02 Temmuz 2017 00:50

Frida’nın Coyoacán’ı ve Mexico City’nin seyyar satıcıları

Sena Akalın, Mexico City izlenimlerini yazdı. Frida Kahlo’nun doğduğu Coyoacán’la başlayan gezi, unuttuğumuz bir 'renkli kalabalığı' yansıtıyor.

Paylaş

Sena AKALIN

16 Haziran akşamı yaklaşık on altı saat süren bir yolculuğun ardından eşim Mert’le Mexico City’e vardık. Hızlı bir şekilde pasaport kontrolünden geçtikten sonra valizlerimizi alıp doğruca Mexico City'nin güneyinde yer alan şehir merkezine görece uzakta bulunan Coyoacán ilçesine doğru yola çıktık. Bu ilçede kalmayı tercih etme sebebimiz, Arjantin’de yüksek lisans yaparken aynı evi paylaştığım Meksikalı arkadaşım Adrian’ın ailesinin burada yaşaması. Adrian'ın ailesinin evi kolonyal stilinde inşa edilmiş iki katlı bir bina. Evin alt katı misafir odalarına ayrılmış. Semtteki diğer birçok ev gibi büyük bir avlusu ve bahçesi var. Coyoacán uzun bir süre Mexico City’nin dışında yer alan bir kasabaymış fakat yıllar içinde nüfus arttıkça ve şehir büyüdükçe şehir sınırlarına katılmış. Coyoacán bugün Frida Kahlo’yla anılıyor çünkü ressamın doğduğu ve hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Casa Azul olarak bilinen ev burada yer alıyor ve bugün müze olarak gezilebiliyor. Coyoacán ayrıca Diego Rivera  ve Frida Kahlo vesilesiyle Leon Troçki’nin de son sürgün yıllarını geçirdiği ve öldürüldüğü yer.

KURTLARA SAHİP OLANLARIN YERİ

Biz de uzun yolculuğun ertesinde ilk önce Coyoacán’da vakit geçirmeye karar veriyoruz. 17 Haziran Cumartesi sabahı uyandıktan sonra doğruca tarihi Hidalgo Meydanı’na doğru gidiyoruz.

Sabahın erken saatlerinde meydanda sadece sohbet eden birkaç yaşlı teyze, köpeklerini gezdiren Coyoacán sakinleri ve gün boyu satacakları malları tezgahlarına yerleştiren seyyar satıcılar var.

Meydanın ortasındaki fıskiyeli kurt heykellerinin karşısında bir bankta oturuyoruz. Kurt heykelleri ilçenin bir nevi simgesi.

Coyoacán ya da Coyohuacán kelimesi birçok yerli Meksika dilinden biri olan Nahuatl’dan geliyor.

Nahuatl dilinde Coyo- Coyote- kurt, hua hecesi sahip olmak, can kelimesi de yer. Böylece Coyoacán kelimesi de kurtlara sahip olanların yeri anlamına geliyor.

Bu bilgiye ulaşmak için şehrin tarihini anlatan kitaplara bakmamıza gerek kalmadı. Mexico City Belediyesi mekanların kolonyal dönem öncesi Nahuatl dilinde kullanılan isimlerini gösteren resimli panolar hazırlamış.

Bu isimlerin büyük bir kısmı bugün artık kullanılmasa da, sokakta yürürken hiç beklemediğimiz bir anda bu panolarla karşılaşmak ve yürüdüğümüz şehrin farklı mekanlarının, geçmiş dönemlerde  Meksikalı yerli halklar tarafından nasıl adlandırıldığını öğrenmemizin, şehrin çok katmanlı hafızasını canlı tutmaya yaradığını düşünüyorum.

KENT KÜLTÜRÜNÜN 133 YILLIK PARÇASI: LATERNA

Oturduğumuz banktan kalkıp meydanın bir ucundaki San Juan Bautista kilisesinin önüne doğru yürürken garip bir müzik sesi kulağımıza ulaşıyor. Daha sonraları şehrin birçok farklı köşesinde karışılacağımız benzer melodinin, bej renkte askeri üniformaya benzeyen bir kıyafetle ve polis kasketini andıran bir kasketi kolunun altına almış  bir adamın hiç durmaksızın kolunu çevirdiği yere sabitlenmiş antika bir laternadan geldiğini görüyoruz.

Laterna, Mexico City’e ilk olarak 1884 yılında Berlin’de üretilen bir fabrikadan gelmiş. 1927 yılında Berlin’deki laterna fabrikası üretimi durdurunca, Mexiko City’deki müzik enstrümanı satan mağazalarda laterna ihracatını durdurmuş.  Kadın, erkek laternacılara Mexico City’nin herhangi bir semt parkı veya meydanında kolayca rastlayabiliyorsunuz. Fakat laternacıların çaldığı çoğu ne yazık ki bozuk akorlu olan bu laternaların çıkardığı sesten benim gibi çok kısa bir süre içerisinde rahatsız olup uzaklaşmanız çok olası. Yine de gözlemlediğim kadarıyla şehir halkı laternacılara karşı duyarsız değil. Bir sürü insan durup onları dinliyor ve para veriyor. Yaklaşık 133 yıldır şehir kültürünün bir parçası olan laternacıların çaldıkları melodiler her dönem değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Meksika devrimi sırasında Avrupa hayranlığıyla bilinen diktatör Porfirio Diaz’a tepki olarak toplu olarak vals çalmayı bırakarak devrimin en sevilen Adelita ve Cielito Lindo ezgilerini çalmayı tercih etmişler. Mexico City’deki laternacıların kendilerine ait bir sendikaları mevcut ve her yıl kasım ayında Tepito Mahallesi’nde bir araya gelerek, işlerinin iyi gitmesi ve bir sene önceki kazançları için şükretmek için dünyanın en çok ziyaret edilen kiliselerinden biri olan Bakire Guadalupe Kilisesini ziyaret ediyorlar.

RENKLİ KALABALIĞIN SOKAK YİYECEKLERİ

Öğlene doğru, tarihi Hidalgo Meydanı insanlarla dolup taşmaya başlıyor. Durup gözlerimi kapatıyorum. Kulağıma gelen bütün sesleri birbirinden ayrıştırmaya çalışıyorum. Genç çiftlerin gülüşmeleri, meydanın etrafını saran ağaçlarda kulağıma yabancı gelen kuş cıvıltıları, çocuklarıyla şehrin trafiğinden ve kalabalığından uzaklaşmak için gelmiş ailelerin sohbetleri, köşedeki bozuk akorlu laternadan gelen tahammül edemediğim melodi ve neredeyse bütün sesleri bastıran sokak satıcılarının hep bir ağızdan bağrışları birleşerek daha önce alışık olmadığım bir gürültü oluveriyor. Gözlerimi tekrar açtığımda bu kadar renkli ve kalabalık bir görüntüyle çok uzun zamandır karşılaşmadığımı düşünüyorum. Cumartesilerini bir restoranda, cafe’de ya da alışveriş mekanında geçirmek yerine kamusal mekanı tercih eden bu insanlara bakıyorum, çoğunun ellerinde meydanın etrafını saran sokak satıcılarından aldıkları mısır ve dondurma hariç daha önce görmediğim yerel yiyecekler, içecekler var. Tekrar bütün kalabalığın pür dikkat izlediği sihirbazın karşısındaki boşalan banklardan birine oturuyoruz. Mert etrafımızdaki insanların yediklerine bakıp iştahı açılmış bir şekilde meydanın bir köşesinde “Elotes“ diye bağıran bir mısırcıya doğru yöneliyor. Elote dedikleri üstüne çoğunlukla mayonez sürdükleri peynir, acı biber serpiştirip misket limonu sıktıkları közde veya haşlanmış mısırlar.  Kısa sürede yanıma yaşlı bir çift oturuyor. Kadının elinde acı biberli mango dolu şeffaf plastik bir bardak var. Adam ise naylon bir poşetten kürdan batırarak daha henüz ne olduğunu keşfedemediğim büyük baklalara benzeyen turşumsu bir şey yiyor. Mısırlarımızı her yere saçıp yedikten sonra etrafımdaki kalabalığın neler yediğine ve içtiğine daha çok dikkat etmeye başlıyorum. Mesela köşede yalnız başına oturan bir kadın Hindistan cevizine yerleştirilmiş pipetten kana kana Hindistan cevizi suyunu içiyor.

ÜZÜMLÜ TARÇINLI TAMALES

Az ötemizdeki bir adam ise bir gazete kağıdı parçasını dizlerinin üstüne yerleştimiş karısı ona bir şeyler söylerken önündeki kaykaycılara gözü dalmış çekirdek çitlermiş gibi çıtır çıtır kahverengi bir şeyi ağzına atıyor. Meraktan adamın önüne doğru gidiyorum, gördüğüm şey doğru değildir herhalde diye düşünüp geri dönüyorum fakat az ötemdeki sokak satıcısının önündeki  bir kovaya tepeleme konulmuş o kahverengi küçük şeylerin kurumuş çekirge olduğunu anlıyorum. Biraz daha ilerlediğimizde “Tamales Tamales” diye bağıran bir sokak satıcısıyla karşılaşıyoruz. Önüne hemen ufak bir çocuk annesiyle geliyor ikisi de mısır kabuğuna konulmuş içi üzümlü tarçınlı tamaleslerini alıp uzaklaşıyor.

Daha sonra Hidalgo Meydanı’nda ilk defa karşılaştığım bu farklı yerel yiyecekleri şehrin birçok farklı yerinde, sokak satıcılarının kurduğu tezgahlarda görmeye devam ediyorum. Şehirde yürüdükçe, çoğu zaman metro istasyonlarının, otobüs duraklarının, üniversitelerin, çarşı ve iş merkezlerinin önlerine tezgahlarını kuran seyyar satıcıların Meksikalıların günlük rutinlerinde ne kadar büyük bir yer kapladığını fark ediyorum. Çalışan, okuyan kısacası sürekli bir yerden bir yere yetişmeye çalışan Meksikalıların kafelerde uzun uzun oturup vakit öldürmeye vakti yok gibi ve bir de tabii ki bu yiyecekler her zaman herhangi bir kafede veya restoranda yiyeceğiniz şeylerden çok daha ucuz. Sabah erkenden metroya binmeden önce tezgahını kuran yaşlı bir Meksikalı teyze önünde sıra oluşturan gözleri hâlâ uykulu birçok öğrenciye, kravatını düzgün takamamış birçok iş adamına makyajını metroda tamamlayacak kadına büyük tencerelerden kepçeyle sıcak çikolata doldurup, pan dulce denilen tatlı kurabiyelerden veriyor.

Öğlenleri ise arabalarını iş merkezlerinin, bankaların önüne kuran tacocular öğle yemeklerini ucuza geçiştiren çalışanların imdadına yetişiyor. Mexico City’e geldiğim günün ertesinde Coyoacán’da dikkatimi çeken seyyar sokak satıcılarının yavaş yavaş bu şehrin gerçek sahipleri olduğunu fark etmeye başlıyorum.

Haftaya devam edecek...

ÖNCEKİ HABER

Şebnem Yurtman turnuvası başladı

SONRAKİ HABER

AKP ve MHP, zırhlı araç ölümlerinin araştırılması reddediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa