoruz. Örneğin Leicester City’den sadece N’Golo Kante ayrıldı, ama sezon sonuna doğru Premier League’den düşme tehlikesi yaşadılar ve geçen yıl kendilerine bir peri masalı yaşatan menajerleri Claudio Ranieri’yle yolları ayırmak zorunda kaldılar. Bu sezon büyük bir üstünlükle şampiyon olan Chelsea’nin ise geçtiğimiz yıl ligi 10. sırada bitirmiş olmasına rağmen kadrosunu büyük oranda muhafaza ettiğini ve sadece üç takviye yaptığını görüyoruz.
Aynı şekilde üst üste şampiyon olan diğer iki takım Bayern Münih ve Juventus’un kadrolarında da çok az değişim oldu. Acaba Bayern Münih’te de sezon başında Robert Lewandowski, Arjen Robben, Franck Ribery ve Thomas Müller aynı anda ayrılmış olsalardı, Bayern Münih yine şampiyon olur muydu, yoksa bir peri masalını da RB Leipzig Bundesliga’da mı yaşatırdı? Elbette bilinmez, ama Güneş’in üstesinden gelmesi gereken bu durumun hiç kolay olmadığını kabul etmek lazım.
Yine de tecrübeli teknik adam aralarına katılan yeni öğrencileriyle de başarılı olmanın bir yolunu buldu. Geçtiğimiz sezonki şampiyonluğun temeli olan Atiba Hutchinson-Oğuzhan Özyakup ikilisinin kadroda kalması büyük bir şanstı. Bu ikili çok iyi anlaştıkları Sosa’yı arasalar da, yerine gelen Anderson Talisca da başka meziyetleriyle fark yarattı. Özellikle Gomez’in yerine gelen Vincent Aboubakar ile formayı paylaştığı Cenk Tosun, Gomez’in attığı 26 golü kıl payı geçebilmelerine rağmen, Pazar akşamı itibarıyla ligde 13. golüne ulaşan Talisca, hem Sosa’dan iki kat daha fazla skora katkı yapmış oldu hem de Gomez gibi birinci sınıf bir ceza sahası içi golcüsünün boşluğunda takımın gol yükünü sırtladı. Bir başka deyişle Aboubakar-Cenk-Talisca üçlüsü ligde 42 gol atmış oldu, ki bu sayı ligdeki 10 takımın attığı gol sayısından daha fazlaydı.
Aynı şekilde takıma devre arasında dahil olan Ryan Babel’in katkılarını da es geçemeyiz. Hollandalının hem skora olan katkısı hem de Oğuzhan Özyakup ve Adriano Correia’yla futbol dillerinin birbirine uyması, Beşiktaş’ın 2017’de işini çok kolaylaştırdı. Geri hattaysa Fabricio Ramirez’in libero kaleciliğiyle topa hükmetmek isteyen Beşiktaş’ın oyununa katkıları, Marcelo Guedes’in yanına sağlam bir eküri konulamamasına rağmen güven veren, lider karakterli oyunu ve Gökhan Gönül ile Adriano’nun oyuna akıl katan bek performansları da sezonun siyah-beyazlılar adına artı değerlerindendi.
Ricardo Quaresma’ya ise ayrı bir paragraf açmak lazım. İstatistiklere bakıldığında 12 asistle takımın gole ulaşmasında en büyük rolü oynayan Quaresma, takımın en önemli hücum gücü halini aldı. Ama bu Beşiktaş’ın oyunu için hiç olumlu bir şey değildi. Geçen sezonun rakibi merkezden tek paslarla delip geçen Beşiktaş’ı, bir sezon sonra Quaresma’nın kenar ortalarıyla gole gitmeye çalışan bir takım halini aldı. Bunu başaramadığı maçlarda ise çok zorlandı ve başka hücum alternatifi olmayan bir takım görüntüsü verdi. Aynı şekilde ligin en çok gol atan takımının kenar oyuncusu olarak penaltılar harici golünün olmaması da Quaresma’nın oyun anlayışını sorgulatmalı. Portekizli oyuncu seneye kalır mı bilinmez. Ama kaldığı takdirde önümüzdeki yıl ona daha az bağımlı olacak bir kadro kurulması gerektiği kesin.
