İnsanları sevmelisin
Şafak Akdeniz, Erich Remarque’nin 'İnsanları Sevmelisin' kitabından ilham alarak Suriyeli sığınmacıların yaşadığı zorluklara değiniyor.
Şafak AKDENİZ
Biraz sonra yargıç: “Size bir şey sormak istiyorum dedi. Konumuzla doğrudan doğruya ilgili değil ama yine de sormak istiyorum. Herhangi bir şeye hâlâ inanmakta mısınız ?” “Oh evet. Kutsal bencilliğe inanıyorum. Katı kalpliliğe! Yalana! Ve insan yüreğindeki umursamazlığa inanıyorum.” Ercüment Akdeniz’in Sığınamayanlar adlı çalışmasını okuduktan sonra aklıma Erich Remarque’nin “İnsanları Sevmelisin” kitabı gelmişti. Yazının girişinde okuduğunuz paragraftaki diyalog da bu kitaptan bir alıntı, yıllar öncesinin hikayesinden bir diyalog. Peki bu soruyu bir Suriyeli mülteciye yöneltsek aynı cevabı almaz mıyız sizce de? Roman faşizmden kaçıp Avusturya, Çekoslovakya, İsviçre ve Fransa sınırlarında hayatta kalma mücadelesi veren Yahudileri anlatıyor. Romanın kahramanı Ludwig Kern, 14 gün oturma izni aldığı Prag’ta ilk iş olarak bir polis memuruna saati soruyor. Bazen birilerine gönül rahatlığıyla saati sormak, korkuların olmadan bir yüze bakmak tok karınla yatağa girmekten daha çok huzur verebiliyor bir sığınmacıysan.
ALDATANLAR
Vogt büyük bir parkın içinde,saraya benzer binayı gösteriyordu. Koca bina, iyi geçen bir hayatın ve güvenliğin sarayıymış gibi, güneşin altında pırıl pırıl yanıyordu. Görkemli park sonbahar yapraklarının kızıl ve altın renklerinin ışıltısı içindeydi. Kern “Ne güzel” dedi. “Görünüşe göre İsviçre’nin imparatoru burada yaşıyor olsa gerek.” Buranın nere olduğunu biliyor musun Kern, hayır dercesine başını salladı. Vogt hüzün ve alay dolu bir sesle “Burası Milletler Cemiyeti Sarayı’dır.Vogt başını eğdi” Yıllardan beri alın yazımız üzerinde tartışılan yer işte burası. Bize kimlik belgesi verip vermemeyi, bizi yeniden insan yapıp yapmamayı hâlâ görüşüyorlar.” İşte koruma orduları, araba filoları, lüks otellerde G20 zirvesinde konuşulan mülteci sorunu eski bir iki yüzlülüğün farklı boyutundan başka bir şey değil.
TEKMESİNİ YERE DÜŞENE SAVURANLAR
Klasmann “Son haftalarda buradaki işler büsbütün kötüye sardı, dedi. Ne zaman Almanya’da komşu ülkeleri sinirlendirecek bir şey olsa, bunun cezasını herkesten önce mülteciler çeker.
Buradakiler için de öte taraftakiler için de bütün suçun daima yükleneceği yer daima mülteciler olur.” Bu paragrafta Davutoğlu’nun “Sıkı Kayseri pazarlığı” tümcesinin çirkinliği, Türkiye’deki işsizlik, yoksulluk sorunlarının kaynağının mülteciler olduğu safsatası her şey mevcut misal, yıllar öncesinde kaleme alınmış bir kitapta bugünümüz yazılı.
İnsanlara karşı işlenmiş bütün suçlarda kişiler: “Elden ne gelir ki, o şartlarda başka bir şey yapamazdım ki, savaş bu,öldürmesem ölecektim, ben gerekeni yaptım.” diye kendilerini aldatıyorlar. Aslında sevmemiz gereken insanları öldürüyoruz. Bu acı yaşantılara bizleri sürükleyen yöneticiler ise”, Toplum adına, toplumun daha mutlu gümleri adına” diyorlar ve bu aldatılış yüzyıllardır sürüp gidiyor.Uygarlığın tarihi onu yaratmış olanların ıstıraplarının da tarihidir.
Kern sakin bir sesle, “Daha hepsi bitmedi” diye karşılık verdi.” Ben iyiliğe de inanıyorum. Arkadaşlığa, aşka, başkalarına yardım etmeğe de. Hayatta bunları da görüp tanıdım. Belki de işleri yolunda giden birisinden çok daha iyi bir şekilde tanıdım.”