Katar neden hedefe kondu?
Ali Karataş, Körfez ülkelerinin Katar’la diplomatik ilişkilerini kesme kararının perde arkasını ve etkilerini yazdı.
Ali KARATAŞ
Katar, bütün dünyanın gündeminde baş köşeye oturdu. Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’la diplomatik ilişkilerini kesti. Katarlı diplomatların iki gün, Katar vatandaşlarının 14 gün içinde ülkelerine dönmeleri istendi. Katar ile hava ve deniz sahaları da kapatıldı.
Yaşanan bu gelişmeden sonra diplomatik ilişkilerini kesen üç ülkenin daha ismi zikredildi; Libya, Yemen ve Maldivler. Yazımınızın konusu olmamakla beraber bu üç ülkenin aldıkları kararın pek de bir ehemmiyeti yok. Çünkü Libya’da üç hükümet ve onlarca milis grubu mevcut. Herhangi bir konuda karar alacak bir yapıdan söz etmek mümkün değil.
Yemen’de meşru sayılan hükümetin ülkenin yüzde 10’una bile hükmettiği şüpheli. İran’ın desteklediği Husiler ise ülkenin yüzde 80’nini kontrol ediyor. Maldivler ise Hint okyanusunda 1200 adadan oluşan bir devlet. Ne Körfez siyasetinde ne de dünya siyasetinde hükmü yok.
KRİZ NASIL PATLAK VERDİ?
Kriz, Suudi Arabistan İran’a karşı Riyad’da bir zirve düzenlemişken Katar Emiri Temim Bin Muhammed es Sani’nin askerlerin mezuniyet töreni esnasında verdiği bir demeçle patlak verdi. Katar Emiri, İran’ı kastederek “Bu düşmanlık akıllıca olmaz” dedi. Katar’dan pek de alışık olunmayan bir şekilde Hizbullah ve Hamas’ı “direniş hareketleri” olarak tanımladı. Bundan iki hafta önce düzenlenen Riyad zirvesiyle eş zamanlı olarak yapılan bu açıklamalar, baş konuğu ABD Başkanı Trump olan ve 50’den fazla ülke katıldığı zirvenin ruhuna tamamen aykırıydı.
Kriz adım adım tırmandı. Önce Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır en başta el Cezire olmak üzere Katar medyasının ülkelerindeki yayınlarını yasakladı. Bu arada Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdülrahman, Trump Riyad’dayken Bağdat’ta Kudüs Gücü Kuvvetleri Komutanı Kasım Süleymani ile buluştu. Akabinde Kral’a yakınlığıyla bilinen Suudi gazetesi el Riyad, altıncı darbeden ve Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad es Sani’nin devrilme ihtimalinden söz etti.
KATAR’A KARŞI ABD’DE KAMPANYA
Birleşik Arap Emirlikleri, uzunca bir süreden beri Washington’daki lobilerini harekete geçirerek Katar’ı “terörle ve terör örgütleriyle ilişkilendirme” faaliyetine girişmişti. Bunun için eski üst düzey ABD yetkilileri ve tanınan birçok yazar görevlendirildi.
ABD ve başka ülkelerde Katar karşıtı konferanslar düzenledi. BAE’nin lobileri Amerikan gazetelerinde Katar’ın terörist örgütlerle ilişkilerini konu alan 13 makale yayınlandı. Bu makalelerde ABD askeri güçlerinin al Udeid üssünden çekilip BAE ve Suudi Arabistan’a yerleşmesi talebi yer aldı. Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var; Suudi Arabistan’ın da, Katar’ın da Suriye’de desteklediği silahlı cihatçı gruplar hiç de birbirinden farklı değil. Katar, özellikle Mısır İhvanı’nı (Müslüman Kardeşler) destekleyerek teröre destek vermekle itham ediliyor. Lakin bu ithamı yapan ülkelerden birisi olan Suudi Arabistan da İhvan’ın Yemen kolu “Islah Partisi”ni açıkça desteklemektedir.
KRİZ NEDEN BÜYÜDÜ?
Arap basınında gelişmeleri Kral Selman Bin Abdulaziz’in, iktidarı aldığı Selefi Kral Abdullah’tan tamamen farklı olmasına bağlayan yorumlar mevcut. Kral Selman, kendi dönemini “Kararlılık Dönemi” olarak adlandırarak öncekilerden ayrılıyor. Yemen’de olduğu gibi hasımlarına karşı savaş kararı almaktan çekinmiyor. Lakin “Kriz neden bu kadar büyüdü?” sorusunun cevabı aslında Suriye krizi patlak verdiğinden bu yana yaşanan gelişmelerde saklı.
Altıncı yılını geride bırakan Suriye krizi sonrasında şunu söylemek kesinlikle mümkün; İran’ın ve dolayısıyla Rusya’nın; Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de etkinliği gözle görülür bir şekilde arttı. Lübnan’da iki yıl süren cumhurbaşkanlığı seçim krizinden sonra cumhurbaşkanlığına İran’a yakınlığı ile bilinen Mişel Aun seçildi.
Irak’ta; siyasi nüfuzunun yanı sıra eğitiminde İran’ın önemli bir görev üstlendiği ve sayıları yüz binleri bulan Haşdi Şabi milisleri Irak başbakanlığı bünyesinde resmi bir hüviyet kazandı. Suriye’de; Halep’in muhaliflerin elinden alınmasıyla birlikte denge, geri dönülmez bir şekilde İran’ın müttefiki Esad rejiminden yana döndü.
Suudi Arabistan ile 2 bin kilometre sınırı olan Yemen’de Suudi Arabistan’ın müttefikleri ile başlattığı ve üçüncü yılına giren “Kararlılık Fırtınası” operasyonuna rağmen ülkenin yüzde 80’nini hâlâ İran destekli Husiler kontrol ediyor.
Bütün bunların yanı sıra 2015 Temmuz’unda 5+1 ülkeleriyle (BM Güvenlik Konseyi üyeleri ve Almanya) imzaladığı nükleer anlaşma ile İran, kesinlikle kazanan taraf oldu.
Yaşanan bu gelişmeler, doğal gaz ve petrol zengini bölgede, ABD’yi ve yeni başkanı Trump’ı yeni hamleler atmaya zorladı. Trump, bu yılın Şubat ayında ‘balistik füze denemesi nedeniyle’ yaptığı açıklamada İran’a yönelik siyasetinin sertleşeceğini belli etti. İran’a karşı bir “Sünni blok” diğer adıyla “Arap NATO’su” inşa edilmesi için kolları sıvadı. Bu noktada, bu politikaya aykırı sesler çıkaran Mısır, Katar gibi ülkelerin de hizaya sokulması gerekiyordu.
AMMAN ZİRVESİ; SÜNNİ İTTİFAKIN KULUÇKASI
Ürdün’ün başkenti Amman’da gerçekleşen Arap Birliğinin 28. toplantısı “Sünni blok” ya da Arap NATO’sunun inşasında önemli bir dönemeç oldu. Zirve, yeni seçilen ABD Başkanı Trump’ın tarif ettiği şekilde İran’a karşı “Sünni İttifak” oluşturulmasının adımlarını attı.
Bu zirvenin en önemli sonucu Arap dünyasının kilit ülkesi Mısır’ın aldığı tutumdur. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, konuşmasında, “İran’ın nüfuzuna karşı şiddetle karşı koymak lazım” diyerek bu eksende yer alacağını açıkça ilan etti.
Filistin sorunu her zaman olduğu gibi altı yıllık bir yok sayılmadan sonra “yeni Sünni ittifaka örtü olması için” bu zirvede yeniden gündeme getirildi.