Beşiktaş Avrupa’da da sıkı bir sezon geçirdi. Şampiyonlar Ligi’nde grubunun ağır topları Napoli ve Benfica’yla; Avrupa Ligi’nde Olympique Lyon’la kafa kafaya mücadele verip seviyesini test etti. Tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkma fırsatını Kiev’de uğradığı hakem faciasıyla kaybetti, 14 sezon sonra Avrupa Ligi’nde yeniden çeyrek final oynadı, Stockholm’de oynanan finalde olma şansını da küçük nüanslarla kaçırdı ve önümüzdeki sezonlarda daha büyük başarılar için çok iyi bir zemin oluşturmuş oldu.
BAŞKA BİR YOL MÜMKÜN
Pazar akşamı ise Gaziantep’te 15. şampiyonluğunu kutladı. Bu aynı zamanda 26 yıl sonra gelen ilk üst üste ikinci şampiyonluktu ve hegemonya iddiası taşıyan Beşiktaş için kıymeti çok büyüktü. Ezeli rakipleri Fenerbahçe ve Galatasaray’ın aksine bir antrenör takımı olan, doğru bir oyun planına ve o oyunu oynayabilecek oyunculara sahip Başakşehir ile çekişilen sezonun bitmesine bir hafta kala Beşiktaşlı oyuncular saha içerisinde başarılarını kutlarken, Şenol Güneş kendisine uzatılan mikrofona şunları söylüyordu: “Aslında yanlış terimler var. Bu takımın hedefi şampiyonluk değildi. Hedefimiz güzel futbol oynayıp şampiyon olmaktı.” Asıl olanın varılacak olan yer değil, gidilen yol olduğunu hatırlatan bu sözler; sadece kazanmanın, hem de ne pahasına olursa olsun kazanmanın ölesiye kutsandığı Türk futboluna da atılmış sağlam bir tokattı.
“...Bir yoldan giderken bir tarafa, diyelim ki 30 derece açıyla bir yolun ayrıldığını görseniz ve daha sonra aynı tarafa bu kez daha geniş, diyelim ki 45 derece açıyla başka bir yol ve daha sonra 90 derece açıyla bir başka yol ayrılsa; orada, tüm yolların çıktığı ve çok sayıda insanın gitmeye değer bulduğu bir yerin olduğunu anlamaya ve sizin de gitmeniz gereken yol bu mu acaba diye merak etmeye başlarsınız.” (*)
Robert Pirsig’e ait olan bu sözler Türk futbolunda yıllardır “başka bir yol mümkün” diyen Şenol Güneş’i de çok iyi anlatmıyor mu? O başka yolu ne kadar sayıda insan gitmeye değer buluyor, tartışılır; ama Türk futbolu sonu uçurum olan duble yollarından tam gaz gidedursun, bu hastalıklı futbol ortamının içinde 2012’den beri kendisine başka bir istikamet arayan Beşiktaş, Güneş’in çizdiği o başka yolu çok sevdi ve o yoldan ilerlemeye devam ediyor. Mazisi boyunca Fenerbahçe ve Galatasaray’ın türevi değil antitezi olduğu zamanlarda muvaffak olabilmiş Beşiktaş’la Güneş’in yollarının kesişmesi ise kaderin bir cilvesi olsa gerek.
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Beşiktaşlılar, Yıldırım Demirören’in başkanlığındaki 8 yıllık karanlık dönem boyunca İnönü Stadı’nda hep arabesk şarkılar dinlediler. Feda dönemiyle başlayıp gelinen süreçte ise Vodafone Arena müdavimlerinin artık duymak istediği tek şarkı var: George Frideric Handel’in bestelediği o harikulade Şampiyonlar Ligi marşı. Ve o marş önümüzdeki sene de Dolmabahçe’de çalınacak.
(*) Robert M. Pirsig, Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, Ayrıntı Yayınları, 7. Basım, s. 298