Gülsüm Cengiz'den Muzaffer İzgü'ye mektup
Şair-Yazar Gülsüm Cengiz, 84 yaşında hayatını kaybeden Yazar Muzaffer İzgü için yazdı.
![Gülsüm Cengiz'den Muzaffer İzgü'ye mektup](https://www.evrensel.net/upload/dosya/91186.jpg)
İLGİLİ HABERLER
![Yazar Muzaffer İzgü hayatını kaybetti](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/89550.jpg)
Yazar Muzaffer İzgü hayatını kaybetti
![Muzaffer İzgü: Tek dileğim okuyan bir toplum olmamız](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/89513.jpg)
Muzaffer İzgü: Tek dileğim okuyan bir toplum olmamız
Gülsüm CENGİZ
Sevgili Muzaffer abi,
Sana yazdığım bu mektubu okuyamayacağını biliyorum; ancak yine de okur, yazar, anne olarak benim yaşamımdaki yerinden, bendeki Muzaffer İzgü'den söz etmek istiyorum.
Ben, ablam ve ağabeyim, çocukluk günlerimizden başlayarak iflah olmaz kitap tutkunlarıydık. O yüzdendir erken yaşta tanıştık ülkemiz ve dünya edebiyatının ustalarının yapıtlarıyla. Senin güldürü öykülerin de bunların arasındaydı. O yüzdendir ki 23 yıl önce seninle yüz yüze tanıştığımızda, Her Eve Bir Karakol, Donumdaki Para, Halo Dayı adlı kitaplarını, mizah dergilerinde yayınlanan öykülerini çoktan okumuştum. Önce yetişkinler için yazdığın mizah öykülerinden tanıdım seni. Anlatımındaki ustalık, satırlar arasındaki acı alay ve toplumsal gerçekçi içerik hemen ilgimi çekmişti. Sonra çocuklar için yazdığın öyküleri okudum ve usta bir kalemin çocuklar için yazmasının ne denli önemli olduğunun bir kez daha ayrımına vardım. Dönemin koşulları nedeniyle öğretmenlikten ayrılmak zorunda kaldığım için, kitaplarını öğrencilerime okutamadım, ama yetişkin kitaplarının yanı sıra çocuklar için yazdığın kitapların da sadık bir okuru oldum. Özellikle 1980 yılında İstanbul Uluslararası Çocuk Kitapları Fuarı'nda 1. lik ödülü alan Uçtu Uçtu Ali Uçtu adlı kitabından çok etkilendim. Almanya'ya ve öteki ülkelere çalışmaya giden insanlarımızın geride bıraktıkları çocuklarının yaşamları, duyguları, özlemleri öyle güzel dile getirilmişti ki... Senin çocuklar için yapıtlar üretmenden çocuklar adına büyük bir sevinç duydum.
12 Eylül dönemiydi. 1983'te ilk kez Varlık'ta yayınlanan şiirlerimle birlikte edebiyat yolunda ilk adımlarımı atmaya başlamıştım. O dönemde, 1977'de araştırmacı olarak başladığım çocuk ve gençlik edebiyatı alanında da yazmaya başladım. O yüzdendir ki, 1987'de yayınlanan ilk şiir kitabım Eylül Deyişleri'nin ardından 1988'de dört çocuk kitabım birden yayınlandı. Böylece okullarda, eğitim örgütlerinin ya da belediyelerin düzenlediği etkinliklere katılmaya başladım. İşte seninle de böyle bir etkinlikte tanıştık. 1994 sonyazıydı. Belediye Başkanı İsmail Aynur'un çağrılısı olarak Altınoluk Antandros-Yaşama Saygı Festivali'ne katılmıştım. Kimler yoktu ki!... İsim sayarsam eksik olur, o yüzden artık aramızda olmayan Mehmet Başaran ve Halit Çelenk'in adını anmakla yetineceğim. Hüseyin Yurttaş ve sen İzmir'den gelmiştiniz. Kaz Dağlarının sonsuz yeşilliği arasındaydı bizi konuk ettikleri yer. Sabah kahvaltısında mı karşılaştık ilk kez, yoksa akşam yemeğinde mi onu anımsamıyorum. Ama seninle aynı etkinlikte buluşmaktan, aynı masada oturmaktan büyük bir sevinç ve onur duymuştum. Seni yakından tanıyınca ne denli alçak gönüllü, dost ve büyük bir insan olduğunun ayrımına varmıştım.
Anımsar mısın? O etkinliğe 9 yaşındaki kızım Aslı ile birlikte gelmiştim. Programımız nedeniyle sen, eşin Günsel İzgü ve birkaç kişi daha oteldeydik. Beklenmedik bir anda kızım küçük bir kaza geçirmişti. Odamızın önündeki balkonda oynarken ayağı kırık bir tahtadan içeri girmişti ve çıkaramıyorduk. Bir yandan da aşağı düşecek diye korkuyordum. Onu oradan çekip çıkarmaya çalışırken sen ve eşin hemen yardıma gelmiştiniz. Aslı korkmuştu, canı yanmıştı, ağlıyordu. Yarasına pansuman yaparken onu sevecen sözlerle yatıştırmıştınız ikiniz de. Aslında yalnız Aslı'yı değil, çocuğunun canı yandığı için onun da canı yanan, çocuğu için kaygılanan bir anneyi de avutmuştunuz... O günden sonra dedesi oldun kızımın, sevgili Günsel İzgü de ninesi. Sonrasında daha sık karşılaştık seninle ve her görüşünde ilk sözün “Torunum nasıl?” oldu. Bu dostluğun, sıcaklığın, sahiplenişin için sana nasıl teşekkür etsem? Senin ilginin, yakınlığının yüzeysel olmadığını, sevginin içtenliğini duyumsadım hep.
Aslı, ortaokulda okurken edebiyat ödevi için kapını çaldığımızda da aynı sıcaklığı, ilgiyi gösterdin ve emeğini esirgemedin küçük bir çocuktan... Aslı o röportajı yapmadan önce, Zıkkımın Kökü'nü çoktan okumuş ve o kitap için, okuduğu onca kitaba karşın “Okuduğum en güzel kitap,” demişti bile. Aslı, seninle telefonla yaptığı röportajında sormuş; “Zıkkımın Kökü adlı kitabınızda anlatılanlar sizin gerçek yaşamınızdan mı?” diye. Demişsin ki; “Zıkkımın Kökü, benim gerçek yaşamım. Bire bir. Yoksulduk, evde ekmek yoktu; ama sevgi çoktu. Sevgi beni besledi, büyüttü.” demişsin. Öyle güzel, önemli düşünceler barındırıyor ki söylediklerin. Örneğin; “Son olarak gençlere ne söylemek istersiniz?” sorusuna şu yanıtı vermişsin: “Gençlere değil de yetişkinlere bir şey diyeyim; bizim ülkenin eksikliği. Yetişkinler, çocuklara hep sevgi gösterirler, bilmem yapay bilmem gerçek. Ben gençlere, çocuklara saygı gösterilmesini istiyorum. Gencine saygı gösteren bir toplumda gençlerin daha başarılı olacaklarına inanıyorum. Çünkü kendilerine daha çok güvenecekler.” Aslı, yanıtlarının yanına Altınoluk'ta yanyana durduğumuz fotoğraflarını yapıştırmış. Kızım Aslı Akyüz büyüdü ve bir ressam oldu; ama seninle yaptığı röportajın da yer aldığı o ödevi hala saklıyor.
Sevgili Muzaffer abi, sonra seninle ne çok buluştuk kitapların aydınlığında... İstanbul Kitap Fuarında, Akşehir'de Nasrettin Hoca Şenliklerinde, Afrodisyas Kültür Sanat Günlerinde... Akşehir'deki Nasrettin Hoca Şenliğindeki Mizah konulu sunumumda şunları dile getirmiştim: “Çocuk ve Gençlik yazınında güldürü ağırlıklı olarak Muzaffer İzgü kitaplarıyla başlamıştır diyebiliriz. Daha önce yetişkinler için ürün veren ve bu ürünleri de çocuklar ve gençler tarafından severek okunan İzgü, doğrudan çocuk ve genç okuru göz önüne alarak öyküler, romanlar yazmıştır. Anneannem dizisi, Ökkeş dizisi, vd. Muzaffer İzgü’nün öykülerinde de Aziz Nesin öykülerinde olduğu gibi insanın sorunlarıyla ve çevresiyle ele alındığını, toplumsal sorunların işlendiğini görürüz. Bazen güldüren, bazen acı acı gülümseten, bazen derin derin düşündüren bir güldürüdür İzgü’nün biçemi. Okurunu güldürürken düşündürmek; sorgulamak, yargılama yetisini geliştirmeyi hedefleyen bir güldürü. Ya da okurunun çocuk olduğunu göz önüne alarak anlattığı üzücü olayların etkisini hafifletmek için güldürü biçemini benimseyen bir anlatım. Tıpkı Zıkkımın Kökü, Ekmek parası, Uçtu Uçtu Ali Uçtu, Yumurtadan Çıkan Öğretmen'de olduğu gibi...”
Sevgili Muzaffer abi, çocuk kitaplarını ilkokuldaki öğrencilerime okutamadım, ama onları yıllar sonra daha büyük öğrencilerimle buluşturdum. 11 yıl öğretim üyesi olarak çalıştığım Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde Çocuk ve Gençlik Edebiyatı dersi verirken öğrencilerime ülkemiz çağdaş yazarlarının yapıtlarını listeleyip veriyordum. Öğrenciler kendi seçtikleri yazarın kitabını okuyup inceleyerek ödevlerini yapıyor, sunumlarını gerçekleştiriyorlardı. Derslerde adı en çok geçen yazarın sen olduğunu söylersem bu abartı olmaz. Öğrencilerim Ökkeş'i, Kayıp Kız'ın Dilber'ini, biraz yaramaz anneanneyi, Dilber'i ve öteki roman ve öykü kahramanlarını tanıdılar dersler süresince... Sonra bölümümüzün düzenlediği 2. Yaşayan Yazarlar Sempozyumu'nun konuğu oldun. Bu kez hep birlikte hazırlandık senin için. Ben de Ekmek Parası romanından yola çıkarak “ÇALIŞAN ÇOCUKLAR KONUSUNUN EDEBİYATA YANSIMASININ BİR ÖRNEĞİ OLARAK MUZAFFER İZGÜ’NÜN “EKMEK PARASI” ROMANI” başlıklı bildiriyi sunmuştum. Bildirinin sonuç bölümünde şunları yazmıştım: “Muzaffer İzgü, usta bir kalem olmanın keyfiyle, hiç zorlanmadan, yalın ve akıcı bir dille anlatmış öyküsünü. Çocukların rahatça anlayabileceği ve sürükleyici kurgusu nedeniyle sıkılmadan okuyabileceği bir kitap Ekmek Parası. Günümüz dünyasında ve ülkemizde önemli bir sorun olan çalışan çocuklar konusu, Muzaffer İzgü’nün Ekmek Parası romanında”çocuğa görelik ilkesi” gözetilerek başarıyla işlenmiştir. Ekmek Parası, çocuk ve genç okurların kiminin kendi gerçekliğiyle yüzleşmesi, kiminin de kendi yaşadığı koşulların dışında bir dünya ve yaşam olduğunu öğrenmesi açısından önemli bir yapıttır.”
Sempozyum boyunca sunumdan sunuma koşup bildirileri dikkatle dinleyişin, alçak gönüllülüğün, gençlerle sevginin ötesinde saygıya dayalı iletişimin hala belleğimde...
Yaşam, sevinçlerin yanı sıra acılarla ve üzüntülerle de karşılaştırıyor insanı. Eşin, sevgili yaşam yoldaşın Günsel İzgü hastalanınca, onu hiç yalnız bırakmak istemedin. TYS Genel Sekreteri olduğum dönemde Almanya'daki bir edebiyat etkinliği için aradığımda, eşinin hastalığı nedeniyle gidemeyeceğini, onu yalnız bırakmak istemediğini söylemiştin. Eşine bağlılığın, gösterdiğin sevgi ve vefa duygusu sana duyduğum sevgi ve saygıyı daha da artırdı.
Eşin hastalanıp yatağa düştükten sonra hep günü birlik gidip döndün etkinliklere. Aynı nedenle, Boğaziçi Üniversitesi'nde senin için düzenlenen etkinliğe bile günü birlik katılmıştın. O dönemde, Hayat Televizyonu için hazırlayıp sunumunu yaptığım Yaşamda Adım Adım programında senin konuk olduğun bölümün çekimini ancak öğlen yemek arasında gerçekleştirebilmiştik. Banttan yayınladığımız program oldukça ilgi görmüştü.
Eşinin hastalığı sürdüğü için, 2013'te Dikili'deki gençlik kampında yürütücülüğünü yaptığım Edebiyat Atölyesi'ne de günü birlik gelip dönmüştün. Gezi Parkı direnişlerinin yazıydı; Gezi rüzgarı sürüyordu. Seni yanı başlarında gören gençlerin sevincini, senin birikimini onlara aktarırkenki mutluluğunu hala anımsıyorum.
Sevgili Muzaffer abi, onurlu ama zor bir yaşamın oldu. Günlerin çalışıp didinerek, emek vererek geçti. Sürekli yazarken, okuldan okula koşup çocuklara umut, sevinç ve kitap sevgisi taşırken; yaşamında bir şeylerin eksik kaldığını belki de eşin hastalanınca anlamıştın. Sohbetlerimizin birinde söylediğin şu söz kulaklarımdan hiç gitmiyor: “Hep çalıştım. Eşimle birlikte haydi biz de bir Prag'a gidelim, diyemedik.”
Onurlu aydın duruşunun, onuruyla yaşamanın bedeli var ülkemizde. Baskı, yasaklama ve acılar senin de yakanı bırakmadı. 2013'te birtakım karanlık düşünceliler tarafından Zıkkımın Kökü adlı romanın yasaklanmak istendi. Bunun üzerine Evrensel Gazetesi sormuş, ben de demişim ki: “Muzaffer İzgü, edebiyatımızın saygın ustalarındandır. Ülkemizdeki yüz binlerce çocuğun ve gencin kitap okuru olabilmesinde yazdığı yapıtların büyük bir etkisi vardır. Filmi çekilen ve yurt dışından ülkemize ödül getiren Zıkkımın Kökü adlı yapıtı bunların başında gelir. Öz yaşamından yola çıkarak, çocuklara ve gençlere yaşamın gerçeklerini anlatırken, yaşama tutunmayı ve dirençli olmayı da ustalıkla gösterir… Özellikle de ergenlik dönemindeki gençlere… Bence, o “Kitap değerlendirme komisyonu” üyeleri, kitabın metninden çok Muzaffer İzgü’nün yapıtlarıyla ortaya koyduğu; yaşamdan, bilimden, halktan, emekçiden yana, yaşadığımız toplumdaki çelişki ve çarpıklıkları ortaya koyan aydın yazar tutumunu yasaklamışlardır. Bu olay, cadı avının sürdüğünü ve yayılacağını gösteriyor. Bakalım bundan sonra sıra kime gelecek? Yaşamları boyunca kaç kitap okuduklarını ve edebiyatla ilişkilerini sorgulayabileceğimiz il ve ilçelerdeki bu kurul üyeleri, bu cüreti kimden alıyor acaba? Suskun kalmayacağız; ülkemiz çocuklarının iyi edebiyatı okuma hakkı yerine; ölmeyi, öldürmeyi kutsayan ayrımcı, hamasi kitaplara mahkum edilmesine seyirci kalmayacağız. Bu ülkenin, halktan yana yazar ve eğitimci örgütleri de var…”
Sevgili Muzaffer abi, yıllar önce okurun olarak tanıdığım seninle, yıllar sonra yazar olarak yan yana gelmek benim için onurların ve sevinçlerin en büyüğüdür. İyi ki seni, sevgili eşini tanıdım; yazınından, yapıtlarından, dostluğundan, kişiliğinden öğrendim, beslendim. Hastaneden çıktığında seninle telefonda konuşurken “Yaz” demiştim sana. Sen de demiştin ki, “Neden olmasın? O kalem bize verilmiş.”
Sevgili Muzaffer abi, ne yazık ki artık aramızda değilsin ve yazdıklarımı okuyamayacaksın. Seni yitirdiğimiz için çok üzgünüm; tek avuntum milyonlarca çocuk, genç kitaplarınla okumayı sevdi okurken yüzleri güldü, hem gülüp hem düşündü; tıpkı senin istediğin gibi. Biliyorum; onlar güldükçe, düşünmeyi öğrendikçe özgürleşecekler ve senin yüzün de gülecek... Emeğinin, çalışkanlığının, tutarlı aydın duruşunun, alçakgönüllüğünün kısacası Muzaffer İzgü adıyla somutlanan bütün yaşamının önünde sevgiyle, saygıyla eğiliyorum. Işıklar içinde uyu güzel insan...
Evrensel'i Takip Et