RUSYA’DAN KARŞI HAMLE
İran’dan Ürdün’deki zirveye karşı hamle aynı zaman içerisinde geldi. Amman’daki zirveyle eş zamanlı olarak İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Moskova’yı ziyaret etti. Ziyaret sırasında Putin’in, “İki ülke, ilişkilerinin düzeyini ilerletmek ve stratejik ortaklık düzeyine çıkarmak için büyük bir çaba içerisindedir” sözleri, bundan böyle Rusya’nın Ortadoğu’daki sorunlarda İran ile hareket edeceğinin işareti olarak değerlendirildi. Bu açıklama aynı zamanda İran’ı hedef alan Amman Zirvesine de Rusya tarafından verilen net bir cevaptı.
2014 BÜYÜKELÇİLER KRİZİ
Aslında daha öncede Katar ve Suudi Arabistan’ın arka bahçesi diyebileceğimiz ülkeler benzer bir kriz yaşamıştı. 2014 yılında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ani bir şekilde Katar’daki büyükelçilerini çekti. Ardından Mısır da kendi büyükelçisini Doha’ya göndermeyeceğini açıkladı. Bu adımın atılmasında Mısır’ın yaşadığı iç çalkantılar etkili oldu. Suudi Arabistan, zamanın Genelkurmay Başkanı Abdulfettah Sisi’nin 2013 Temmuzu’nda İhvan iktidarına karşı yaptığı darbeyi kutlayan ilk ülke oldu. Lakin Katar, Mısır’da darbeyle devrilen İhvan’ı desteklemeye devam etti. Birçok önderini başkenti Doha’da barındırdı. Katar’ın bu tutumu 6 Körfez ülkesinden oluşan Körfez İşbirliği Örgütü bünyesindeki ilişkileri gerdi ve 30 yıllık tarihinde ilk kez büyükelçiler çekildi. Fakat şu an yaşanan kriz, 2014 krizinden çok daha derin.
TÜRKİYE KRİZİN NERESİNDE?
Türkiye’nin diğer Körfez ülkelerinden farklı olarak Katar ile çok ciddi ekonomik ve siyasi ilişkileri olduğu kesin. Örneğin 2016’da, Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde iki ülke arasında yapılan anlaşmayla Katar’da bir askeri üs kurulması karara bağlanmıştı.
Fakat Türkiye’nin Ortadoğu’daki mevcut pozisyonuna bakıldığında özellikle uyguladığı Neo Osmanlıcı politika nedeniyle “ortağını” rahatlatabilmek için atabileceği hemen hiçbir adımı yok. Hem emperyal güçler olan ABD-Rusya açısından hem de bölge ülkeleri açısından daha önce görülmemiş bir “tecrit” dönemi yaşıyor.
KRİZDEN ÇIKARILACAK SONUÇLAR
Bu krizden çıkarılacak ilk sonuç; ABD’nin artan İran-Rusya etkisine karşı doğalgaz ve petrol zengini bölgeyi yeniden dizayn etmeye karar verdiğidir. ABD Başkanı Trump, bu dizaynı imzaladığı anlaşmaların meblağı 380 milyar doları bulan Körfez’in en etkili ve büyük ülkesi Suudi Arabistan’la yapmaya karar vermiştir.
İkincisi; Körfez ülkesi Katar, sahip olduğu “medya ve para gücüyle”, Mısır ve Suriye’de olduğu gibi bölgenin bütün krizlerinde “boyundan büyük işlere” kalkıştı. Katar’a bu süreçte “boyunun ölçüsü” hatırlatıldı.
Üçüncüsü; emperyalistler ve onların bölgedeki uzantılarının nüfuz savaşının devam ettiği petrol ve doğalgaz zengini “Ortadoğu ve Kuzey Afrika” yeni sürprizlere gebe.
Enerji ve enerji yollarının kontrolünün önemi devam ettiği müddetçe önümüzdeki süreçte bloklaşmalara yeni katılımlar ve eksilmeler ve yeni hamleler göreceğiz.
Bölgenin şekillenmesinde en önemli ve ünlü anlaşma olan Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra yaşananlara bakıldığında, “emperyal güçlerin bölgeden elini çekmesinin önemi” daha iyi anlaşılıyor.