Adalet için Herkes’e
Ayşegül Tözeren, geçen hafta pazar günü Maltepe’de yapılan Adalet mitingindeki izlenimlerini yazdı.

Ayşegül TÖZEREN
Sizler bu mektubu okurken, belki kahvaltıdan yeni kalkmış, belki çocuğunuzu parka götürmüş dinleniyor, belki hafta sonu mesaisinde, belki vardiyadan yeni çıkmış bacaklarını uzatmış olacaksınız. Belkilere başka olasılık cümleleri de takılabilir… Ama içinde bulunduğumuz durumları ne kadar çoğaltsak da, sonsuz kavramlara dair taleplerimiz birbirine yakındır. Adalet, özgürlük, barış…
Her birini sadece toplumsal düzeyde değil, bireysel ilişkilerimizde de talep ederiz. Yaşamımız boyunca adaletsizliklerle karşılaşırız. Bazılarımız önce ailesinde, sonra okulda, akran ilişkilerinde, sınavlarda, aşkta, siyasette, işte, evlilikte… Her birimiz yaşamımızın bir döneminde adaletsizlikten yakınırız. Bazen daha kalabalık, daha yoğun seslendiririz şikâyetimizi… Geçen hafta sonu böyle oldu, milyonlar adalet talebinde seslerini birleştirdi.
Sanatçılar ve edebiyatçılar Bostancı İskelesi’nde buluşarak, Maltepe Sahili’ndeki miting alanına yürüme kararı almıştı. Uzak bir noktaydı ama Adalet’e doğru bizim yürümemiz gerektiğinin farkındaydık. Yine de en az iki saat yollarda olacağımız için tatlı yiyecektik öncesinde! Kabak tatlısı! Adalet yürüyüşünün kabak tadı verdiğini söyleyenler olmuştu. Sanki kabak lezzetli değilmiş gibi. Adalet mitingine doğru son yürüyüş etabına başlamadan önce tatlısıyla birlikte, kabağa da itibarını iade etmeliydik. Komşu teyzelerin de desteğiyle başardık. Bostancı İskelesi’nde kabak tatlısı yedirmedikleri kimseyi bırakmadılar. Bu arada ricamızı kıramayıp, Ataol Behramoğlu da kabak tatlısı ikramına katılmıştı. Yürüyüş sonrası tatlı ikram ettiği fotoğrafların basına yayıldığını söyleyince bana takılacaktı: “Kariyerimdeki tek eksik, kabak tatlısıydı. Tamamladın.”
Yürüyüşe başlamıştık, en önde, Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın vardı. O kadar hızlı yürüyorlardı ki, bazen yürüyüş kortejinin önüyle arkası birbirinden kopuyordu, onları yavaşlatmaya çalışıyorduk. Mitingin tek sloganı, “Hak, Hukuk, Adalet”ti, ama biz yürürken, denizin güzelliğine dayanamıyor, bir slogan daha yaratıyorduk: “Dee-niz çok güzel!” Yaklaşık iki saatlik bir yürüyüşün ve on dakikalık molanın ardından miting alanı görünmüştü. Çok geniş bir alandı. Ancak dört bir tarafı sokaklara açılan, yorulduğunda hemen çıkıp, biraz dinlenip geri dönebileceğin bir alan değildi. Sanki bir kez çıktığında, geri dönemeyeceğini hissediyordun. İki saat yürümüş, yarım saatte de miting alanını dolaşabilmiştik. CHP ilçe örgütlerinden genç yüzler oradan oraya koşuşturuyordu, ufak tefek sorunları çözümlemeye çalışıyordu. Sıcaktan bunalanlar oluyor, sağlık emekçileri ter döküyordu. Adalet yürüyüşünde milletvekilleri görevli yelekleriyle her yerdeydi, adım atmadık yer bırakmamışlardı. Adalet Mitingi’nde de öyle olmasını bekliyordum. Miting alanına girişte yine görevli milletvekilleri katılımcıları karşılayabilirdi ya da en azından miting alanında daha çok görünebilirlerdi. Çünkü katılımcıların azımsanmayacak bir bölümü CHP’nin kent içinden ve kent dışından gelmiş ilçe örgütleriydi ve milletvekillerini görmekten hoşnut olacakları belliydi. Oysa protokol dışında kalan miting alanında siyasetçilere rastlayamadık. Belki miting yapılan alan çok büyük olduğu için görememişizdir…
Adalet Mitingi’nde sıcak iyiden iyiye kendini gösterdiği sırada, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasına başladı. Siyasi konuşmaların tonu genellikle bana ağır gelir, bu tür konuşmalarda pek duygusal iniş çıkışlar olmaz. Kılıçdaroğlu yirmi beş gün boyunca yanında yürüyenlere teşekkür ederken, bir isim söyledi: “Veysel…” Veysel Kılıç bunu duyar duymaz, yüzünde minnet, teşekkür, keder olan bir ifadeyle birden yerinden fırladı. Konuşmadan geriye kalan bende sadece o yüz ifadesi olacaktı. Yıllarca, doğduğundan beri ötelenmiş, hiçbir zaman ön sıralarda oturmamış, kalabalık sınıfların hep arkalarına itilmiş bir babanın adı kürsüden anılmıştı. Tutuklu olan oğlunun iddianamesinin hazırlanması için mücadele ediyordu Veysel Kılıç. Pahalı ayakkabılarla yürümemişti, ama yirmi beş gün boyunca yürümüştü. Sonra da Çağlayan Adliyesinin önündeki metro durağında bayrak ve oğlunun fotoğrafı ile beklemeye devam etmişti. Veysel Kılıç’la ilgili internette yazılanları okurken, bir kez daha adalete ne kadar aç olduğumuzu düşündüm. Bazıları Kılıç’ın mücadelesini haklı buluyor, tutuklu harp okulu öğrencilerinin tatbikat bahanesiyle sahaya sürüldüğünü, bir an evvel iddianamenin hazırlanması gerektiğini söylüyor, bazılarıysa darbe girişiminde kaybedilenleri hatırlatarak, tutuklu yargılanmayı savunuyordu. Elbette, bu tartışmalar ya sosyal medyada ya da forumlarda sürüyordu… Oysa bir an evvel iddianameler hazırlanıp adil bir biçimde yargılama başlasaydı, bu tür tartışmalara, kutuplaşmaya ve adalet için mücadeleye gerek kalmayacaktı.
Uzun Adalet Mitingi günü sona ermek üzereydi, mitinge katılanlar yavaş yavaş dağılabiliyordu ve dönüş de bir başka yürüyüşe dönüşmüştü. Bir an döner köprülerin bulunduğu sahil yolunda kalabalıkla yürürken başımı kaldırdım, köprülerin üstü de tamamen insandı ve coşkuyla el sallıyorlardı. Biz bu kadar çok muyuz, diye düşündüm. Farklı partilerden insanlar yan yanaydı, CHP’liler, HDP’liler, MHP’liler, EMEP’liler, ÖDP’liler, STK’lar bir aradaydı, miting kitlesellik kazanmıştı. Bu, dönüş yolunda sloganlara da yansıyordu. Gruplara özgü değil, kapsayıcı sloganlar atılıyordu.
Dönüşte yürüdükçe günün yorgunluğu iyice hissedilir olmuştu. Oturup dinlenecek her yer doluydu. Küçük bir lokantada yer bulduk, oturduk. Biraz sonra bir türkü başladı: “Metris’in önü bir uzun alan…” Masalar birbirine eşlik ediyordu. Galiba birlikte türkü söyleyebilmeyi özlemiştik.
Adalet talebinin umuda dönüştüğü günün sonunda evde bir şiir beni bekliyordu. Metin olanlara yazılmış gibi, Metin Eloğlu’ndan…
“Umut diye bir şey yoktu ki yeryüzünde seni sevmeseydim
Hak hukuk bereket diye
Eşitlik kardeşlik hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim”
Yüreğimize sağlık ne iyi ettik!
Evrensel'i Takip Et