Sancar: Yürüyüş daha sıkı ve zor sınavların önünü açtı
Adalet yürüyüşü CHP ve Türkiye toplumsal mücadele tarihi açısından çok önemli. Ancak sonuçları ve başarısının devamı çok çeşitli faktörlere bağlı.
Serpil İLGÜN
Adalet yürüyüşünden 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümüne bağlanan haftanın öne çıkan başlıklarını HDP Mardin Milletvekili, Prof. Dr. Mithat Sancar’la konuştuk.
Türkiye’nin önde gelen anayasa hukukçularından Sancar, adalet yürüyüşünün demokrasi mücadelesine katacağı ivme, bunun için izlenmesi gereken yol, HDP’nin tutumu gibi başlıkların yanı sıra, birkaç gün sonra birinci yılını dolduracak 15 Temmuz darbe girişiminin aydınlatılmayan kritik noktalarına ilişkin de önemli değerlendirmelerde bulundu.
İnsan hakları, çatışma çözümleri, Türkiye’de yargının yapılanması gibi konulardaki çalışmalarıyla da bilinen Sancar, adalet yürüyüşünün güç birliğinin dinamiklerini canlandırma konusunda önemli bir etki yarattığını vurgulayarak şöyle diyor: “Şimdi çetin sınavlardan oluşan yeni ve zorlu bir süreç başlıyor. Bundan sonra yalpalamanın, yan çizmenin ve ürkekliğin faturasının daha da ağırlaşacağı; buna karşılık cesaretin, tutarlılığın ve kararlılığın demokrasi, barış ve özgürlük adına büyük kazanımlar yaratabileceği bir süreç.”
Söyleşimizin iki ana başlığından biri olan adaletsizlik ve hukuksuzluğun HDP’li siyasetçilerin yargılama safhalarındaki yansımalarıyla başlayalım. Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın cuma günü ilk kez hakim karşısına çıkması bekleniyordu ancak mahkemeye kelepçeli götürülmek istenmesi üzerine Ankara’daki duruşmaya katılmadı. Halen milletvekili ve parti başkanlığı görevi devam eden bir siyasetçiye kelepçe takılması ısrarındaki mesaj ne?
Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş bir süreden beri SEGBİS’le ifade vermeyi reddederek, duruşmalara bizzat katılmak istediğini bildirmişti. Bugün (cuma günü) sabah Ankara’da yapılan duruşmanın tarihi çok önceden belirlenmişti. Demirtaş da bizzat hazır bulunmayı talep etmişti. Fakat perşembe gününe kadar bu talebe cevap verilmemişti. Bir gün önce Demirtaş’ın duruşmaya bizzat getirileceğini öğrendik. Duruşma günü sabah erkenden adliyede toplandık. Duruşmanın başlamasına kısa bir süre kala avukatlara Demirtaş’ın gelmediği söylendi. Oysa bir gün önce Adalet Bakanı, kendisiyle görüşen arkadaşlarımıza Demirtaş’a kelepçe takılmayacağını söylemişti. Ancak bu olmamış. Demirtaş çok haklı ve doğru bir tavırla, kelepçe takılmasının siyaseten ve ahlaken kabul edilemez olduğunu belirterek, kelepçe takılacaksa duruşmaya gitmeyeceğini söylemiş. Bunun üzerine de sabaha karşı 04.00 civarında hücresine geri götürülmüş. Duruşmada savunma adına bir avukat arkadaşımız söz aldı ve bu şartlarda duruşmaya katılamayacaklarını, bu uygulamayı protesto ettiklerini söyledi gerekçelerini açıklayarak. Ardından hep birlikte duruşma salonunu terk ettik.
Demirtaş’tan birkaç gün önce de kesinleşmiş hapis cezası gerekçesiyle milletvekilliği düşürülen HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın duruşmasında da keyfi uygulamalar yaşanmıştı. Son iki örneği alt alta koyduğumuzda HDP’li siyasetçilere uygulanan özel hukukun maksadı için ne söylersiniz?
Bir defa iktidarda bir öfke, hırçınlık ve şaşkınlık var. Çünkü bütün çabalarına, her türlü hukuksuzluğa rağmen bize diz çöktüremediler. Eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, binlerce il ve ilçe yöneticimiz içeri alındı, belediyelere el kondu. Bu şartlar altında bir partinin ayakta durabileceğini herhalde pek hesaplamamışlardı. Son günlerde yaşananlarda, bu şaşkınlık ve öfkenin de bir yansıması olmuştur. Bu uygulamalar ayrıca iktidarın bir korkusunu daha dışa vuruyor. Tutuklu arkadaşlarımızın iktidarın zihniyetini, pratiklerini mahkum eden, adeta onları yargılayan savunmalar yapmalarından ürküyorlar. Demirtaş’ın duruşma salonunda söyleyeceklerinden, bu sözlerin dalga dalga yaratacağı etkiden de korktular.
İKTİDAR, 15 TEMMUZ’DA NE OLDUĞUNUN TARTIŞILMASINI İSTEMİYOR
Almanya yolunda gazetecilere açıklamalar yapan Erdoğan, ‘darbe girişiminin ardından yargı sürecinin ağır işlediği yönündeki eleştirileri nasıl karşıladığı’ sorusuna, Enis Berberoğlu kararı örneğini vererek, “Bu önemli bir adım. Yıl sonuna kadar ciddi manada mahkumiyet kararları gelecektir” yanıtını verdi. Mahkemeleri etkileme, baskı altına alma tartışmaları sıcaklığını korurken bu sözlerin sarf edilmesini nasıl karşıladınız?
Erdoğan’ın bu açıklamaları yargıya doğrudan talimattır aslında. Türkiye’de yargı bağımsızlığından söz etmenin imkanı kalmadığı ortada. Erdoğan, sanık durumundaki insanlarla ilgili kesin hükümler veriyor. Örneğin gazeteci milletvekillerimizle, Deniz Yücel’le veya yargılanan diğer insanlarla ilgili sarf ettiği sözler, masumiyet karinesi başta olmak üzere anayasanın pek çok ilkesini ihlal ediyor. 15 Temmuz davalarının da “teferruatlara” bakılmadan hızla bitirilmesi ve mahkumiyet kararları verilmesi yönündeki açıklamasını da, yargıya telkin ve talimat olarak anlamak lazım.
Erdoğan ve kurmaylarının, hatta Bahçeli’nin 15 Temmuz davalarının ‘fazla uzatılmaması’na dönük başka açıklamaları da olmuştu. Yüzlerce sanıklı davaların uzamaması neden önemli?
Çünkü 15 Temmuz’da neler olduğu meselesinin çok fazla tartışılmasını istemiyor Erdoğan ve iktidarı. Tartışıldıkça soru işaretleri ve şüpheler daha da büyüyor. Zaten bu iktidar, 15 Temmuz günü ve gecesi neler yaşandığına dair haklı sorulara bugüne kadar tatminkar cevap vermedi. Meclis Araştırma Komisyonu’nun da düzgün çalışmasını engelledi. Dolayısıyla, 15 Temmuz yargılamalarıyla ilgili edilen sözlerin yargıya müdahalenin dışında, 15 Temmuz’la ilgili bütün tartışmaları bitirmek gibi bir amacı da var. Çünkü Erdoğan ve etrafındaki koalisyonun niyeti 15 Temmuz’u bir tür efsaneye, mitosa dönüştürmektir. Ben bunu yeni rejimin kurucu mitosu olarak nitelendiriyorum. Bu iktidar yeni bir rejim kuruyor ve bu yeni rejimin başlangıç tarihi olarak da 15 Temmuz’u belirledi. Türkiye 15 Temmuz’da yeniden kurulmuş gibi bir hava yaratıyor. Arzuladıkları milliyetçi, muhafazakar, otoriter rejimi bu mitostan hareketle yerleştirmek ve meşrulaştırmak gibi bir amaçları var. Bu nedenle de 15 Temmuz’a ilişkin kendi yazdıkları hikayeyi tartışmasız kabul ettirmek istiyorlar. Bu anlatının yerleşmesi için de çeşitli simgeler ve ritüeller inşa etme çabasındalar. 15 Temmuz’un bayram ilan edilmesi, ders kitaplarının 15 Temmuz esas alınarak yeniden düzenlenmesi, meydan, sokak ve köprü adlarının 15 Temmuz üzerinden değiştirilmesi, 15 Temmuz’un bir hafta süren “etkinliklerle” geçirilecek olması... Bütün bunlar bu planın parçalarını oluşturuyor.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ GÖZALTINA ALINMASI ACZ VE PANİĞİN İFADESİ
İç savaş söyleminin iktidara yakın gazete ve televizyonlarda yoğunlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Adalet yürüyüşü de, Suriyeli mültecilere dönük saldırılar da iç savaş planları içinde görülüyor. Son olarak, silahlı terör örgütü üyeliği iddiasıyla gözaltına alınan ve ajan olarak nitelenen insan hakları savunucuları da bu plana dahil edildi...
İktidar iç savaş söylemini bir şantaj aracı olarak kullanıyor. Adalet yürüyüşünün böyle bir tehlikeyi içinde barındırdığını söylemek, bütünüyle temelsiz, haksız ve yakışıksızdır. Gayet meşru bir zeminde ve baştan sona barışçıl bir şekilde yürüyen bir eylem söz konusu. Geçilen güzergahlardaki irili ufaklı bütün provokasyon girişimleri de serinkanlılıkla boşa çıkarıldı. Anlaşılan, bu yürüyüş etrafında gelişen toplumsal dinamizm iktidarı gerçekten çok panikletmiş. Bunu kriminalize etmek için her yolu deniyorlar. Önümüzde bir gün kaldı. (Söyleşiyi cuma akşamı gerçekleştirdik) Umarım ve dilerim herhangi bir saldırı olmadan bu yürüyüş Maltepe’de demokrasi güçlerinin bir araya geleceği güçlü bir finalle bu aşaması itibariyle sonlanır.
İktidar o kadar paniklemiş durumdaki, herkesin tanıdığı hatta bir zamanlar AKP’li milletvekillerinin bile ortak çalışmalar yaptıkları insan hakları savunucuları bir tür komplonun planlayıcıları gibi gösteriliyor. Ben de yıllarca insan hakları hareketleri içinde yer almış biriyim, bu tür çok sayıda toplantılar yapıldı, yapılır. Bu son derece normaldir. Fakat bunu bile gizli ve tehlikeli bir faaliyet gibi sunmaya tenezzül edecek kadar düşmüş olmaları ne kadar acz ve panik içinde olduklarını gösterir. Asıl tehlikeli olan, Türkiye’de daha yüksek gerilim ve daha doğrudan çatışmaları tahrik eden iktidar ve iktidar medyasının söylemleri, politikaları, uygulamalarıdır.
SAHADAKİ ETKİLEŞİMİN KUVVETLENMESİ, TEREDDÜTLERİN AŞILMASINI KOLAYLAŞTIRACAK
Adalet yürüyüşüne yönelik iktidarın kriminalleştirme, itibarsızlaştırma çabalarının en güçlü enstrümanı HDP oldu. Ancak bu HDP’nin sizin de arasında olduğunuz bir heyetle yürüyüş kortejine katılımını engellemedi. Zaten Maltepe mitingine de destek ve katılım çağrısı yapıldı. Yürüyüşe genel katılımın da kitleselliğine bakarak, ‘teröristler yürüyor’ söyleminin eski gücünü yitirdiği tespitine katılır mısınız?
