07 Ağustos 2017 01:30

İnsanlık tarihi için önemli bir geçiş noktası: Aktopraklık

8 bin 600 yıllık Aktopraklık Höyüğü'nde devam eden kazı çalışmaları ile insanlık tarihine ışık tutan çalışmalar yapılıyor.

Paylaş

Emine UYAR
Eda AKTAŞ

Günümüzden 8 bin 600 yıl önce, avcı ve toplayıcılığı sürdürürken bir taraftan da tarım yapmaya başlayan toplulukların yaşadığı Aktopraklık Höyüğü Bursa şehir merkezine 30 kilometre mesafede Nilüfer ilçesi sınırları içinde yer alıyor. Akçalar Organize Sanayi Bölgesi yapılırken keşfedilen ve Sanayi Bölgesi’nin içerisinde kalan höyükte İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Doç. Dr. Necmi Karul başkanlığında kazılarına devam ediyor.

Kazı alanı aynı zamanda yılda bir kez gerçekleştirilen arkeoloji okuluna da ev sahipliği yapıyor. Türkiye’de başka örneği bulunmayan okulda, Türkiye’nin değişik üniversitelerindeki arkeoloji bölümlerinden gelen öğrenciler bir hafta boyunca kazı alanında, değişik dallarda öğretim üyelerinin katılımıyla atölyeler gerçekleştiriyor. 

ÖNCELİKLE KADINLAR İSTİHDAM EDİLMİŞ

Kazıda, yörede yaşamını sürdüren köylerde yaşayan kadınlar öncelikle istihdam edilmiş ve kazı ekibi köylerde de çeşitli çalışmalar yürüterek, oradaki evlerin ve kültürel değerlerin korunmasına öncülük ediyor. 

EvrenselWebTV’de yayımlanan Düşünmek Lazım programı için gittiğimiz Aktopraklık’ta programı hazırlayan Öğretim Üyesi ve Arkeolog Ahmet Uhri höyüğe dair bilgiler verdi. 

Uhri, Uluabat (Apolyant) gölüne bakan höyükte, Geç Neolitik dönemden başlayıp Erken Kalkolitik ve Orta Kalkolitik döneme kadar devam eden yerleşimler söz konusu olduğunu belirterek, “En erken evre, burada avcılık ve toplayıcılık devam ederken insanların yerleşik yaşama geçip tarıma başladığını gösteriyor. Bu dönemde Marmara ve Batı Anadolu’da tarımcı topluluklar ilk defa ortaya çıkmaya başlıyor. Batı Anadolu’da, İzmir Ulucak ve Yeşilova Höyükleri ile Aliağa’daki Ege Gübre Höyüğü, Marmara Bölgesi’nde de Aktopraklık ve Barçın Höyük, ‘Yerleşik yaşam, tarım, çiftçilik nasıl başladı, ilk çıktığı yer olan Güneydoğu Anadolu’dan buralara nasıl ulaştı, buradan nereye gitti’ bu konularda bilgiler veriyor. Buradan yavaş yavaş Boğazlar yolu ile belki de Balkanlara ve oradan da Avrupa’ya kadar gidecek ve insanlar yavaş yavaş çiftçiliği, bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeyi öğrenecekler. Bütün bu geçiş güzergahını gösteren yer de Aktopraklık Höyük” diyor.

70 YILLIK BİRİKİMİN YANSIMASI

Aktopraklık Höyüğü aynı zamanda bir açık hava müzesi. Bu müzeye işlev kazandırmak için de arkeoloji okulları düzenleniyor. 

İstanbul Üniversitesi Prehistorya (Tarih Öncesi) Ana Bilim Dalının, Prof. Dr. Halet Çambel’le başlayan 70 yıllık birikimine dayanıyor aslında burada yapılan çalışmalar. 

Açık hava müzesinde üç tane canlandırma köy bulunuyor. İlk iki tanesi kazıda açığa çıkarılan kalıntılara paralel olarak yapılan canlandırmalar. En eskisi MÖ 6 bin 600’lü yıllara tarihlenen buradaki ilk yerleşim dönemini yansıtan Neolitik köy. Diğeri yine MÖ 6 bin ile 5 bin 500 yılları arasına tarihlenen, Kalkolitik dönem diye adlandırılan, kerpiç yapıların olduğu bir canlandırma alanı. Üçüncü olarak da yakınlardaki bir dağ köyü olan Eski Kızılelma köyünden getirilen 150-200 yaşındaki evlerden oluşuyor. Alanı dolaşırken, bir zaman tüneli gibi, 8 bin 600 yıl öncesinden 20. yüzyılın başlarına kadar görebiliyorsunuz. 

Kazı ekibi aynı zamanda, oradaki yerleşimin sebeplerinden biri olan ve yok olmaya yüz tutmuş olan dereyi de canlandırmış.

