Sevgili Acun Karadağ öğretmenim
Ayşegül Tözeren, Caddesini ‘işimi geri istiyorum’ diyerek direniş alanına çevirenlerden tarih öğretmeni Acun Karadağ’a mektup yazdı.
Ayşegül TÖZEREN
Size bu mektubu yazdığım sıralarda öğrencilerinize karne dağıtılıyor olacak. Ama siz yanlarında olamayacaksınız, demek içimden gelmiyor. Belki de olacaksınız orada… Emek, özgürlük, dürüstlük gibi sözcüklerin anlamlarını sol yanlarına nakış gibi işlemişsinizdir siz öğretmenim… Başını şefkatle okşayan, kalemi nasıl tutman gerektiğini elini avucunun içine alıp öğreten, yanaklarını al al görse ateşin mi çıktı senin diye endişelenen öğretmenler, öğretmenlerimiz hiç unutulur mu?
Öğretmenim,
Kızınız İpek, sosyal medya hesabında paylaşmış, “Saran seven ellerini yorgun kalbini öperim” diye başlamış sözlerine, en üstüne de not düşmüş: “İyi ki kızın oldun annem…” Ben de kızınız gibi bir öğretmen anne tarafından büyütüldüm. Zümre toplantılarına, kurul toplantılarına mı getirmek zorunda kalmamış beni daha bebekken… Öğretmenler odası anım çoktur. Okuldan çıktıktan sonra, evden çok annemin okuluna gider, onu orada beklerdim. En uzun da nöbeti olduğu günler… Sonra en güzel sokaklardan annemle eve doğru yürürdük. Annemden öğrendim galiba ben de sokakların güzel olduğunu…
Yalnız büyütmüşsünüz kızınızı Acun öğretmenim… Bunu da tecrübe ettim. Bir ayın sonunu bulsa maaşlar, diğer ay bulmazdı. Ama anne kız arasında bir hal çaresi hep bulunurdu. Annemi neden bilmiyorum okulun en haylazları, en uyumsuzları severdi. Belki sizi de öyledir… Liseyi bitirdikleri yıl bir grup öğrencisi evi boyamaya bile kalkmıştı. Tabii sonunda en çok kendilerini… Her meslek sevildiği takdirde yapılır muhakkak… Ama öğretmenliği sevmek de çok kolay değil bence… Zorunlu hizmet, her tayin döneminde beni nereye atayacaklar korkusu, velilerin aşırı beklentileri, ayakta geçen nöbet günleri, dersler, gecelerce okunan sınavlar, doldurulan formlar, karşılığında karşılığı olmayan bir ücret… Siz mesleğinizi seviyordunuz belli ki… Öğrencilerinizin gözündeki ışığa bakan öğretmenlerdendiniz.
Bundan dokuz yıl önce siz de öğretmenlerinize bir mektup yazmışsınız Acun öğretmenim. BirGün gazetesinde yayınlanmış. Okudum: “Ama öğretmenim ben senden çok şey hatırlıyordum 12 Eylül öncesine dair. Emekçi çocuklarının toplandığı sınıfında, evlenmeyi düşünmeden kendini onlara (bize) adayışını. İnsanlık değerlerini nasıl aşıladığını, gazeteden kâğıtlarından kitap kapladığımızda, yan sınıftaki bürokrat çocuklarının parlak kaplıklarından daha değerli olduğunu söyleyerek, israfın yoksullara karşı bencillik olduğu düşüncesini oluşturduğunu… Bunları kimse unutturamadı öğretmenim. Kişiliğime kazımıştın çünkü.” Nesrin öğretmeniniz için kaleme almışsınız bu satırları… Edip Cansever der ya, “karanfil elden ele…” Galiba öğretmenlik de şairin dizesindeki gibi. Öyle olmasa ihraç edildikten sonra okulunuzun önüne gidip, “Ben sınıfımı TEOG’a çok iyi hazırladım. En azından çocuklar burada sorularını sorsunlar” der miydiniz? Rıfat Ilgaz’ın ünlü Hababam Sınıfı romanının sinemaya uyarlamasında Mahmut Hoca öğrencilerine cevap verir ya, “Okul sadece dört duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir.”
Mahmut Hoca gibi öğretmenler öğrencilerini çocuklarından ayrı tutmayanlardandır. Sizin de aklınız belli ki öğrencilerinizden öte, okuldaki “çocuklarınızda…” Ben de sizi düşünüyorum öğretmenim… Sizi tanımıyor olsam da… bir insan masumiyetine inanmasa bu kadar mücadele eder mi diye… Şimdilerde evinizde dinleniyormuşsunuz, yirmi yılı aşkın süredir öğretmenlikten, yaşamdan yıpranan bedeniniz, son günlerde yaşadıklarınızdan, maruz kaldıklarınızdan daha yorgun düşmüş belli ki.
Ama erdem, Cansever’in karanfili gibi elden ele sürer gider… İşte, sanatta, edebiyatta… her yerde… Sennur Sezer’in “Sabah sokakları saran ekmek kokusunun mayalanışındaki uykusuzluk payı yazılmalı,” sözünü hatırlar mısınız… Sezer anısına Emek Direniş Öykü ve Şiir yarışması her yıl düzenleniyor. Bu yıl öykü ödülünü emeğiyle yaşama tutunan gencecik bir kadın aldı, Şeyma Koç… Sennur Sezer’in satırları arasında yetişmiş bir öğrenciydi sanki… İyi ve güzel olanın süreceğine dair umudum güçlendi.
Bu günlerde neden bilmiyorum şiir ve edebiyatın Sennur ablasının bir şiirini hatırlıyorum en çok, sizinle de paylaşmak isterim:
“… Siz pek bilemezsiniz sanırım
İnsan hep aynıdır,
Önce küser mavisiz ve ekmeksiz
Sonra kızar işsizliğe ve ölülere
Yaşamağa mecbur değildir elbet
Ama yaşamağa mecbur olmasa bile
Yaşatmalıdır çocuklarını
İnsan düşünmeye başlar…”
İnsan düşünmeye başlıyor öğretmenim… Mavilikte, ekmeksizlikte ve işsizlikte… Sizi daha fazla yormadan mektubuma son vermeliyim, biliyorum. Kızınız İpek’i benim için gözlerinden öpün ve kalbinize iyi bakın. Orada öğrencileriniz… Pardon, çocuklarınız var!