Evet, kriminalleştirme çabaları toplumda ciddi bir karşılık bulmuş değil. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran’dan bu yana bu yöntemi hep kullandılar. Bunda epeyce başarı sağladıklarını da kabul etmek gerekir. İktidarın bu şekilde yaptığı propaganda CHP’de bize karşı ürkeklik ve aşırı temkinli bir tutum, bir tür kaçış yarattı. İşi, HDP ile bir arada görünmemeye kadar götürdü. İktidarın bu taktiğinin hem CHP’ye, hem ülkeye büyük zarar verdiği çok açık ortada. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına CHP’nin desteğini almaları da, Yenikapı mitingine Kılıçdaroğlu’nun katılımını sağlamaları da bu propagandanın CHP üzerinde etkili olması sayesinde gerçekleşti. Ve o fotoğraf AKP’ye OHAL’i çok daha rahat ve hızlı uygulama imkanı verdi. Bu tutumun, siyasi darbe operasyonlarını yürütme konusunda Erdoğan’ı rahatlattığını ve böyle giderse sıranın doğrudan CHP’ye geleceğini ısrarla söyledik. CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun geç de olsa sokağa çıkması, bu uyarılarımızla işaret ettiğimiz tahribatların dayanılmaz noktaya gelmiş olmasındandı zaten.
Adalet yürüyüşünün CHP-HDP ilişkisinde de bir kırılma yaratacağı, CHP’nin AKP etkisinden kurtulacağı yönünde tespit ve beklentiler de dillendiriliyor...
Dilerim ve umarım, CHP yöneticileri bu tutumlar yüzünden yaşanan acı ve yıkıcı tecrübelerden gerekli dersleri çıkarır. Biz yürüyüş başladığı andan itibaren bunun doğru ve haklı bir eylem olduğunu söyledik. “Gecikmiş olsa da doğrudur; CHP’nin geçmişte yaptığı yanlışlar da, bu noktaya gelinmesindeki katkıları da bugün doğru bir eylem yapmalarını değersizleştirmeyi haklı göstermez” dedik.
Ancak bunlar son günlere kadar parçalı bir hal aldı...
Aslında öyle değil, kendi içimizdeki tartışmalarda farklı görüşler temsil edildi. HDP çoğulcu bir parti, farklı görüşlerin varlığı son derece doğal, bu bizim parti kimliğimizin de aynı zaman da güçlü bir unsurudur. Ancak eğer parti organları bir karar alırsa, bütün yapı da bu kararın arkasında durur. Parti olarak içerdeki bazı itirazlara, tabanın bir kısmındaki rahatsızlıklara rağmen doğru tavrın, bu yürüyüşü desteklemek, sembolik olarak katılmak ve finalde kitlesel bir biçimde yer almak olduğuna karar verdik. Ülkenin üzerine çöreklenen şoven-otoriter iktidar bloğuna karşı, en etkili direniş yolunun geniş ve güçlü bir demokratik güç birliği olduğunu her fırsatta söylüyoruz. Bu yürüyüş, böyle bir güç birliğinin dinamiklerini canlandırma konusunda ciddi bir etki yarattı. Biz üzerimize düşeni yaptığımızı düşünüyoruz. CHP içinde ve etrafında tereddütler devam ediyor olabilir. Demokratik ve özgürlükçü dinamiklerin sahadaki etkileşiminin kuvvetlenerek sürmesi, bu tereddütlerin aşılmasını kolaylaştıracaktır. İki partinin bulunduğu noktanın arasındaki çoğulcu alanda yer alan çeşitli siyasal ve toplumsal aktörlere de bu çerçevede önemli görevler düşüyor.
CESARET VE KARARLILIĞIN BÜYÜK KAZANIMLAR YARATABİLECEĞİ BİR SÜREÇ
Bu söyleşiyi Kılıçdaroğlu’nun final mitinginde nasıl mesajlar vereceğini bilmeden yapıyoruz ama sizin nazarınızda 9 Temmuz’dan sonra nasıl hareket edilirse yürüyüşün canlandırdığı dinamikler korunur ve ileri taşınmış olur?
Bunun reçetesi demokratik güç birliğine vücut verecek tüm aktörler arasındaki doğrudan diyalog ve etkileşimle ortaya çıkar. Adalete ve demokratik siyasete bu kadar ağır darbelerin indirildiği bir ortamda yeni demokratik siyaset kanalları açmak ve yeni yöntemler geliştirmek gerekiyor. Burada sorumluluk özgürlük, demokrasi, barış, adalet isteyen bütün çevrelerdedir. Biz HDP olarak sorumluluğumuzun farkındayız ve bunun gereklerini yerine getirmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
‘Adalet sloganı etkilidir ama çok soyut bir kavramdır. Somutlaştırmak, somut talepler ortaya koymak gerek’ uyarı ve öneriniz burada devreye giriyor sanırız...
Evet, somut hedefler belirleme ihtiyacı var. Adalet kavramı hakikaten değerli ve önemlidir. Pek çok duyguya birden hitap edebilecek kökleri ve çağrışımları vardır. Ancak adalet gibi bir slogan herkes için talep edildiğinde anlam kazanır. Ve bir siyasal eylemin başarısı aynı zamanda aldığı sonuçlarla ölçülür. Yapılan açıklamalara baktığımızda Kılıçdaroğlu’nun final mitinginde somut talepler açıklayacağı anlaşılıyor. Bizler de zaten çeşitli somut hedefler öneriyoruz.
Sizce en önemli ve acil talepler neler?
Birincisi demokratik siyaset üzerindeki faşizan tahakküme son verilmesi. Bunun da ilk somut karşılığı bütün tutuklu vekillerin ve seçilmişlerin serbest bırakılması. İkincisi, OHAL’in kaldırılması ve OHAL dolayısıyla yaratılan ağır adaletsizliklerin giderilmesi. Bunlara başka somut hedefler de eklenebilir elbette.
Bu yürüyüşün CHP’nin kendisi açısından da, Türkiye’deki toplumsal mücadele tarihi ve demokratik muhalefet pratikleri açısından çok önemli olduğu konusunda tereddüdüm yok. Ancak sonuçları ve başarısının devamı çok çeşitli faktörlere bağlı. Bu yürüyüşün en çok önemsediğim yanı, yarattığı demokratik ve özgürlükçü dinamikleridir. Toplumsal muhalefetin kendine yeniden güven duymasını sağlamak da, yürüyüşün kaydedilmesi gereken önemli bir etkisidir. Öte yandan CHP bu yürüyüşü başlatmakla, kendisi açısından da çıtayı epeyce yüksek bir noktaya çekmiş oldu. Şimdi çetin sınavlardan oluşan yeni ve zorlu bir süreç başlıyor. Yalpalamanın, yan çizmenin ve ürkekliğin faturasının daha da ağırlaşacağı bir süreç. Buna karşılık cesaretin, tutarlılığın ve kararlılığın demokrasi barış ve özgürlük adına büyük kazanımlar yaratabileceği bir süreç.
KENDİ DARBE HİKAYELERİ ÇELİŞKİLERLE DOLU
Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapora karşı, darbe girişiminin soru işaretlerini özetlediğiniz 28 sayfalık bir rapor hazırladınız. Hatırlatmak için soralım; 15 Temmuz’un en karanlık yanları hangileri? Ve bu karanlık noktalar üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hala aydınlanamadı?
Birkaç nedeni var bunun. Öncelikle bu darbe girişiminin ordu içindeki hangi gruplar tarafından yapıldığını ortaya çıkarmayı engelliyorlar. Bu en kilit yerlerinden bir tanesidir. İktidarın kurduğu hikayede bu darbe girişimi bütünüyle “FETÖ” dedikleri yapı tarafından planlanmış ve hayata geçirilmek istenmiştir. Bütün söylemlerini ve uygulamalarını da bunun üzerine inşa ediyorlar. Ordu içinde başka güçlerin bu darbe planına dahil olduğu yönündeki ciddi şüpheleri bu nedenle geçiştiriyorlar ve tartışmanın önünü kesiyorlar. Ama kendi kurdukları bu hikayede de ciddi çelişkiler var. Çünkü eğer bu darbe girişimi bütünüyle Gülen cemaati tarafından planlanmış ve hayata geçirilmek istenmişse, o zaman bunun siyasi boyutunun ne olduğunu da açığa çıkarmak gerekiyor. Fakat buna da yanaşmıyor iktidar.
Nitekim, siyasi ayağının ortaya çıkarılması için Mecliste bir komisyon kurulması yönündeki önerge de iktidar tarafından reddedildi.
Evet. Eğer gerçekten ciddi bir araştırma yapılırsa öyle anlaşılıyor ki darbenin siyasi ayağının AKP’nin çok içlerine kadar uzandığı ortaya çıkacak. Bir diğer nokta da şu; cemaatin devlet içinde örgütlenmesi ve bu kadar büyük bir güce erişmesi esas itibariyle AKP iktidarları döneminde oldu. Eğer darbeden tümüyle Gülen cemaati sorumluysa, bu cemaatin güçlenmesini sağlayarak darbenin zeminini hazırlayan da bizzat AKP iktidarlarıdır. Ama AKP bu konuda sorumluluğu asla kabul etmiyor.
15 TEMMİZ GÜNÜ, DARBENİN BAZI UNSURLARI ÇEŞİTLİ PAZARLIKLARLA DARBEDEN VAZ MI GEÇİRİLDİ?
Partinizin Meclis 15 Temmuz Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu üyesi olmanız hasebiyle de 15 Temmuz’a çokça mesai harcamış bir hukukçu ve siyasetçi olarak, “darbenin diğer unsurları kim” sorusuna ne yanıt verirsiniz? Bugüne kadar çeşitli çevrelerden, “Kemalistler, bir kısım ulusalcılar, AKP muhalifleri ve elbette “dış güçler” işaret edildi ama sizin bulgularınız ne yönde?
Doğrusu bununla ilgili sadece belli tahminler yapabiliyoruz. Çünkü net bilgilere ve açık belgelere ulaşma imkanımız yok. Darbe Araştırma Komisyonu bu iddiayla kurulmuştu ama komisyonun bu yönde çalışması AKP’liler tarafından engellendi. Öncelikle Gülen cemaatine mensup ya da ona yakın bir grubun bu darbe girişiminin çekirdeğinde olduğunu tahmin ediyoruz. Ancak bunun yanında çeşitli nedenlerle Erdoğan yönetiminden rahatsız olan başka askerlerin de en azından hazırlık aşamasında bu planın içinde yer aldıkları, yanı sıra darbeden fayda uman “fırsatçı” diyebileceğimiz askerlerin de hazırlık aşamasına katıldıkları yönünde şüphelerimiz var. 15 Temmuz günü genelkurmay karargahında neler olduğu, MİT müsteşarıyla genelkurmay başkanı arasında nelerin konuşulduğu bugüne kadar açıklanmadı. Verilen bilgiler de kesinlikle inandırıcı, tatmin edici değil. Buradan da şöyle bir şüpheye varıyoruz: O gün acaba çeşitli pazarlıklar yoluyla darbenin planlanma aşamasında yer alan bazı askerler ya da kurumlar, çeşitli anlaşmalar yoluyla darbe girişiminde yer almaktan vazgeçme konusunda ikna mı edildiler?
Bu tespitleriniz “kontrollü darbe” nitelemesine çıkıyor. Daha önce de yaptığınız değerlendirmelerde kontrollü darbe ifadesini kullanmıştınız. Ancak raporunuzda bu ifadeyi kullanmamışsınız. Neden?
Kontrollü darbe kelimesi doğrudan bizim tarafımızdan kullanılmadı, fakat biz de iktidarın darbe girişimini önceden haber aldığına dair ciddi şüphelerimiz olduğunu söyledik. Bu darbenin engellenmesi yerine darbecilere yol verildiği ve girişime başladıklarında bastırılmasının tercih edildiği yönündeki şüphelerimizi komisyonun ilk toplantısında da dile getirmiştik. Darbe girişiminden sonra iktidarın bunu kullanma şekli de bu şüphelerimizi haklı çıkarıyor. Çünkü kendi iktidarlarını pekiştirmek, her kesimden muhalifleri bastırmak ve tasfiye etmek için darbe girişiminden azami şekilde yararlanma yolunu seçtiler. İktidardan da bu şüphelerin temelinde yatan soruları cevaplayacak, aydınlatacak herhangi bir niyet, çaba gelmedi. Yapılan ihbara rağmen neden önlem alınmadığı, hava, deniz, jandarma komutanlarının nasıl olup da düğüne katılabildikleri; neden başbakana, içişleri bakanına haber verilmediği gibi bazı temel soruların hiçbiri bugüne kadar cevaplanmadı.
BU KARANLIKTA KİM KİMİNLE NASIL BİR HESAP YAPIYOR, KAVRAMAK KOLAY DEĞİL
Ancak şöyle gelişme oldu; kamuoyunda darbeyi MİT’e giderek ihbar eden asker olarak bilinen binbaşı O.K’nın ifadesi ortaya çıktı. Ardından Genelkurmay Başkanı Akar’ın Meclis Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu’nun kendisine yönelttiği sorulara verdiği yanıtlar yayınlandı. Bu gelişmeler “Ankara’da bazı çevreler darbenin karanlıkta kalmasını istemiyor şeklinde” yorumlandı. Sizin gözleminiz ne?
Olabilir, ancak buradan hareketle çok daha önemli bir noktanın altını çizmek istiyorum. Hem 15 Temmuz’la mücadele etmenin, hem de bundan sonra oluşabilecek darbe heveslerinin önüne geçmenin şartı demokrasiyi geliştirmek, hukuk devletini güçlendirmek, hesap verebilir şeffaf bir kamu yönetimi oluşturmaktır. Türkiye’de demokrasi zaten işlemiyor, hukuk devleti artık devre dışı kalmış durumda ve kamu yönetiminde şeffaflık bir yana tam tersine kamu yönetiminin bir parti aygıtı haline getirilmesi söz konusu. Ortada zifiri bir karanlık var ve bu ortam tehlikeli iktidar savaşları için de çok elverişli bir zemindir. Bu karanlıkta, bir yanda iktidarın manipülasyonları sahnelenir, diğer yanda başka güçler de boy verebilir. Evet, Türkiye’de bu zaten bildiğimiz bir sorundur, eskiden de vardı ama 15 Temmuz’dan sonra çok daha vahim bir boyut kazandı. O nedenle bu karanlıkta kim kime, hangi yumruğu atmak istiyor, nasıl bir hesap yapıyor meselesini tam olarak görmek kolay değil.
Eş Başkan Serpil Kemalbay geçtiğimiz ay yaptığı grup toplantısında Öcalan’ın ‘Çözüm süreci biterse darbe dinamiği devreye girer’ uyarısının gerçekleştiğini ve darbe mekaniğinin işlemeye başladığını söylemişti. Diğer yandan, 15 Temmuz’dan sonra dönem dönem ısıtılan “darbe tehlikesi sürüyor” söylemi, bugünlerde yeniden tedavülde. Kürt siyasetinin darbe uyarısının bağlam ve zemini farklı elbette ama 15 Temmuz’a yaklaşılırken tartışma programlarının popüler bir başlığı haline gelen “darbe ihtimali var” bahsine yaklaşımınız ne?
Bir defe darbe mekaniği kavramını iyi anlamak lazım. Öcalan bunu söylediğinde savaş politikalarına dönüşün tehlikelerine işaret etmek istemişti. Bunlar İmralı tutanaklarında da var. Evet, Kürt sorununa yaklaşımda müzakereyle demokratik çözüm yerine, savaş zihniyeti ve güvenlikçi bir anlayış hakim olursa, devletin silahlı aygıtları aşırı güç kazanmaları gibi bir durum ortaya çıkar. Savaş politikaları silahlı bürokrasi (emniyet, silahlı kuvvetler, özel harekat, istihbarat) üzerinden yürüyor ve onlar sahada oldukça iktidar hırsı bu güçlerin içinde daha fazla kök salabiliyor. Ayrıca savaş politikalarının toplumsal gerilimi sürekli arttırması, kutuplaşmayı derinleştirmesi de darbe heveslilerine güçlü bir besin kaynağı sunuyor. Önemli bir faktör de, savaş politikalarının daha rahat yürütülmesi için silahlı bürokrasiye dokunulmazlık getirilmesidir. Bu faktörleri bir araya getirdiğinizde Türkiye’de darbe mekaniğinin devam ettiğini görmek hiç zor olmasa gerek. Diğer spekülasyonları, yani “şu gün darbe yapılacak” gibi söylentileri somut bir darbe planı olarak yorumlamak yerine, saydığım faktörler üzerinden değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı kanısındayım.
AFRİN’E OPERASYON KÜRT SORUNUNU DAHA SERT BİR ÇATIŞMA ZEMİNİNE ÇEKER
Gerçekleşmesi halinde bu tespitlerinizi güçlendirecek olan bir diğer sıcak başlık da Afrin’e operasyon hazırlıkları. Türkiye bu operasyonu yapar mı, yaparsa sonuçları, içeriye ve dışarıya yansımaları ne olur?
7 Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan etrafında oluşan ve içinde Ergenekoncuların, derin devletçilerin, ulusalcıların ve tabii ki MHP’ni yer aldığı koalisyonun neredeyse tek ortak paydası anti Kürt politikadır. İçerde ve Suriye’de anti Kürt bir yol izlenmesi bu koalisyonun temel hedefidir ve tutkalıdır. Erdoğan, OHAL rejimini bu koalisyonla birlikte yürütüyor, anayasa değişikliğini de yine bu koalisyonla gerçekleştirdi. Ancak hedeflenin tersine Kürtler Suriye’de çok daha büyük kazanımlar elde etme yönünde ilerliyorlar. İktidarın elinde bir tek seçenek kaldı: sürekli Kürtlere tehdit ve Kürtlerle çatışma kozunu sahaya sürmek. Afrin’e müdahale planlarını bu çerçevede okumak gerekiyor. Ancak bu son derece tehlikeli bir plan. Hem Türkiye’de Kürt sorununun çok daha sert bir çatışma zeminine çekilmesine neden olacak, hem de Suriye’de çatışmalara yeni bir boyut katacaktır. Yaptıkları açıklamalardan Suriye’deki iki egemen gücün -ABD ve Rusya’nın böyle bir müdahaleye onay vermeyecekleri anlaşılıyor. İktidarın da bu tehlikeli heveslerden mutlaka vazgeçmesi gerekiyor.
Afrin’e operasyonun aynı zamanda içerde toplumsal ve siyasal muhalefetin güçlenmesinin önüne set çekmek, hatta Suriye’deki heveslerinden önce bu amacı gerçekleştirmek için dış operasyona yönelebileceği değerlendirmelerine katılır mısınız?
Elbette. İktidarlar içerde çok sıkıştıklarında milliyetçi duyguları canlandırıp yükseltmeye çalışırlar, böylece içerdeki bütün muhalefeti bir “milli dava” etrafında susturmaya ve sindirmeye niyetlenirler. Bunun bizde de dünyada da çok sayıda örneği var. Esasen bugüne kadar da bu politikadan bir fayda sağladı AKP iktidarları. Mesela Suriye’ye veya yurt dışına asker gönderme tezkerelerine bizim dışımızdaki bütün partileri destek vermeye, ikna veya hatta mecbur ettiler. Şimdi yine aynı oyunu çok daha tehlikeli düzeyde sahnelemek istiyorlar. En azından bu kadar dersten sonra muhalefetin buna alet olmayacağını umuyorum. Özellikle 1 Mart tezkeresinde gördüğümüz geniş savaş karşıtı koalisyonun burada da devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum.