Her yerde pıtrak gibi özel kreş!
Geçtiğimiz günlerde 3 yaşındaki Alperen'in ölümüne neden olanınkine benzer pek çok özel kreş var. Peki ücretsiz, nitelikli kamu kreşleri nerede?
İzmir Çiğli’de denetimsiz özel kreşin 3 yaşındaki bir çocuğun canına nasıl mal olduğunu gördük. Hangimiz minik Alperen’in hayatını nasıl kaybettiğinin ayrıntılarını okurken öfkelenmiyor, duygulanmıyor, kendi çocuklarını düşünmüyor olabilir ki? Hangimiz çocuklarımızı kreşe, anaokuluna götürürken içimiz ferah, huzurlu, kaygısız ki?
Alperen’in ölümü, ihmaller zinciri ortaya çıktıkça daha fazla ‘cinayet’ halini alıyor ve bize kreş ve anaokullarının durumunu bir kez daha sorgulatıyor...
Her yerde pıtrak gibi özel kreş ve anaokulları var. Renkli tabelaları, göz boyayan duvarları var. Büyükşehirlerde en ucuz özel kreşin fiyatı 700 liradan başlıyor. Ailelere söylenen “Ne kadar para, o kadar hizmet” oluyor. Söz konusu olan çocuklarımızın hayatı, geleceği olduğu için, işin içine bir de mecburiyetler girince hem nitelik hem de fiyat açısından en uygununu seçmeye yöneliyoruz. Kimisi çok büyük paralar harcayarak daha nitelikli olduğunu düşündüğü kreşlere gönderiyor çocuğunu, ama çoğunluk bütçesinin zoruna bakmak durumunda kalıyor. Nihayetinde güven duymak zorunda hissediyoruz kendimizi, içimizi kemiren tüm “acabalara” rağmen. Kendimizce denetim mekanizmaları geliştirmeye çalışıyoruz.
Ama aslında tabelalarında koca koca bakanlıkların adı yazan bu kurumların o koca koca bakanlıklarca denetlendiğini düşünüyoruz. Düşünmek istiyoruz...
Servis şoförünün eğitimini, kreşin sahibi olan kişinin bu işi yapmaya muktedir bir niteliği, yetkinliği olup olmadığını, okulda görevlendirilen öğretmenlerin, yardımcı elemanların eğitimini, performansını, işini yapıp yapmadığını kişisel olarak ne kadar denetleyebiliriz? Elimizden geldiğince, gözümüzün gördüğünce, sorduğumuzda aldığımız yanıtlara, belgelere güvendiğimizce...
Evet, aile denetimi önemli. Ama işin asıl sorumluluğu bu insanlara bu kurumları açma yetkisi verenlerde değil mi?
KREŞ HAKTIR! HEM ÇOCUK İÇİN HEM DE AİLELER İÇİN...
Meselenin bir de başka bir boyutu var. Okul öncesi eğitim kurumları aslında sadece anne-babaları çalışan çocukların ‘mecburiyetten’ gönderildikleri yerler değildir. Okul öncesi eğitim, oyun oynaması, yaşıtlarıyla ilişki içinde olması, yaşına uygun bir biçimde zihnen ve bedenen gelişmesi için kurumsal olanaklara sahip olması gereken bütün çocukların hakkıdır aynı zamanda...
Ama bizde okul öncesi eğitim kurumları “Çocuğa evde bakacak kimse olmadığı için mecburen gönderilen” yerler olarak canlanır insanların zihninde. Nedeni, bunun kamusal bir hak olmaktan çıkarılması... Biraz da ebeveynliğe özellikle de anneliğe ilişkin o çok pohpohlanan “Çocuğa kendin bak” düşüncesidir buna neden olan. “Çocuğa kendin bak, zihinsel gelişimi için daha iyi, aman da güvenli bağlanma bu yaşta çok önemli sakın kimseye emanet etme” gibi yaygınlaştırılan fikirler, kamusal bir hak olan okul öncesi eğitiminin elimizden alınmasının yükünü hem zihnen hem bedenen aileye, aslında anneye yüklemektir gerçekte.
Bakın hâlâ kreş olan mahalle sayısı çok az. Hâlâ yalnızca 150’nin üstünde kadın çalıştıran iş yerlerinin kreş açma zorunluluğu var.
Oysa, Türkiye’de işletmeler daha çok küçük ve orta ölçekli, yeni 150 ve üstü kadın çalışanı olan işletme sayısı yok denecek kadar az. Var olanlar da yeterince denetlenmiyor.
Devlet kurumlarında ise ödeneklerinin kesildiği 2007 yılından itibaren 492 olan kreş sayısı 118’e düşmüş durumda. Ayrıca, bu hizmetlerden yalnızca 3-6 yaş arası çocuklar yararlanabiliyor, 3 yaşın altındaki çocuklar için ise devlet neredeyse hiç bakım hizmeti sunmuyor.
Ama özel eğitim kurumlarına teşvikler veriliyor, cemaatlerin kurslar, sıbyan okulları adı altında kurumlar açmalarının önü açılıyor. Hatta bunlarla protokoller imzalanıyor, devletin kasasından bütçeler ayrılıyor.
Bizden istenense her açıdan denetimsiz bu tür özel ‘girişimlerin’ sadece cebimizi değil, geleceğimizi de tüketmesine seyirci kalmak oluyor.
AİLE BAKANININ İTİRAFI: İŞİMİZİ YAPMADIK
Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya geçtiğimiz günlerde şöyle söylemişti:
“Kamuda çalışanı 150’den fazla olan yerlerde kreş açma zorunluluğu var. Şimdi ben bu konuda kamunun karnesini çıkarıyorum. Önce kendimizin uyması lazım bu kurala. Bakan arkadaşlarıma da söyledim tek tek soruyorum kreşiniz var mı. Kamu kurumlarından şu an karne çıkarılıyor. Önce kamunun görevini yapması, bu kurala uyması gerekir. OSB’lerin hepsinde kreş açacağız. Çok kadın çalışan var ama kreş yok. Kadın istihdamını artıracaksanız, çocuğuna bakma sıkıntısını gidermemiz lazım.”
Sanki “kamu”nun görevini yapmasını sağlamakla görevli olan o değil! Sanki durumun bu hale gelmesinin sorumlularından biri bakanlık yaptığı hükümet değil!
KREŞ ZORUNLULUĞUNU DA KREŞLERİ DE ORTADAN KALDIRDILAR
Sosyal Güvenlik Kurumunun verilerine göre yaklaşık 1 milyon 750 bin işyeri var. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 2013 yılında sadece 1591 işyerinde 150’den fazla kadın işçi çalıştığını ifade etmişti. Yani Türkiye’deki tüm işyerlerinin ancak binde birinde kreş açma zorunluluğu var. Çocuk bakımını sadece çalışan kadınların sorunu ve sorumluluğu olarak gören, “Aman işverene maliyet olmasın” diyen yaklaşımın doğurduğu sonuç bu... 150’den fazla kadın işçi kuralı çocuk bakım sorununun çözümü için aşılmaz bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Çoğu işyerinin bu sınır nedeniyle kadın çalışan sayısını 149’da tuttuğunu biliyoruz.
Ama gereken sayıda kadın işçi çalıştıranların da yükümlülüğü yerine getirdiğini söylemek mümkün değil. Çünkü bir yaptırımı yok!
Faruk Çelik, 2012 yılında yapılan teftişlerde kreş açılması gereken 172 işyerinin 76’sının kreş açmadığının tespit edildiğini, 2008 yılında ise işverenlerin yüzde 50-60’ının kreş açma yükümlülüğünü yerine getirmediğini söylemişti. Şaka gibi değil mi! İşverenlerin 150 işçi kuralı nedeniyle sadece binde birinin kreş açma yükümlülüğü var. Bunların da yarısı bu yükümlülüğünü yerine getiriyor. Peki, kreş açmamanın cezası ne kadar? İşyerinin tehlike sınıfına göre her ay için 2 bin 25 TL ile 4 bin 50 TL arasında değişiyor. Görünen o ki, birçok işveren kreş açmak yerine cezayı ödemeyi tercih ediyor!
Kamu kurum ve kuruluşlarında da tablo farklı değil. Devlet Memurları Kanunu “Devlet Memurları için lüzum ve ihtiyaç görülen yerlerde çocuk bakımevi ve sosyal tesisler kurulabilir” diyor. Zorunluluk olmadığı gibi kreş ve çocuk bakımevleri sosyal tesis kapsamında sayılıyor. Bu tesislere kendi giderlerini karşılama zorunluluğu da getirildi. Hal böyle olunca, fatura kamu emekçisine çıktı. Sonuç olarak kamu kurum ve kuruluşlarında 2008 yılında 497 olan kreş sayısı, 2015’te 121’e, 2016’da 56’ya düştü.
AKP her seçimden önce belediyelere kreş ve çocuk bakımevi kurma yükümlülüğü getireceğini vadediyor.
Ancak hâlâ yapılan bir düzenleme yok. Zorunluluk olmayınca, örneğin koskoca İstanbul’da yaklaşık 50 belediye kreşi ve bu kreşlerde yaklaşık 3 bin çocuk var. AKP, kreş sorununu çözmek, sözünü tutmak yerine “büyükanne projesi” ile göz boyamaya çalışıyor. 10 ilde torununa bakan 6 bin 500 büyükanneye bir yıl boyunca aylık 425 TL ödenecek. Aman ne büyük devrim!
NE İSTİYORUZ!
* Her mahallede ve her iş yerinde kreşler olmasını talep ediyoruz.
* Kreşlerin kolay ulaşılabilir, ücretsiz, nitelikli ve özellikle vardiyalı çalışanların çocukları için 24 saat açık olmasını istiyoruz.
* İş yerlerinde emzirme odası ve çocuk bakım hizmeti verilmesi zorunluluğunun kadın çalışan sayısı üzerinden değil, toplam çalışan sayısı üzerinden uygulanmasını, ebeveyn izninin kullanılabilir hale gelmesini istiyoruz.
* Yerel yönetimlerin kreş açması için yerel yönetimler yasasında gerekli değişikliklerin yapılmasını, bu yasaların kağıt üstünde kalmaması için bir an önce harekete geçilmesini istiyoruz. Bu kadar ranta bulaşmış belediyelerin kreş açmamanın gerekçesi olarak ‘Finans kaynaklarımız yok’ demesinin hiç bir anlamı olmadığını biliyoruz!
* Ve var olan kreşlerin denetiminin yapılması, çocuklar için uygun nitelikte olmayanların hiçbir yolsuzluğa, kayırmaya, göz yummaya izin verilmeden kapatılmasını istiyoruz!
Mahallelerde, iş yerlerinde nitelikli, sağlıklı, güvenli, ücretsiz eğitim istiyoruz...
Biliyoruz, bunlar hayal değil. İstenirse yapılır. İstenirse patronlara teşviklere, müteahhitlere peşkeşe ayrılan paranın çok az bir kısmıyla bile bunlar yapılabilir.
Biliyoruz, çocuklarımız ve biz daha iyi bir hayat yaşayabiliriz...
Biliyoruz, bütün bunlar birlikte istemeden, birlikte hareket etmeden olmaz... (EKMEK VE GÜL)