04 Haziran 2017 06:27

Yurt dışına nasıl çıkamadım?

Dünyaca ünlü piyanist ve orkestra şefi İbrahim Yazıcı, KHK ile ihracı sonrası yurt dışına nasıl çıkamadığını anlattı.

Paylaş

İbrahim YAZICI
Piyanist

Aşağıda okuyacağınız öykü tamamen gerçektir. Memleketimizde Aziz Nesin gibi olabilmek için özel bir yeteneğe gerek olmadığının ispatıdır.

Can arkadaşım Şeniz Duru 2 Haziran 2017 Cuma günü Hollandalı nişanlısı ile Hollanda'da evlenmeye karar verip nikah şahitliğini benim yapmamı arzu ettiğinde çok mutlu olmuştum. Ama o sıralar KHK ile işimden atıldığım için kullanmakta olduğum yeşil pasaportumu da iade etmiştim ve iade esnasında bana normal bordo pasaport almamın da o aşama mümkün olmadığı söylendiğinden pasaportum yoktu. Ama KHK'nın üzerinden iki buçuk ay geçmiş, referandum yapılmış anlayacağınız memleketimizde her şey süt liman devam etmekteydi. Bu konuyu avukatıma danıştığımda kendisi de bana "siz bordo pasaport için baş vurun, şayet başvurunuz reddedilirse bununla ilgili dava açarız" dedi.

18 Nisan 2017 sabahı önce bankaya gidip 94 TL cüzdan bedeli, 573 TL 10 yıllık harç bedeli olmak üzere toplam 667 TL yi ödeyip dekontumu alıp Urla Pasaport Şubesine gittim. Görevli bayan memur son derece güler yüzlü bir şekilde benimle ilgilendi. “İbrahim bey, sizin pasaportunuz varmış zaten, neden yenisini alıyorsunuz ki" diye sorunca ben de kendisine tüm hikayemi anlattım. KHK ile atıldığımı bu nedenle pasaportumu da iade ettiğimi. O da görev bilinci olan her memur gibi önündeki ekrandan kontrolleri yaparak ‘hakkınızda devam eden bir soruşturma görünmüyor’ dedi. Ben de onayladım. “Hakkınızda yurt dışına çıkış yasağı da yok” dedi. Ben de evet öyle dedim. “Yani sistem benim yeni bir pasaport almama izin veriyor, değil mi?” diye sorunca “aynen öyle” diye cevapladı. Orada gerekli diğer formaliteleri de tamamladım. Güler yüzlü polis memuru “pasaportunuz bir hafta sonra adresinize teslim edilecek, hayırlı olsun” dedi. Ben de gayet memnun olarak evime döndüm.

Aynen dedikleri gibi 25 Nisan günü pasaportumu elime aldım. Belki kucağıma desem daha doğru olur, zira yıllardır çocuğu olmasını isteyip de bunu başaramamış çiftlerin yıllar sonra kucaklarına aldıkları biricik evlatları kadar değerliydi benim için.

Başta avukatım, ablam, Almanya'daki menajerim ve yakınlarım olmak üzere hemen bu sevinçli haberi paylaştım. Menajerim ve yeni asistanı neredeyse bir hafta içinde Almanya ve Slovenya'da konserler ayarladılar. Ben de artık bordo pasaportum olduğundan ve menajerlik bürom Almanya'da olduğundan Alman elçiliğinden vize başvurusunda bulundum. 25 Mayıs'ta  daha evvel almış olduğum iki ve üç yıllık uzun vizelere istinaden pasaportum da elverdiği için verebilecekleri en uzun vize olan beş yıllık vizeyi de verdiler. Tabi bunun için de 60 avro ödedim. Daha önce Schengen vizesi almış olanlar bilirler, kılı kırk yararlar, pasaportunuz incelenir, geçerli mi geçersiz mi, sahte mi değil mi. Bunu neden mi söylüyorum, hikayenin ilerisinde bu konuya da değineceğiz de ondan.

Artık uçak biletlerim otel rezervasyonum hazır, sevgili arkadaşımın mürüvvetini görmek ve akabinde oradaki menajerimle buluşmak için sabırsızlanıyorum. Normalde yurtdışı çıkışlarında iki saat önce alana gitmek lazım. Ne olur ne olmaz dedim, uçuşa iki buçuk saat kala oradayım. Şeniz'in kardeşi, annesi, babası ve yeğeni de aynı uçuştalar. Sırada önlü arkalıyız. Onlar benden az önce check-in kontrollerini yaptırıp içeriye doğru geçti. Pasaport kontrollerini de yaptılar. Ben de o sırada 15 liralık yurtdışı çıkış pulunu almadığımı fark edip hemen gidip onu aldım. Şehirden de döviz alamamıştım. Altı gün için 300 avro döviz de satın alarak göğsümü gere gere pasaport kuyruğuna geçtim. Yani nasıl gurur duymayayım, bunca badireyi atlatıp 10 yıllık pasaport ve 5 yıllık Schengen vizesi almışım. İster istemez üstüme kızına nihayet aradığı doktor damadı bulup evlendiren bir kaynana edası geldi. Baktım kuyruğun başında şöyle bir yazı var: “Yeşil pasaportla seyahat eden, KKTC'ye seyahat eden ve bir vize ile seyahat edecek yolcularımızın önce 1 ve 2 no'lu bankoya geçişleri rica olunur.” Derhal 1 ve 2 no'lu bankolara seyirttim ancak in cin top oynuyor. Biraz bekledim, baktım kimse yok, yeniden geçtim ana kuyruğa. Tam o sırada baktım, operadan sevgili arkadaşım Aytül Büyüksaraç'ın eşi Serdar benimle aynı sırada. Suratı asık. Hep güler yüzlü olmasına alıştığım Serdar beye "hayrola, ne oldu" dedim. “Malum, Aytül'ün yeşil pasaportu olmasından dolayı benim de var, OHAL dolayısıyla Aytül'ün çalıştığı kurumun da her çıkışı onaylaması gerek. Onayı vermişler ama kaşelenmemiş, şimdi kaşeli belgeyi fakslamalarını bekliyorum” dedi.

İki hoş beşten sonra sıra bana geldi. Memur beye pasaportumu, uçuş kartımı ve 15 liralık pulumu uzattım. Bakıp “Önce 1 numaralı vezneye uğramanız gerekiyordu” dedi. Ben de “Uğradım, azıcık da bekledim ama kimse yoktu, bu nedenle bu prosedür belki de geçerli değildir artık diye size geldim” dedim. “Buyrun geçin hemen bakarlar” dedi. “Oradaki işlemim bitince bu sıraya yeniden girmem gerekecek mi peki?” diye sordum. “Hayır, siz direk gelin işleminizi yaparız” dedi gayet kibarca. Sıralar birbirine karışmasın diye paralel şekilde bel hizasından çekilmiş şeritlerin altından adeta bir Surviver yarışmacısı edasıyla elimde kabin boyu bavulum, sırtımda çantam, diğer elimde de Hollanda'nın soğuk iklimine karşı aldığım mont ve kazağım eğilerek geçtim. İtiraf ediyorum, pilates hocam görse gurur duyardı, yaptığımız onca scuad çalışması boşa gitmemiş diye.

Bir numaralı kabinin önüne doğru gelince kabinin yine boş olduğunu gördüm ama yanında güler yüzlü bir memur var. “Bir numaraya siz mi bakıyorsunuz?” dedim. “Evet buyrun”, dedi. O içeri geçti ben kabinin önüne. “Az önce geldim boştu, o nedenle direk diğer kuyruğa gittim”, dedim. “Sabah saat sekizden beri arasız çalışıyorum, iki dakika ayaklarımı uzatmak için arkaya geçmiştim kusura bakmayın”, dedi. “Estağfurullah, bu kadar yoğun bir havaalanında daha çok çalışan olsa siz de vatandaş da daha rahat etmez mi? Haydi şu an çok yoğun bir saat değil ama sabah saatleri fena oluyordur”, dedim. “Malum, çok arkadaşımız çıkarıldı, kalanlarla işi götürmeye gayret ediyoruz” dedi. Bu arada pasaport ve vizemi kontrol edip “iyi yolculuklar”, dedi. Ben aynı Pilates hareketlerini bu kez sola doğru yaparak operadan gelemeyen faksını bekleyen Serdar beyin yanındaki yerime ulaştım. Birbirimize iyi yolculuklar diyerek ayrıldık.

Ben artık pasaport kontrolündeyim. Defalarca giriş çıkış yapmış biri olarak biliyorum az buçuk prosedür nasıl işliyor. Memur önce çipli pasaportu okuyucuda okutuyor, direk yolcu ile ilgili ekran açılıyor. Bu arada özel bir ışığa da tutup pasaportun gerçek olup olmadığına bakıyor. Ana ekranda yolcunun yurt dışına çıkışla alakalı bir kısıtlama olup olmadığı da yazılı olmalı. Çünkü ana ekrana bakıp tereddütsüz şekilde çıkış damgalarını pasaportuma ve uçuş kartıma bastı. Sonra “Siz pasaportunuzu mu kaybettiniz?” diye sordu. Ben de “Hayır” dedim. “Allah Allah burada zayi yazıyor. Bir saniye bekleteceğim”, dedi. Bir başka memuru aradı, o geldi. Bakıyorlar birbirlerine çözemiyorlar. Bana “İçeriye geçer misiniz” dediler. Geçtim. “Bekleyin lütfen” dediler. Beklediğim nokta pasaport kontrolünden geçilip X ray taraması için geçilen nokta. Yani bir nevi Araf.  Benimle bekleyen birkaç yolcu daha var. Hepsi işlerini birer ikişer  halletti. Vedalaştılar gittiler. Benden başka bir de elinde bastonu, taş çatlasa kırk yaşında gösteren ama sağlık durumundan dolayı yer hizmetlerinin sağladığı akülü tekerlekli arabadaki bey bekliyor. Aşağıdan bir sivil memur geldi, kulağı da iyi işitmeyen bu yolcuya kırık bir İngilizce ile duyabilsin diye sesini yükselterek soruyor: “Ailen nerede, nereye gidiyorsun?”. Cevap yok. Bu sefer çömelip iyice kulağına bağıra bağıra soruyor. Sorulan sorular ve verilen cevaplardan anlıyorum ki adam Suriyeli. Ailesi Adana'da ve sanırım ki sınır dışı ediliyor. Ben hala bekliyorum. Neden sonra bu kez içerideki memur bana “gelin” diyor. KKTC çıkışında pasaport yerine kullanılan sert kartların üzerine sorduklarının cevabını yazıyor. Bir ara “Beyefendi ben Kıbrıs'a gitmiyorum ki” desem diye düşünüyorum ama bunu dile getirmemeyi daha uygun buluyorum. “Adınız, soyadınız, adres, telefon, meslek”. “Orkestra şefi” diyorum. “Haaa belli, internete çok resminiz var” diyor. Karta sadece orkestra yazıyor. Bu arada nüfus cüzdanımı da istiyorlar veriyorum. Bir başka memur “Alana tek başınıza mı geldiniz” diye soruyor. “Evet” diyorum. “Ne için çıkış yapıyorsunuz, yani gezi mi?” “Hayır, en sevdiğim arkadaşımın düğününe katılmak üzere, hatta nikah şahidiyim” diyorum. “Neden yurt dışında evleniyorlar, yabancı mı?” diye soruyor. “Arkadaşım Türk ama damadımız Hollandalı” diyorum.

Hala bekliyorum. X ray cihazlarının öbür tarafında Şeniz'in kardeşi Burak eliyle soruyor ne oluyor diye. Omuzlarımı kafama çekip ellerimi açıp bilmiyorum manasında bakıyorum. Az sonra bir bey elinde bir A4 kağıt ile geliyor. Tutanak yazıyor üstünde.

....... nolu.....18.04.2017-18.04.2027 tarihleri arası geçerli  Umuma Mahsus Pasaportun İptal Kaydından dolayı........ Tanzim edildiği..... gönderilmek üzere muhafaza altına alındığına dair.........

“Lütfen imzalayın” diyor memur bey. Ben de herhalde KHK'nın çıkışından beri ilk defa biraz sinirlenmiş olarak imzalıyorum. Kalemi imza attığım satıhın üzerine biraz sinirlice atıyorum. “Bize sinirlenmeyin lütfen, bizimle alakalı değil” diyor memur bey. “Muhakkak ki sizinle alakası yok, ancak teknoloji çağında her türlü bilgim elinizdeyken pasaportumun iptali bana daha önce bildirebilirdi. Ben de bu kadar eziyete katlanmazdım” diyorum. Memurlardan biri iyi niyetli bir şekilde “Bu da damgalanan 15 TL’lik pulunuz, yani daha sonrasında kullanmak isterseniz yine geçerli olacak” diyor. “Sağ olun” diyorum. “Yanan uçak biletim ve bunca sıkıntının yanında pek önemi yok ya aslında” deyip yine de belge teşkil edebileceği düşüncesiyle alıp cüzdanıma koyuyorum. “Bu arada bu pasaport ne zaman iptal edilmiş” diye soruyorum. O sinirle Mayıs ayının 14’ü mü 16’sı mı dedi hatırlamıyorum. Ama pasaportum aldığım 18 Nisan sonrası neredeyse bir ay geçerliymiş. Üstüne üstlük Schengen sorgulamalarında bile pasaportun geçersiz olduğunun görünmemesi tam bir muamma. Zira Schengen başvurum 22 Mayıs.

İmzamı atar atmaz Burak'ı arıyorum. Olanları anlatıyorum. “Şeniz’ciğimi öp” diyorum benim için. Telefonda vedalaşıyoruz.

Girdiğim sıradan geri dönerken pek çok yolcu ne olduğunu anlıyor. "Nasıl olur İbrahim Bey, size bu nasıl yapılır" diyenler oluyor. “Bari vatandaşlıktan çıkarsalar da ne olduğumu bilsem” diyorum. “Madem bu kadar zarar veriyoruz hakikaten atsınlar biz de başımızın çaresine bakalım” deyip uzaklaşıyorum pasaport kuyruğundan. Tam o sırada yanıma gayet tanıdık bir bey geliyor. Bakıyorum Güzelbahçe Belediye Başkanı Mustafa İnce. “Ben de eşimi ve çocuğumu yolcu etmeye geldim. Malum biz de çıkamıyoruz” diyor her zamanki beyefendiliği ve nezaketi ile. Durumu azıcık anlatıyorum, “Geçecek inşallah” diyor. Vedalaşıyoruz. O ve yanındakiler dışarıya çıkıyor ben uçuş yaptığım havayolunun bilet kontuarına doğru gidiyorum. O sırada Şeniz’ciğim arıyor. Burak arayıp olanları anlatmış, çok üzgün haliyle. Nasıl bu kadarı olur diyor. Üzme canını geçecek inşallah diyor. Telefonu kapatıyoruz.

Telefonla konuşa konuşa geldiğim Sunexpress şirketi bilet satış yetkilisi beye durumu anlatıyorum. Orada duyan bir iki kişi de veryansın ediyor. Bu arada bereket versin ki uçuş direk bir uçuş ve bu rezilliği evimin olduğu İzmir havaalanında yaşıyorum. Ya bir de İstanbul aktarmalı gidiyor olsam.

Beyefendi bu uçuşla alakalı tüm hakkımın yandığını ancak dönüş biletimle ilgili bir kısım ödeme yapabileceğini söylüyor. Ben yine de belge teşkil etmesi için her iki biletimin de çıktısını alıyorum. 336 TL’lik gidiş biletim tamamen yanıyor 382 TL’lik dönüş biletimin 133 TL’lik kısmı tarafıma ödeniyor.

Alana gitmeden evvel Alsancak'ta buluşup kahve içtiğimiz sevgili arkadaşım Ceyda olanları Şeniz'den duyup hemen arıyor beni: “Çeşme'ye geldim, atla gel sen de” diyor. Yurt dışı çıkışımı merakla bekleyen sevgili dostum Zeynep Altıok'a ve avukatım Serkan Cengiz'e söz verdiğim gibi mesaj atıyorum. Herkes sırayla arıyor: Ablam, Avukatım, can dostum Fazıl... Hepsi elbet bir çözüm bulacağız diyor. Zeynep o sırada İlhan Cihaner'in yanında, ikisi birden uğraşmaya başlıyor daha o anda ne yapabiliriz, diye.

Üzerimde 15 derecelik Hollanda'ya uygun kıyafetlerim kalın spor ayakkabılarımla 30 derece sıcaklıkla gülümseyen Çeşme'ye Funda'nın eşsiz güzellikteki evine geliyorum. İçeri girer girmez “Durun, şu güzel manzaranın fotoğrafını çekmeliyim. Buz gibi Hollanda yerine beni güzel vatanımızın cennetten bir köşesine gelmemi sağlayanlara selam olsun” diyorum.

İnsanın arkadaşları dostları olması ne güzel. Bu yaz henüz İstanbulluların işgaline uğramamış Alaçatı'da güzel bir akşam yemeği yiyip sohbet ediyoruz.

Gece eve dönüyorum. Bir yandan da düşünüyorum, Aziz Nesin aslında o kadar da yetenekli miydi diyorum. Altın tepside sunulmuş adama malzeme. Eli kalem tutan herkes bu memlekette en az bir Kishon olur diye düşünerek uykuya dalıyorum.

ÖNCEKİ HABER

Ordu’da kıdem tazminatı ve iş güvencesi paneli

SONRAKİ HABER

Bir şehir ırkçılığa karşı ayağa kalktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa