18 Haziran 2017 00:39

Ev-Hapis-Evsizlik-Hepsi

Cemal Salman, ajanslarda yer alan 'Uyuşturucu kullanmak ve satmakla suçlanan 31 yaşındaki Barış Alkan’a ‘ev hapsi’ cezası verildi' haberini yazdı.

Paylaş

Cemal SALMAN

Pencere açıksa, “dışarıdan” belli belirsiz ama sessizlikte kulak ve kafa yoran bir atölye uğultusu ve uzaktan ara ara matkap sesi geliyor. Matkap sesi bina içinden de olabilir; çünkü kaygılı apartman sakinleri “daha güvenli” bir apartman hayatımız olsun diye merdiven başlarına küçük “güvenlik kameraları” takacak iki gençle anlaşmışlar. Pencereyi kapatınca, “içeride” olmanın sıkıntıları başlıyor bu kez. Haziran ortasının kararsız İstanbul sıcağı. Dört duvara sıkışmış nem ve loşluk. Ev. Oda. Masa. Ses ve sessizlik. Serinlik ve sıcak. Beni, içeride dışarının bütün “tehditlerinden” koruyan şu duvar ve pencere mi? Öyle ya… Şu anda dışarıda deli bir kasırga da olabilirdi. Şimşek, sağanak, tipi, toz, vahşi hayvanlar, kendi halimde varlığıma göz dikmiş hırsızlar, haydutlar, çıplaklığımı gözetlemek isteyen hınzırlar, gizli konuşmalarımı duymak isteyen muhbirler… İyi ki duvarlar, iyi ki kapı-pencere, iyi ki ev mi var?

Gazete ve internet sayfalarına düşen bir haberin zihnime ilk düşürdüğü sorular bunlar.Özeti yapılamayacak kadar kısa bu haberin başlıkları değişken ama içeriği aynı: “Uyuşturucu kullanmak ve satmakla suçlanan 31 yaşındaki Barış Alkan’a ‘ev hapsi’ cezası verildi.” Bu kadar. Haberciler ve okur açısından “haber değeri” taşıyan ne? Barış Alkan evsiz. Ve “cezasını”, “mahkeme kararında adres bilgisi olarak yer alan Söğütlüçeşme Metrobüs Durakları arkasında bulunan metal levhalarla çevrili boş alanda” çekiyor. Kimileri için trajik, kimileri için absürt-komik, kimi için muhtemelen trajikomik bir “hukuk muamelesi.” Sadece o kadar mı? Şimdi bu “korunaklı” köşesinde odanın ve evin, neresinden tutabilirim bu haberi? “Odam ve evim” deseydim, anlatacaklarım değişir miydi?

Bu haber, bir haber sitesinde Kafka öykülerine gönderme yapılan bir başlıkla verilmiş. Demek edebiyata kapı aralayabilir. Buradan bir öykü karakteri ve kalıcı bir öykü yaratılabilir. Kafka; hukuk, otorite, iktidar ilişkileri içinde bireyin var oluşu, özgürlüğü gibi meselelerde akla ilk gelen yazarlardan. Öyleyse biraz hukuk içinden de bakılabilir meseleye. Fakat sanığın avukatı dahi şaşkın karara; demek hukuk bir yerde çıkmaz sokak. Peki ya felsefe? Mülkiyet? Toplum? Ev ya da evsizlik, hepsiyle kesişmez mi?

Mekân üzerine okuyup yazanların pek seveceği bir noktadan bağlayalım. Lirik-romantik klasiklerden Hölderlin, bir şiirinde şöyle seslenir: “İnsan yeryüzünde şairane mukimdir.” Bu dizenin türlü aforizmalarda, edebi internet sayfalarında, muhafazakâr gazete köşelerinde, derin felsefi metinlerde türlü türlü çevirisine denk gelirsiniz. Ya baştan savma alıntılanmış ya şiirsellikten sıyrılıp çevrilmiş. Şairane ikamet eder, ozanca oturur, şairler gibi yaşar, oturuşu şiirseldir, şairane konaklar… Ara ki karşılığını bulasın. Tam da fiilin bizi çağırdığı yerden: İkamet, konaklamak, oturmak, barınmak… Hangisi evi ya da herhangi bir barınağı anlamlı kılar? 

Bir şair, şiir eleştirmeni ya da fenomenolog olsaydık, sanırım işimiz daha kolaydı. Bachelard gibi poetik bir dille sadece bir barınak değil aynı zamanda bir “korunak” olarak evin düşselliğini, hülyasını, yüklendiği anıları bir bütünleştirici güç, bütünleşmeme ilkesinin bağlayıcı ilkesi olarak görebilirdik. Ve onun gibi, bize de “…evin en değerli lütfu nedir diye sorulsa, şöyle cevaplardık: ev, düşlemeyi barındırır, düşleyeni korur; ev, huzur içinde düş kurmamızı sağlar.” Sadece bu mu? Elbette değil. “Ev, insan yaşamındaki olumsallıkları savuşturur, süreklilik yönünde verdiği öğütleri çoğaltır. Ev olmasa, insan dağılmış bir varlık olurdu. Ev, insanı gökten inen fırtınalara karşı koruduğu gibi, yaşamdaki fırtınalara karşı da ayakta tutar. Ev hem beden hem ruhtur. İnsan varlığının ilk dünyasıdır. … Ev, insana istikrarlı olması için nedenler ya da yanılsamalar sunan bir hayaller yekünüdür.” 1 Bu “ilk dünya, ilk evren, kozmos”, istikrar ve güven yuvası, şairane anlatımda ne çok yeri dolmaz karşılık buluyor. Narlı, şiirle mekânilişkisini incelediği eserinin Bachelard’a selamla başladığı “ev-oda” bölümünde, şiirin kapısını çalmadan önce insanın evle kurduğu bağın köklerini arar. Ona göre de “insanla ev arasında kopmaz bir sevgi ve bağ” oluşturan şey,  “Evin güvenlik, koruma, mesafe koyma gibi somut işlevleri; hafıza oluşturma, düş kurdurma, kültürel kimlik ve kişilik oluşturma gibi soyut işlevleri(dir)”. 2 Barınma, güvenlik, düş, koruma, hayal, istikrar, hafıza, aidiyet ve bütün bunlardan mahrum olma hali. Evin dört duvarının çizdiği sınır, bir tür var olma-olmama ekseni mi? Neden olmasın. Zira “ev yıkanın evi olmaz” diyen “kültürde” evin neyin temsil ettiğini gayet iyi bilen Narlı için de “… ‘Evsiz barksız olmak’, evrenin içinde bir yer edinememek, kendini var kılamamak ve üretememektir. Böyle bir insan için dünya anlamsız ve korku vericidir. ‘Evde olmak’, aklı ve ruhu yanında olmak, bilinci faal olmak demektir.” 3

DÜNYA GENELİNDE EVSİZ İNSAN SAYISI 100 MİLYONDAN FAZLA

Konuya ilişkin çalışmalarda ya da uluslararası raporlarda “evsizlik”, iki boyutuyla tanımlanıyor. İlki, doğrudan fiziki bir barınaktan yoksunluk anlamında evsiz olmak, yatacak-sığınacak bir yeri olmamak, sokakta ya da “dışarıda”  kalmak. İkincisi, toplumsal olarak bir yere ait olmamak, sosyal ilişkilerden kopmak, kimlik ve sosyal ağ yoksunluğu. 4 Her iki durumda da evsizlerin toplumun çoğunluğu ve çoğu zaman devletler-otoriteler tarafından ayrımcılığa uğradığı; dışlanmaya, damgalamaya, suçlulaştırmaya, marjinalleştirmeye maruz bırakıldığı malum. Dünyada bu tanıma giren evsizlerin sayısını tam olarak tespit etmek güç. Bu konuda yapılmış son geniş çaplı araştırmanın tarihi 2005. Birleşmiş Milletler’in bu araştırmasına göre, 12 yıl önce dünya genelinde evsiz insan sayısı 100 milyondan, barınma koşulları yetersiz insan sayısı ise 1.6 milyar kişiden fazla idi. Bugün bu rakamların katlandığını tahmin etmek zor değil. OECD’nin 2017 Şubat’ında yayımladığı bir raporda, 22 “gelişmiş” ülkede 2 milyona yakın evsiz olduğu görünüyor.5 Sadece ABD’de 600 bine yakın evsiz var. Türkiye için kapsamlı bir araştırma göremedim ama birkaç çalışma ve dernek araştırmasından Türkiye’deki evsizlerin sayısının da toplamda 100 binden aşağı olmadığı görülüyor. Buna muhtemelen Suriye’den gelen yoğun göç dalgasıyla eklenenler dâhil değil. 

Rakamlar tek başına bir şey söylemiyor evet; ama onlarsız da edebi cümleler boşlukta sallanıyor. 1970’lerden bugüne “işgal-evcilik” hareketinin hem tarihçesini hem çeşitli pratik örneklerini anlatan Kent Bizim’inİlksöz’üneKatsiaficas 6, “Daha hiç kimse ‘% 99’dan bahsetmiyorken Avrupa’da işgal-evciler hepimize ait olanı geri alıyordu –evlerimizi.” diye başlar ve “toplumun üçte ikisi tarafından dışlananların” oluşturduğu bu sosyal hareketlerin hikâyesine davet eder bizi. Gezi zamanlarından o duvar yazısını hatırlatmıyor mu size de: “Semt bizim, ev kira.” Evsizliğin, haydi genişletelim, mülksüzlüğün ya da tersinden, herkesin olan mülklere bazıları tarafından fazlaca el konulunca dünyada başını sokacak bir çatı bulamayanların çağrısı da aynı kapıya çıkmaz mı? “Sonuçta, bu gezegende yaşayan her insan başının üstünde bir çatı ve zamanını, parasını ve enerjisini daha önemli başka şeylere harcamak istiyor.” diyor Geronimo, gene Kent Bizim’de, Almanya’da bir protestoya “çakıl taşlarını yeniden pay edelim” pankartıyla giden işgal-evcileri selamlayarak. 7 Hazır mülksüzlük, evsizlik ve sığınak demişken, Adorno’nun çok bilinen “Yanlış yaşam, doğru yaşanmaz.” aforizmasıyla bitirdiği “Evsizlere Sığınak” pasajındaki paradoksa değinmeden geçmemeli: Bir yandan tüketim mallarının bu kadar bollaştığı bir zamanda kimsenin bunları kısıtlamaya, özel mülke hakkı olmadığını ama yine de o bağımlılık ve ihtiyaç ilişkisine düşmemek için dahi olsa kişinin bir şeylere sahip olmak zorunda olduğunu göstermeye çalışmak; öte yandan rahatsız bir vicdanla sahip olduğu şeylere tutunmak istemek. Böyle bir oyun içinde, bugün de “Kendi evimizi ev olarak görmemek, orada kendimizi ‘evimizde’ hissetmemek, ahlakın bir parçasıdır.” 8 diyebilecek durumda mıyız?

Şimdi yeniden dönüp bakalım o “evsizin ev hapsi” haberine. Yazarlar, şairler ve felsefeciler dünyasının ev ya da barınak güzellemelerini nasıl, nereye koyacağız? Barış Alkan ya da başkaca bir evsiz için, ki bir başka düzlemde yurtsuzdur da, güven, düş, hafıza, anı, aidiyet ve sair kavramların sınırı nerede başlar, nerede biter? Yine Bachelard’ın, bir başka bölümdeki tartışmasına gidersek, mekânın ve bir mekânla çevrelenmiş insanın sınırlarını çizen nedir? Varsa mesela bir kapı, pencere ya da eşik; içeri ile dışarıyı ne ayırır? Bachelard’ınJules Supervielle’denimrenerek alıntıladığı gibi, “hapishane dışarıda” mıdır “içeride mi”? Bir de somut haberin içinden soralım: Barış Alkan için ev ve hapis neresidir? Alkan’ın haber sayfalarında yer alan fotoğrafları, tam da şu dizeler yerini bulsun diye çekilmiş sanki: “Taştan dört duvar arasına/Hapsolmuş bakış” 9

Hapis de bir “hane” ise, hane bildiğimiz ev ise, “Öztürkçeci” buna “Tutuk-evi” derken, gene bir evi hapse dönüştürmüşse… Dahası hiç duvarı, penceresi, demiri, kapısı olmadan da gördüğümüz gibi pekâlâ hapis ve hapsolmak mümkünse… Söyle bakalım “evin” bir köşesinde bu satırları yazan yazar ve sabredip yazının sonunu bulan okuyucu: 
Ev mi hapis, evsizlik mi? Taştan dört duvar arasına hapsolan, Barış mı bizler miyiz? Taşsız duvarsız bu koca hapiste, hangimiz tutsağız, hangimiz özgür?

1 Bachelard, Mekânın Poetikası, İthaki, 2013, s. 36-37.
2 Mehmet Narlı, Şiir ve Mekan, Akçağ, 2. Bs, 2014,  s. 72
3 Narlı, a.g.e., s. 73
4 United Nations, Human Right Council Report, A/HRC/31/54, s. 4-8
5 OECD AffordableHousing Database, 2017.
6 Kent Bizim, Der. Steen, Katzeff ve Hoogenjuije, Çev. Ahmet A. Sabancı, Kafka, 2016.
7 Kent Bizim, s. 27.
8 Adorno, MinimaMoralia, Metis, 6. Bs., 2009, s. 43.
9 ChristianeBarucoa, Anteè, Chairs de Rochefort, s. 5’ten aktaran, Bachelard, a.g.e., s. 66.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Onuruma dokunamazsın!

SONRAKİ HABER

Saramago’yu anarak...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa