Sur’dan sonra...
Dünya kültür mirası listesinde olan bir kentin, dümdüz edilen sokaklarında rantın rüzgarları bugün pervasızca esiyorsa, Sur’a suskun kaldığımızdandır.

Özer AKDEMİR
Diyarbakır Ulu Caminin geniş avlusundaki güneş saatinin gölgesi öğle üzerini gösterdiğinde, cami girişindeki poşu satan amcadan Diyarbakır işi bir poşu alıp boynumuza doladık. Siyah beyaz, ucu püsküllü poşumuzla Dört Ayaklı Minare’nin etrafını turladık. Dört ayağının dördüne de elimizi sürdük. Henüz fırtına günleri başlamamıştı Amed’in. Henüz Dört Ayaklı Minarenin ayaklarına kan bulaşmamıştı. Henüz Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi minarenin gölgesinde katledilmemişti. Fırtına bulutları gittikçe yaklaşıyordu ülkeye, Amed’e.
***
Dört ayaklı minarenin yanı başındaki dar sokaktan Sur’a girmek ise bambaşka bir zamana, başka bir boyuta girmek gibiydi bizler için. Evlerin pencere demirlerinden çocuklar ayaklarını sarkıtarak bakıyordu tarih, toz ve baharat kokulu daracık sokaklara. Kadınlar kapı önlerine oturmuş, acılarını, özlemlerini, endişelerini işliyorlardı ince tığlarla.
Girişinde yapım yılı olarak 1376 tarihi okunan Surp Giragos Ermeni Kilisesinin tam karşısındaki bir hana girdik. Sahibi bir zamanlar lokanta olarak işlettiği hanın şimdi neden kapalı olduğunu karşıda kilise tabelasındaki kurşun izlerini göstererek anlattı; “Bu kurşunlar hiçbir şey daha. Hemen sokağın başında büyük bir çukur göreceksiniz. Mayın çukurudur. Oradan Kurşunlu Camiine giden bütün sokaklarda kurşun, roketatar izlerini görmek mümkün. Her ev delik deşik artık...”
Girişlerine çarşafların gerildiği, barikatların ardında gençlerin nöbet tuttuğu sokaklardan geçerek Kurşunlu camiine vardık. “Diyarbakır fatihi” de denen Bıyıklı Mehmet Paşa’nın adını taşıyan Fatih Paşa Camii, Anadolu’nun birçok kentinde olduğu gibi kubbesindeki kurşun levhalar nedeniyle halk arasında Kurşunlu Camii olarak biliniyordu. Daha girişteki demir kapıdan başlayarak caminin bütün duvarlarını kaplayan kurşun izleri, cami etrafındaki evlerde daha da yoğun olarak göze çarpıyordu. Yeni namazdan çıkan cemaate caminin neden kurşunlandığını sorduğumuzda kaçamak yanıtlar geldi, “çatışmadan seken kurşunlar” dediler. Oysa caminin gövdesi, bel hizasından yere paralel bir çizgi oluşturacak şekilde kurşunlanmıştı. Yüz yılların depremine, fırtınasına, savaşlarına direnen kalın sütunlarda, caminin daha üst taraflarında roket yanıkları, derin kurşun yaraları vardı. Kurşunlu Camii’ni kurşunlamışlar ama yıkamamışlardı.
Sur’da bu her tarafına tarih ve barut kokusu sinmiş sokakları gezerken yaklaşan fırtınanın endişeleri, sancıları, korkuları gözlerinden okunan mahalleliyle sohbet ettik. Daha doğrusu onlar bize bu sokaklardan her gelip geçen yabancıya sordukları soruyu sordular; “Ne zaman bitecek bu acılar! Ne zaman barış, huzur göreceğiz biz de. Ne zaman!..”
Fırtına bulutları dağılmadı ne yazık ki! Vakit kaybetmeden çöktü kentin, Sur’un üstüne. Önce Dört Ayaklı Minarenin dibinde ‘Barış Elçi’si katledildi. Sonra Sur’un sokaklarına girildi. Günlerce sürdü çatışmalar, kurşun, bomba sesleri. Sanki başka bir ülkeden bahsedermiş gibi “Sur’u aldık” çığlıkları atılırken gazete başlıklarında, Surlular, günlerce süren şiddetten kurtarabildikleri canlarını ve birkaç parça eşyalarını alarak terk ettiler yıllardır doğup büyüdükleri mahalleyi. Geriye çocuklukları, hüzünleri, kırgınlıkları, kurşun seslerine belenmiş anıları kaldı...
Birkaç günde dümdüz edildi Sur. 36 uygarlığın izlerini taşıyan, M.Ö. 7500’lere kadar uzanan tarihten, fırtınada yakılan Kurşunlu Camii’nin de aralarında olduğu birkaç tarihi yapı dışında hemen hemen hiçbir şey kalmadı. “Yeni bir Sur kuracağız” dedi zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu, bu yıkımı soranlara. “Demokratik Özerklik” talebinin yüksek sesle dile getirildiği Diyarbakır’ı, Sur’u anlatırken İspanya’nın Toledo kenti gibi olacağını söyledi. Toledo’nun İspanya’nın 17 özerk bölgesinden birinin başkenti olduğunu ise muhtemelen bilmiyordu!
***
Ülkenin birçok yerinde kentsel dönüşüm adı altında yapılan yağmanın en acımasız halini yaşadı Sur. Bakanlar Kurulu mahalleyi “kamu yararı” gerekçesiyle acele olarak kamulaştırdı. Sürgün edilen Surlular bu kez de tapulu evlerinin ellerinden alınması ile çifte mağduriyetin kucağında buldular kendilerini. “Kent kırımı” olarak adlandırdılar bunu. “Kilise ve camilerin yan yana olduğu Sur’un çok kültürlü yapısı, direngenliği güvenlik politikalarına kurban edildi” dediler. Mezopotamya halklarının birlikte kardeşçe yaşamasının simgesi olan tarihi yapıların yıkılmasının ise halkların kardeşliğine vurulmuş büyük bir darbe olduğunu söylediler. “Sur’un yok edilmesi sadece bir kent suçu değil, insanlık suçudur” diye de eklediler.
Diyarbakır’da, Alipaşa ve Lalebey mahallelerinin halkı evlerini boşaltmamak için direniyor şimdi. Dünya kültür mirası listesinde olan bir kentin, dümdüz edilen sokaklarında rantın rüzgarları bugün pervasızca esiyorsa, Sur’a suskun kaldığımızdandır. Bu sessizlik sürdükçe fırtına Sur’dan sonra tüm ülkeyi kasıp kavurmadan da durmayacak...
Evrensel'i Takip Et