ESKİ KIZILELMA KÖYÜ EVLERİ

Eski Kızılelma köyünün evleri de höyükte. Kazıda çalışan işçiler bu köyden geliyor, onları ziyaret eden kazı ekibi her seferinde evlerin birer birer yok olduğunu görünce, korunması için kazı alanına getirip mini bir köy oluşturmuş. Karul, “Evleri hikayeleri ile birlikte getirdik. Her ev kendi hikayesi ile birlikte yaşamaya devam ediyor, her ev bir müze aynı zamanda” diyor. Bir tanesi “Gelin evi” iken bir diğeri, yörede pişen yemeklere ilişkin bilgiler veriyor. “Masal evi”nde ise hem yörede hem de Anadolu’da anlatılan masallar yer alıyor. Evlerin bulunduğu alanda, köy kıraathanesi, pazar yeri ve değirmen var. “İşçiler zaten evlerini bize hediye ederek üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Burada da bu köylülerin ürünlerini satabilecekleri bir pazaryeri oluşturma düşüncesi var. Arkeolojik alanların sadece turistik amaçla değil bu şekilde de değerlendirilebileceği düşüncesi bizi heyecanlandırıyor. İnsanların kendi köylerinde yaşadıkları yerde üreterek kazanabileceklerini, mutlu olabileceklerini göstereceğini ve bu alanları koruma bilincini geliştireceğini düşünüyoruz. Bütün kazıların sonu geliyor. Bu tür bir alanı arkeolojik dokuya zarar vermeden ve arkeolojik alanın önüne geçmeden değerlendirme yollarını bulabilirsek aslında höyüklerin de korunmasının önünü açacağız anlamına geliyor. Biz gitsek de burası yaşayan bir höyük olarak kalır” diyor.

‘ÇALIŞMALARIMIZ ARKEOLOJİK BİLGİYE ULAŞMAKLA SINIRLI DEĞİL’

Doç. Dr. Necmi Karul, arkeolojik bilgiye ulaşmakla sınırlı bir bakış açısı geliştirmediklerini dile getirerek, “Çevremizle de ilgileniyoruz en azından çalıştığımız yerdeki insanı işin içine katmaya özen gösteriyoruz. Böyle olunca bir şekilde o arkeolojik alanın da kullanılması bizim için bir hedef halinde” diyor. 

Kazıda çalışan işçilerin büyük çoğunluğu kadın. Bunun sebebine ilişkin Karul, “Her şeyden önce bir kazıda olması gereken titizliği gösteriyorlar ve erkeklerden daha düzenliler. Ama asıl nedenlerinden biri kadın emeğini daha fazla önemsememiz, küçük de olsa buradan haneye girecek gelirin kadın üzerinden girmesini daha anlamlı buluyoruz” diyor. Canlandırmasını yaptıkları köylerin kazıdaki yerlerine yakın olmasına dikkat ettiklerini ifade eden Karul, “Canlandırma yaptığımız yerlerin altında arkeolojik kalıntı yok. Üçüncü dikkat edilen nokta bu alanların birbirini görmemesi. Bakı yönü, yani manzara ve bitki örtüsüne de dikkat ettik. Uludağ’ın etekleri burası. Aynı zamanda bir terasın üzerindeyiz ve 1-2 teras sonra Uluabat gölüne ulaşılıyor. Dolayısıyla hem orman doğal olarak da hayvan bakımından zengin ama aynı zamanda tarıma uygun bir bölge. Su bakımından da oldukça zengin” diyor. Karul, bu tür tarih öncesi dönemlere ait kalıntıların bir antik kentteki gibi mermerden yapılmış sütunları ve tapınakları olmadığı için bu alanları arkeologların bile gözünde canlandırmakta güçlük çektiğini dile getiriyor.

ARKEOLOJİ OKULLARI

Aktopraklık Arkeoloji Okulları farklı yaş gruplarına hitap eden bir kurguda planlanmış.  Anaokulu, ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine yerinde tarih bilinci verme amacını taşıyor. Aktopraklık’ta ne bulunduğu, nasıl bir yerleşme olduğu, beslenme, teknoloji ve sembolik dünyanın  gelişimi anlatılıyor. Müzede vitrinde gördüklerini ellerine alıp dokunarak öğrenebilecekleri bir giriş bilgisi veriliyor. Daha sonra kazıdan çıkan atık toprakla oluşturulan bir höyük alanı içerisinde öğrencilere kazı yaptırılıyor, kazı tekniği de öğrenmiş oluyorlar. Belgeleme tekniklerini, çıkardıkları çanak ve kemik parçalarını temizlemeyi, birleştirmeyi öğreniyorlar. Mikroskopla tohumlara bakıp, kemikleri inceliyorlar. Bulduklarını birbirlerine anlatarak bir nevi sempozyum gerçekleştirmiş oluyorlar. Sonra tümledikleri parçaları sergilemeleri sağlanıyor. Karul, “Böylece bir arkeolog ne yapar, veriye nasıl ulaşır, ulaştığı malzemeyi, veriyi nasıl bilgiye dönüştürür sonuçta bu bilgiyi toplumla nasıl paylaşır bunu  bir günlük atölye çerçevesinde yapıyoruz” diyor. 

Anaokulu ve ilköğretim öğrencilerinin ardından üçüncü grubu üniversite öğrencileri oluşturuyor.Farklı üniversitelerin arkeoloji bölümlerinden birinci ve ikinci sınıf öğrencileri geliyor. Bu yıl üçüncüsü yapılan okula, eğitimcilerle birlikte 70 kişi katıldı. Sanat tarihi ve mimarlık öğrencilerinin de yer aldığı okulda, deneysel çalışmalar yapılıyor bunlar teorik derslerle destekleniyor. Bir hafta süren okulda, öğrenciler, konunun uzmanlarından çömlek yapmayı, maden ergitip onlarla alet yapmayı, eşya üretmeyi, dokumacılığı, kumaş boyamayı ve ‘arkeobotani’yi yani bir arkeolojik kazıda botanik kalıntıların nasıl elde edildiğini öğreniyorlar.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Kadın yazarlarımızın yapıtlarında kadına şiddet

SONRAKİ HABER

Libya’da uzlaşma girişimleri ve kabilelerin rolü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa