Bir nostalji macerası
Fulya Özlem'in bu haftaki Evrensel Pazar öyküsü.
Fulya ÖZLEM
Çook iyi kafalar aaabiii! Gittik işte, arkadaş dedi, “80’lerde Çocuk Olmak” belgesel filminin setiymiş orası, kurmaca belgesel oluyo bu şimdi, ama abi her şeyi konsepte uygun yapmışlar var ya, böyle ’80’lerde hani devlet memurlarının kampı oluyordu, bildin mi? Hah işte o konsepte uygun bir tasarım, böyle kampın bir “Müdüriyet”i var görsen, demirden, çekmeceli masaların olduğu bir “yazıhane”, ilk çekmecesi kilitli oluyo bu masaların genelde. Üstünde boy boy zımbalar , delik açıcılar , dolma kalemler filan... Sanki o masada kampın şortlu, terlikli işletmecisi değil de arzuhalcisi oturuyor sanırsın. Duvarda bir Atatürk resmi, yanında “Gençliğe Hitabe”. Onların yanında asılı, İsviçre Alplerinden manzaralar içeren bir takvime göre 1986 yılının ağustos ayındaymışız. Tüplü bir televizyon ve altında video var, Sanyo marka video, ITT Schaublorenz televizyon. Televizyonun ekranında hep necefli maşrapa gösteriliyor, arasıra da yılbaşı programından enstantaneler göze çarpıyor aynı ekranda, palto giyen bir dansöz tüller arasında oynu-yor ve kolormatik gözlükleriyle sevilen bir sanatçımız, “san’at, san’at” diyor, ayın mı çatlatıyor ne? Çoğ acayip ortam yapmışlar abi, film gerçekçi olsun diye hiçbir masraftan kaçınmamışlar, video kasetleri var televizyon sehpasında alt alta dizili : Çağrı, Devekuşu Kabare: Yasaklar; çocuklar kızamık olunca seyredilen bir seri Kemal Sunal filmi filan...
Geçen hafta da benim gibi sakallı, yenilikçi, nev-i şahsına münhasır olduğundan dolayı gezegeni ikinci el keşifleriyle yeniden şekillendiren, keşiflerine düşkün arkadaşlarla Eyüp’ü şenlendirmiştik. Açıkhava AVM’si diyebileceğimiz yan yana dizili tuhafiye merkezlerinden birer zikirmatik ve envai çeşit tespih edindik. Tabii izlenimlerime göre tespihi boynuma takmamdan çok hoşlanmıyorlar bu çevre-lerde, yenilikçiliğimi anlamıyor, biricikliğimi kıskanı-yor olsalar gerek. Ne demiş Wittgenstein: “Bir adam zamanının ötesindeyse, zaman elbet bir gün ona yetişecektir”, işte o adam benim! Fakat henüz tespihin vücudun titreşimleriyle, efenim kan dolaşımıyla filan rezonansa geçen beden ve doğa dostu, gelenekten geleceğe uzanan bir takımız olduğunu ben ve ahbaplarımdan başka kimse keşfedemedi. Zamanımın ötesindeyim ve bana, şalvarıma, sakalıma, “Hela takunyası mı o?” diye dalga geçtikleri sandaletlerime ve durmaksızın kimsenin henüz keşfetmediği bir yarı-ünlüyü keşfeden zihnimi içeren, annemin yastığa büyük bir özenle yerleştirmesi sayesinde muhteşem bir yumurta şeklinde gelişmiş kafama yetişen tek şey bir sopa oldu. Bu konuda da sofistike zevklerimle öne çıkan biri olduğum için bir an, o uzun ince cisim kafama yaklaşırken “Kızılcık mı o?” dedim ama sonra tabana kuvvet tabii. Anlaşılamadığım yerlerde-şehr-i İstanbul’un zikirmatik alınabilecek tarihi semtleri-, bana hoşgörü gösteremeyecek insanlara hoşgörü göstermek anlamsız geliyor bana, direkt kaçıyorum bu kalabalıklardan, hele eli sopalıları, çok fena oluyor. Yenilikçi estetiğimle dayak yiyor, şamar oğlanı oluyorum...
Velhasıl bu hafta da kankalarımla az önce bahsettiğim gibi paraları denkleştirdik, “80’lerde Çocuk Olmak”ın setine gittik. Vallahi benim için bir Jurassic Park, bir Steven Spielberg- Şpiiiilbörg okunur –atmosferi gibi bir yer burası. Bilet alıp gelsek yeridir ve daha hiçkimse keşfetmemiş abiiii! Girişimci bir abimiz bu konuya el atmalı. Burada biletli olan tek şey, yeni açmış oldukları ’80’ler Objeleri Müzesi. İçeride her tür karışık kaset, doldurulmuş anket defteri, Samantha Fox ve Modern Talking çıkartması, kokulu silgi, üstünde zenci kız resmi olan kakaolu gofret, leblebi tozu vb. gibi ’80’lerin kült objeleri bulunabiliyor. Şeri Şeri Leydi ve Yeke Yeke gibi hit parçalar, sizi müzenin klimayla serinletilmiş atmosferinden koparıp birden anılarınızdaki bir okul çayına götürebiliyor... Hatta müzenin bir de mağazası var, orada klasik ürünler olduğu gibi tasarım ürünler de bulmak ve satın almak mümkün. Mesela, klasik tasarımlardan, ilk sayfasında “Bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim” yazan, pembe kapaklı, kilitli anket defterleri yok satıyor. Keza ezan okuyan Kabe şeklindeki çalar saat, yemlenen tavuk ve gözleri bir sağa bir sola bakan tavşan dizaynlı çalar saatler de gözde ürünler arasında. Ben bizimkilere hediye olarak, müzenin kendi tasarımı olan, alarmı Hasan Mutlucan’ın okuduğu “Yine de şahlanıyor” türküsü şeklinde çalan çalar saati aldım. Babamla anneme büyük sürpriz olacak! Artık bayılırlar mı kızılcıkla mı kovalarlar bilemem...
Dükkandan çıkıp ortama geri döndük ve film setindeki ’80’ler detaylarının canlandırma örnekleri arasında kaybolup gittik arkadaşlarla. Bir oy pusulası buldum, “Bu ne?” dedim, niye bunun üzerinde “Kabul” ve “Red” yazıyor? ’80’lerdeki referandumda “hayır” kelimesi hayırlı bir şeyi çağrıştırıyormuş da maazallah önlem almışlar. Kabul o zaman, sürrealmiş hocam!
Plastik sandalyelerin henüz keşfedilmediği yıllardan bir kafeterya vardı sahilde. Bir çay bir tost söyle-dim. Ay eskinin şu komünist tandanslı işletmecileri gibiydi adam yemin ederim. Elinde plastik mavi bir sineklik, sağına soluna gelişi güzel vuruyor hayalet avcısı gibi. Şimdinin hizmet sektörü nerdeee? Bir çay bir tost alacağım diye iki saat dil dökmem gerekti. Hikayedeki Meksikalı balıkçı gibi “Zengin olmakla ilgilenmeyen rahat adam” rolünü mükemmel bir şe-kilde canlandırıyordu canlandırma belgeselde.
Sonra gözüm ekrana takıldı. TRT Türkçesi konuşan bir spiker ülkemizde her şeyin ne kadar yolunda gittiğinden övgü dolu sözlerle bahsetti: Ekonomimiz yeni tedbirler sayesinde harikaymış, bebeler artık Çikita Muz yiyebiliyormuş, işsizlik azalmış, nüfus çoğalmış-bereket tabii- ve de en önemlisi tüm kötülüklerin anası olan dış ve iç mihraklar en ağır şekilde cezalandırılmaktaymış. Yaa çok güzel abi, o kafaları çok seviyorum: “Esen kalın sayın seyirciler” falan filan kafası... “Şimdi kalmadı böyle hiç” dedim kantinci abiye, “eskiden haberler bile ne güzelmiş!” Dik dik baktı suratıma. “Ne diyon bilader?” dedi, akşam haberleri bunlar, 6 Ağustos 2017, 20.00 bülteni. Ama o ortama yakışmış biliyo musun? Sevindim ben yine de. Bazı şeyler hiç değişmiyor memlekette. Haberler hep güzel. Çok şükür. Yalnız “Çikita Muz”a koptum he! Çikita ya! Assfhghhdgdgdshhhh!