Facebook davasında ‘Şer’i mütalaa’
Avukat Tugay Bek, sosyal medya kullandıkları gerekçesiyle 12 kişi hakkında verilen 'ağır' cezaya ilişkin yazdı.
Tugay BEK
Avukat
“Hukuk, bir ülkedeki egemen ideoloji bazında şekillenen bir disiplindir” demiş Alman Hukukçu Prof. Dr. Eberhard Schilken. Hukuka ilişkin bu tespite tüm yargılamalarda bir yönü ile tanıklık etmek mümkündür. Ancak içinden geçtiğimiz bu süreçte kimi tipik yargılamalar bu gerçeği hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir netlikte gözler önüne sermekte. Sosyal medya hesabı üzerinden yasadışı örgütün propagandasını yapmak suçundan Adana’da 11 Ağır Ceza Mahkemesi’nde 12 kişinin yargılandığı dava süreci ve verilen karar da hukuk, siyaset ve ideoloji ilişkisini gözler önüne sermektedir.
Hatılanacağı üzere; aralarında bağ ve ilişki olmayan 12 sosyal medya kullanıcısı bir sabah vakti gözaltına alınmış ve bunlardan bir kısmı tutuklanmıştı. 14 Haziran günü mahkeme iki sanık hakkında beraat, üç sanık hakkında 6 yıl 9’ar ay, yedi sanık hakkında ise 4 yıl 6’şar ay hapis cezası verdi. Toplamda 48 yıl 9 ay hapis cezası verilen bu dava, sosyal medya üzerinden örgüt propagandası yapmak suçu yönünden bildiğimiz kadarı ile şimdiye kadarki en ağır cezaydı. Mahkeme kanunun müsade ettiği ölçüde mümkün olan en üst sınırdan ceza vermiş oldu. Yıllarca örgüt üyesi olarak kırsal alanda bulunmak iddiası ile yasadışı örgüte üye olmak suçundan yargılanan pek çok kişi dahi yargılama neticesinden bu cezanın altına bir ceza alabilmekteyken, sosyal medya kullanımına yönelik bu ölçüde ağır bir yaptırım uygulanmasının, içinden geçtiğimiz süreçle doğrudan bir ilişkisi var elbette. Yazılı ve görsel basını büyük oranda ele geçiren siyasi iktidar, sosyal medya alanınında da tam bir denetim sağlayıp istediği tek sesliliği her alanda sağlamayı hedeflemektedir. Emrindeki “Ak Troller” eliyle sosyal medya alanında gündem belirleyicisi olmaya çalışan siyasi iktidar, bir yandan da muhalif sosyal medya kullanıcıları hakkında adli soruşturmalar açıp, ceza tehdidi ile sindirmeyi hedeflemektedir. “Sallandıracaksın bir kaçını bak bir daha yapıyorlar mı?” yaklaşımı içinde olanlar, “ibreti alem için” muhalif sosyal medya kullanıcılarına kanunun cevaz verdiği en üst cezayı vermiştir. Yargının sosyal medya alanına yönelik bu orantısız müdahalesi geniş kesimler üzerinde tam bir “terör” etkisi yaratmayı hedeflemektedir.
Ancak bu davada Cumhuriyet Savcısı, vermiş olduğu mütalaa ile mahkemenin vermiş olduğu rekor cezaları bile gölgede bırakmayı başarmıştır. Cumhuriyet Savcısı, Abdullah Öcalan’ın bir kısım yazılarından alıntılar yaparak Abdullah Öcalan’ın ateist, namaza karşı olduğu, Allah’a ve dine hakaret ettiğini ileri sürmektedir. Bu giriş bölümünden sonra Cumhuriyet Savcısı tek tek sanıkların cezalandırılmasını talep etmiş. Bu davada asıl vahim ve kaygı verici olan ise; propagandası yapıldığı ileri sürülen örgütün kurucusu ve hapisteki liderinin dini inanışı, dinle olan ilişkisi ve namaza olan bakış açısı üzerinden savcılık mütalaasının kurulması ve sanıklara rekor ceza verilmesidir.
Bilindiği üzere Anayasa’nın ikinci maddesinde laiklik ilkesi devletin temel nitelikleri arasında sayılmıştır.
Yine Anayasa Madde 24 “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. ...Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” demektedir.
“Herkes, Anayasaya bağlı kalmakla yükümlüdür.” kuralından Cumhuriyet Savcıları muaf değildir. Anayasa’nın ilgili amir hükümleri henüz varlığını koruyor olmasına rağmen nasıl oluyor da Cumhuriyet Savcıları adeta şeriat mahkemesindeymiş gibi mütalaa verebiliyor?
İşte tam da bu noktada devletin tepesinden başlayan Anayasa’yı hiçe sayma tutumunun bir tezahürü ile karşılaşmaktayız.
Demokratik bir Anayasa ihtiyacı varlığını sürdürmekle birlikte temel sorun mevcut Anayasa’nın dahi fiilen uygulanmıyor olmasıdır. Yukarıda kısaca özetlediğimiz mütalaada en net hali ile görüldüğü gibi yargı, Anayasa’dan ve hukuktan ziyade siyasal iktidarın belirlediği ideolojiye ve konjonkturel ihtiyaçlarına uygun bir pratik sergilemektedir. Bu konuda kantarın topuzu biraz kaçtığında siyasal iktidarın dahi alenen söylemekten kaçındığı şer’i bir hukuk düzeni dili Cumhuriyet Savcısının mütalaasında yer bulabilmektedir.
Devlet adına yetki kullananların Anayasaya ve yasalara uygun davranması mecburiyeti, yerini fiili duruma (hukuka aykırılığa) sonradan hukuku uydurmaya bırakmıştır.
AKP Yönetimi altında yasalar ve mahkemelerce mutlak bir şekilde güvence altına altında olan tek bir yurttaş hakkından bahsedilemez. Bu nedenle “Adalet” özlemi ancak siyasal iktidarın değişimi ile gerçekleşebilecektir.