Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır
Nâzım Hikmet’i bize bu kadar yakın yapan sebep her zaman halkın arasında olmasıdır herhalde.
Dilan ORTAKÇI
Ankara
“Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır. ”
Mânâsı derin olan bu cümle, şair Pablo Neruda’nın yaşamını anlatan “Il Postino” isimli bir filmde Neruda’nın mektuplarını taşıyan bir postacı tarafından şaire söyleniyordu. Filmde postacının da tüm samimiyetiyle ifade ettiği gibi şiir, insanlar ile öyle bir bağ kuruyor ki doğunca ilhamların arasından kalkıveriyor şairlerin masasından. Herkesin oluyor ama en çok ihtiyacı olana bağlanıyor.
“Peki böylesi bir durumda şair kimdir?” sorusu akla geliyor. Belki bu soruya yanıt olarak duyguların yağacak kıvamını yakalayıp söze dökene, Sait Faik misali yazmasa delirecek olan kişiye veyahut okuyucu ile şiiri birbirine kavuşturana şair diyebiliriz. Bir şair için böylesi bir sorumluluk da kolay değildir elbette. Hele de ihtiyaçlaşan şiirleri yazabilmek hiç kolay değildir.
HİKÂYEMİZİ ANLATAN ŞAİR
Nâzım Hikmet, tam da bahsettiğimiz bu şair profili oluşturmuş, yaşadığımız toprakların ulu çınarlarındandır. Aşkın, umudun, acının, emeğin, mücadelenin kısaca hayatın anlamını şiirlerinde konu etmiş bu şair; yıllarca kalbimizden, aklımızdan geçenleri bize anlatmış. Yazdıkları şiirler bizim olmuş. Onun kaleminden çıkanlar yüreklere o denli mıhlanmış ki 3 Haziran 1963’ten bu yana yarım asırı aşkın vakit geçmiş olsa dahi şiirler hâlâ taze.
Nâzım’ı kimimiz sevdalıyken ya yaraları saran ya da coşku ile duygularımızı anlamlandıran olarak bildi. Kimilerimiz acının, sürgünün, yalnızlığın soğukluğunu okudu dizelerde. Kimilerimiz adaletsizliğin, eşitsizliğin, sömürünün karşısında dimdik dururken en gür sesle bağırdı dizeleri. Kimilerimiz de grevlerde tulumuyla umudu temsil ederken yazdı bir pankarta Nâzım’ın mısralarını.
DİRENİŞİN ŞAİRİ
Nâzım Hikmet’i bize bu kadar yakın yapan sebep her zaman halkın arasında olmasıdır herhalde. Halkın yaşadıklarına, duygularına, düşüncelerine hiçbir zaman kör, sağır, dilsiz kalmamıştır. Ezilenleri, hor görülenleri unutmamıştır. Umudu anlatmıştır kitlelere, yeni bir yaşamın mümkün olduğunu da. Eşit ve özgür dünyayı sadece şiirlerinde kullanmamıştır, kurmak için işçilerle, emekçilerle kol kola mücadele de etmiştir. İşte tam da bu yüzden işçiler, emekçiler unutmaz onun sanatını, sanatçılığı ve sahiplenir şiirlerini. Her sene 1 mayıslarda, grev çadırlarında, direniş alanlarında dolaşır Nâzım’ın dizeleri.
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; / korkak, cesur, cahil hakim ve çocukturlar / ve kahreden / yaratan ki onlardır, / destanımızda yalnız onların maceraları vardır.” mısralarıyla yalnızca ezilenlerin destanını yazdığını söyleyen Nâzım, o dönem devlet yöneticileri tarafından susturulmaya, cezalandırılmaya çalışılmıştı. Oysa birileri unutuyor ki “bin kez korkuya boğdular zamanı /bin kez ölümlediler/ yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.”* Tam da bu sebepten, Nâzım’ı susturmaya çalışsalar da şiirler susmadı yüreklerde.
Nâzım’ın ölümünün ardından tam 7 yıl sonra Nâzım’ın şiirlerce anlattığı umut tulumuyla ülkemizde dolaşmaya başladı. Tarihler 15-16 Haziran’ı gösteriyordu. İşçiler devlet tekelinde büyütülmeye çalışılan sendikal bürokrasiye karşı yüz binler olarak sokaklarda haklarını savundular. Nasırlı eller şartelleri indirmişti, dillerde ise Nâzım’ın dizeleri. Hani demişti ya postacı “Şiir ihtiyacı olanındır. ”diye, işçiler de bunu gösterdiler şiirden korkan takım elbiselilere.
Şimdilerde de söyleniyor Nâzım’ın direniş türküleri. En gür sesimizle karanlığı yırtmak için söylüyoruz: “Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet...”
*Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek/Adnan YÜCEL