Boşaltın o halde müzeleri!
Ressam Burhan Kum, sanat tarihinin baş köşesindeki yerini koruyan köle tüccarlarının, katillerin portrelerini yazdı.
Burhan KUM
Şu yıkılası Amerika da olmasa inanın bu Antalya sıcağında bir harf yazacak mecalim yoktu. Lakin Charlottesville’de çırpan kanatların rüzgarı okyanusu aşıp, önce yaşlı kıtayı ardından da buraları ürpertince iki çift laf edecek enerjiyi buldum. Avrupalıların gelişen olaylara pür dikkat kulak kabartmalarına şaşırmıyoruz, ne de olsa dünyanın baş belası kurumsal ırkçılık denilen illet bizzat kendi eserleri. Muhtemelen Konfederasyon Generali Robert E. Lee’nin Charlottesville’deki heykeli de.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan şiddet olaylarının ateşini yakan da güneyli kölecilerin torunlarının, siyahların görmeye tahammül edemedikleri bu heykelin kaldırılmasına itiraz etmeleriydi. Obama başkan olduğunda ırkçılığın sona erdiğini düşünenler topu kaleden çıkarabilir. Güneyde bu gibi heykellerden daha dört binden fazla varmış.
Avrupalılar mesut ve memnun. Ne de olsa ırkçılık ve köleciliğin izlerini taşıyan heykelleri sokak ve meydanlarından çok önceden ve büyük ölçüde temizlediklerini düşünüyorlar. Heykel sanatının tarihinde pek önem arz etmeyen (İsmi hatırlanmaya değmeyen) zanaatkar heykeltıraşların elinden çıkma bu heykelleri kaldırmakta tabii ki bir sakınca yok. Peki ya müzelerdeki, sanat tarihinin baş köşesine yerleştirdikleri ustaların elinden çıkma resimler ne olacak? Köle tüccarlarının, katillerin portrelerinin de aynı dürüstlük gösterilerek müzelerden çıkartılmaları gerekmez mi? Alın size üç örnek:
1- İspanya Kralı IV. Filip’in Portresi, 1636, Diego Velasquez, Prado Müzesi, Madrid
Hayatı boyunca birçok kez resmini yaptığı kralı avlanırken görüyoruz. Haşmetli İspanyol kendi topraklarında avlanırken , hizmetindeki sömürgeciler de Güney Amerika’da insan avındaydılar. IV. Filip avlanmaktan arta kalan vaktinin bir kısmını ressamlara poz vermekle geçiriyordu. Dönemin en pahalı ressamları Anthony van Dyck ve Rubens’e de portresini yaptırmıştı. Peki ya bu paralar nereden geliyordu? Yağmalanan Güney Amerika’dan... Çoğu da Bolivya’da 4090 metre rakımda bulunan Potosi kentindeki gümüş ve cıva madenlerinden. Zehirli madenlerde zorla çalıştırılan yerlilerin (Ortalama çalışma ömrü beş yıldı) çıkardığı madenler 300 yıl boyunca Avrupa’ya aktı. Bu süre zarfında sekiz milyon yerlinin hayatını kaybetmiş olması istatistiklerin konusudur.
2- Gece Devriyesi, 1642, Rembrandt van Rhijn, Amsterdam Rijksmuseum
Bu devasa resim, ışık-gölge ve kompozisyondaki ustalık nedeniyle Hollanda’da 17. yüzyılın başyapıtı olarak kabul ediliyor. Verilen bilgiye göre resimde yer alan şahıslar dokuma tüccarı. Yalan... En öndeki ikiliden Teğmen Willem van Ruytenburgh (1600-1657) dokumacı değil, Amsterdamlı bir baharat tüccarıydı. O yıllarda baharat Hollanda’ya Endonezya’dan gasbedilerek getiriliyordu. Ruytenburgh, baharatı Hollanda’ya getirme ve pazarlama konusunda tek imtiyaz sahibi olan VOC (Doğu Hindistan Şirketi)’nin hissedarlarından biriydi ve kendisine soyluluk unvanı satın alabilecek boyutlardaki servetini katledilen on binlerce Endonezyalının kanı üzerinden biriktirmişti. Yanındaki Yüzbaşı Frans Banning Cocq ise VOC kurucularından Purmerend Lordu Volckert Overlander’ın kızlarından Maria’yla evlenerek dahil olduğu VOC’de yürüttüğü baharat ve köle ticareti sayesinde bu resimde yer alabilmiştİ.
3- Cornelis Bicker’in Portresi, 1654, Amsterdam Tarih Müzesi
Rembrandt’ın en ünlü öğrencisi olan Flinck’in elinen çıkma bu resimdeki şahıs da VIC (Batı Hindistan Şirketi)nin yöneticisiydi ve kayıtlara (Kulağa tatlı geldiği için) şeker tüccarı olarak geçirilmişti. 1623’te kurulan VIC’nin 1649 yılında Batı Afrika kıyılarındaki köle ve altın ticaretini tekeline aldığını söylersek şirket aktiviteleri hakkında daha net bir fikir sahibi olursunuz. Köleler o yıllarda Karayipler’deki ağır iş gücüne dayalı şeker kamışı plantasyonlarında çalıştırılmak üzere götürülüyordu. Hollandalıların Barbados’ta kurduğu sekiz yüz şeker plantasyonunda seksen bin köle çalıştığını da eklersek Cornelis Bicker’e neden “şeker tüccarı” denmesinin tercih edildiği anlaşılacaktır. “Bir şeker kristalinin tarihçesi aynı anda hem ekonomik, hem politik hem de ahlaki bir derstir.” (A. Cochin)
Bizimkisi doğal olarak hayal. Sanat sömürgeci-köleci geçmişi unutturmak için biçilmiş bir kaftan olduğu sürece ne Avrupalılar ne de dünyanın diğer ülkeleri müzelerinde yer alan binlerce “yanlış” resmi depoya kaldıracaktır. Ancak General Lee’nin heykelinin kaldırılmasının ardından Güney eyaletlerindeki diğer birkaç “politik doğrucu” belediyenin de köleci tarihi anımsatan heykelleri (yüz yıl sonra) depolara kaldırma kararı aldığını okuyunca doğrusu üzüldüm. Türkiye’de bu tür heykelleri meydanlara yerleştirmek isteyecek o kadar çok belediye varken depolarda çürümeye terk edilmeleri içimi yakıyor. Bence işgüzar belediyelerimiz millete “bir Türk büyüğü” olarak yutturabilecekleri bu heykeller için derhal “geçici koruma” vaadiyle başvurabilirler, buralarda kimse ırkçılıktan rahatsız olmaz. Hoş, put olarak algılanıp Müslüman halkın tepkisini çekerlerse de eritilip hurdacıya satılma şansları var. Ne de olsa hepsi saf Güney Amerika bronzu.